Çiziyorsam Sebebi Var: Beyza Tükel | Ayşe Yazar

Temmuz 2, 2022

Çiziyorsam Sebebi Var: Beyza Tükel | Ayşe Yazar

Çizimle olan ilişkiniz ne zaman başladı?

Kendimi bildim bileli elime geçen her şeyle her yere bir şeyler çizdim sanırım. Küçükken göz kalemleriyle yüzüme ,bacaklarıma;kurşun kalemle masaya, duvarlara… Annemin ‘bir süre silmeye kıyamadım’ dediğini hatırlıyorum. Ortaokulda arkadaşlarımın resim ödevlerini para karşılığı yapıp, ailemden gizli edindiğim cep telefonu faturamı öderdim. Bu işten ilk ekmeğimi seneler önce yemişim yani düşününce.

Sınavlara bile çizerek çalışırdım daha akılda kalıcı olduğu için, ülkeler coğrafyası dersi için eskimo ve iglolu çalışma kağıtlarımı hala hatırlıyorum. Sonra bir gün, son iki senemi geçirmek için değiştirdiğim lisede edebiyat hocam Selim Keskin, arkadaşımla bana bir resim kursunun broşürünü uzattı ve gidip bakıp bakamayacağımızı sordu, kızının eğitimi için araştırdığını söyledi, ben bu vesileyle hayatta güzel sanatlar için hazırlanılan bir kursun varlığını öğrendim ve test çözmekten pek hoşlanmayan biri olarak hemen katıldım. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Seramik Cam bölümünü kazandım ve hazırlık sınıfında beni gerçekten şaşırtan bir şey oldu. Selim Keskin’in kızıyla aynı sınıftaydık! Soyadını duyunca merak edip sorarak öğrendim (babasını da andırıyordu açıkçası) bu benim için çok acayipti: tesadüfler. Edebiyat hocamın o broşürü bana uzatması bence benim ders boyunca defter kitap kenarlarına durmadan çizmem yüzündendi, bunu hiç kendisine sormadım. Ertesi yıl İstanbul’da okumaya karar verip Marmara GSF seramik cam bölümünü kazandım ve yine tamamen tesadüfen, eğlencesine çizdiğim çizimlerin, bir Usb içinde gezi fotoğrafları dosyasında olması ve bu dosyanın tesadüfen bir çocuk kitapları editörünün eline geçmesi üzerine bana iş teklif etmesiyle, kendimi bildim bileli var olduğum illüstrasyon dünyasına resmi olarak girmiş bulundum, bir daha da çıkamadım.

Çizer kitaba nasıl hazırlanır?

Ben genelde daha metni ilk okumaya başlarken kâğıda sevdiğim sahnelerin eskizlerini çiziyor ve notlarını alıyorum. Okurken gözümün önüne gelen ilk görselleri kaçırmak istemiyorum, daha sonra sayfa sayısı, çizimin yeri, çizim için elimdeki ölçüye göre kafamdaki görsellerle bir bütün oluşturmaya çalışıyorum. Gözümde canlanamayan, hâkim olmadığım herhangi bir şey varsa iyice araştırıyorum, bazen de yazar tarafından değiştirilmek istenen şeyler oluyor. Mesela ülkemizin dağ köylerinden birinde geçen bir kitapta çoban köpeği için çizdiğim aşırı sevimli tombik uzun tüylü bir köpek yerine, o diyarlarda böyle bir köpek cinsi var olmadığından kangal çizmem istenmişti haklı olarak.

