
“Yaşamak için iyi bir zaman değil” demiş Tarkovsky. Gerçekten dünyanın en kötü dönemine mi denk geldik, zaman zaman sorguluyorum. Büyük depremleri, dünyayı saran salgını bir kenara bbırakalımi günlük rutinimizde o kadar kötü olaylara tanıklık ediyoruz ki. Şaşırmayı hatta ötesinde üzülmeyi de bıraktık. Bir ah, bir iki vah vah… Sonra kaldığımız yerden devam. Peki nereye kadar? Daha ne kadar böyle arkamızı dönüp gideceğiz, kaymaya devam edeceğiz, yaşananları olağanlaştıracağız?
Çocukluğumu anımsıyorum. Mahallemizde cenaze varsa bırakın müzik dinlemeyi, o tek kanalı televizyonu bile açmazdık günlerce. Bütün mahalle yasa bürünürdü adeta. Komşunun acısına ortak olunurdu. Ya şimdi? Söylenecek çok şey var ama bunu anlatacak sözcük yok!
Yaşamını böyle devam ettiren insan evladından doğaya da saygı beklenmemeli. hunharca yaktık, yıktık, yok ettik ya da çöplüğe çevirdik. Çocuklarımıza bırakacağımız, sağlıklı yaşayacakları bir doğa yok artık. Oysa her şeyin bir çözümü vardır. Önemli olan bunu uygulamaktı.
Elçin Çetinkale Altın Kitaplar tarafından yayımlanan “Elektronik Çöplüğü”nde anlatmış. Büyük bir göl, ortasında bir ada. Gözlerimi kapatıp düşlediğimde manzara gayet güzel. Adanın adı Paksu Adası. Demek ki gölün suyu da tertemiz. Fakat bir sorun var. Ada, elektronik ve metal atıkların toplanma merkezi. Burada yaşayan herkes için de ada bir iş yeri. Sinemamızda da çokça işlendi bu konu. Köye madenciler gelir ve herkesin o madende çalışabileceği söylenir vs. Paksu Adası’na dışarıdan gelen pek olmaz haliyle. Birkaç ortaokul öğrencisi dışında çıkan da yok. Adalılar hallerinden memnun yaşayıp gidiyorlar. Adanın bir özelliği de bütün eşyaların metal ve elektronik atıklardan yapılmış olması. Bu da doğal bir oluşum tabii. Fakat bir gün adanın çocuklarından Yağmur’un sınıf arkadaşlarından Behçet, “Teneke Adalı” diye dalga geçince adanın da düzeni ve huzuru bozulur. Çünkü Yağmur arkadaşının alayına dayanamaz ve arkadaşlarını adaya davet eder. Sonrasında adanın sokaklarında hep birlikte dolaşıyoruz onlarla. Bu arada Fahriye Teyze’nin anlattıklarına da kulak verince ada gizemli bir yere dönüşüyor.
Kitabın sonundaysa sanatın ve sanatçının dokunduğu yeri nasıl güzelleştirdiğine tanık oluyoruz. Bir kere daha anlaşılıyor ki sanat insan yaşamının can damarıdır.
Son olarak da Dilvin Gerçek’in kitabından alıntıladığım umut dolu satırı alayım buraya. Bugünlerde en çok inanmak istediğim fakat inanmakta zorlandığım sözünü: “Kötü olan hiçbir şey sonsuza dek sürmeyecek.” Umuyorum ki o kırılma bir önce gerçekleşsin.
edebiyathaber.net (27 Ocak 2025)