Genelde gece çalışabiliyorum, gündüz üç takla atarak yapmaya çalıştığım her şey, gece tek bir hamleyle biter gibi oluyor. Sesli kitap ve radyo tiyatrosu dinlemek çalışırken en sevdiklerim. Çizerken beni yavaşlatsa da bazen dizi ve film dinlediğim oluyor. Depresif gelebilecek her şeyden kaçınıyorum, çizim esnasında dinlediklerimin konusunun çizime ister istemez bulaşmasından endişelenirim. Belki hiç anlaşılmaz, belki uyduruyorum ama o anki ruh halinin çizgiyle taşındığına inanıyorum (bu düşünceyle uzun süre iş dışında kendim için çizdiklerimi pek sosyal medyada paylaşamamıştım, sanki günlüğümün okunması gibi bir şey) değişen ruh halimle çizgim de değiştiğinden başka başka tatlarda illüstrasyonlarım olmuş oluyor, bazen iş teklifi alırken, önceki çizimlerimden örneklerle ‘bunun gibi olsun, şu çiziminize benzesin’ gibi istekler alıyorum, tek düze olmamak da hoşuma gidiyor artık, eskiden dert edinirdim..

Çizimlerinizi yaparken yazar ya da editör ile nasıl diyaloglar gelişiyor aranızda?

 Editörden çizim briefi aldıktan sonra genelde eskizleri yolluyorum, kabul gördükçe temiz ve son hallerini iletiyorum, böylece ben bir onay beklerken boş durmuş olmuyorum. Editör yazar ve çizer arasında bir köprü haliyle, ama demek istedikleri çok ve ayrıntılı olunca yazardan da sayfalarca brief aldığım oldu, iletişim çok önemli bu gibi durumlarda, görmek istediklerini güzel ifade etmek çok önemli, yoksa deneme yanılmaya dönüyor iş, bu da zaman kaybı demek.

Bazı çalışmalarda editörden çizilmesi istenen sahneleri hazır alıyorum ama mutlaka özgür olabileceğim bir alternatif sunuluyor sağ olsunlar. Özgürlük de kimi zaman sınırsız ihtimalleri sebebiyle insanın kafasını toparlamasını zorlaştırıyor kararsız kalınan anlarda. Güzel bir denge kuruluyor bir şekilde ve iş bitiminde güzel yorumlar almak beni inanılmaz mutlu ediyor. Hem yazar hem editör sevgili Nurgül Ateş, ‘Korkak Tavşan’ hikayesini resimlediğimde mutluluktan ağladığını söylemişti ve benim de gözlerim dolmuştu açıkçası…duygusal işler.

Bir de çalışmasını tamamladığınız ama bir sebepten basılmayan işler oluyor, kağıt üstünde görmek için sabırsızlanıyor insan. Gerçek bir takım çalışması, yazarı çizeri baskısı… gerçekten bir sinema filmi gibi ortaya güzel bir şey çıkabilmesi için herkesin işini hakkıyla vermesi gerekiyor.

Sanatınızı/çizimlerinizi beslemek için neler yapıyorsunuz?

Animasyon izlemeye çalışıyorum bolca ve takip ettiğim çizerlerin işlerine dalıyorum hayran hayran. Kitap, film, belgesel, şiir, dizi, bana dokunan, anlamlı gelen her şey besliyor. Kendimi ifade edebilmek için çizemiyor olsaydım da sanırım şu an ilgilendiğim şeylerle ilgilenir ve beslenirdim samimiyetle. Christopher Silas Neal, Victoria Semykina, Oliver Jeffers ve daha niceleri ama bu ilk üç isim beni ihya ediyorlar şu hayatta naif kalbime görsel olarak. Son zamanlarda kolaja çok ilgi duyuyorum ve malzeme topluyorum, renk ve doku sahibi her türlü minik olmak kaydıyla nesneyi, kutulara biriktiriyorum, bu da çok zevkli bir süreç, genelde dijital çalıştığım için dokunarak, yapıştırarak, kıvırıp bükerek bir şeyler yapmak bana iyi geliyor. Pandemide evlerden çıkamadığımız günlerde her zamankinden daha çok beslendim ve buna paralel ürettim sanırım. Buradan yola çıkarak yalnızlığın da yeri gelince bir vitamin olduğunu söyleyebilirim kendi adıma.

Bir kitabın rafta yerini alana kadar geçirdiği mutfak sürecini çizer cephesinden anlatır mısınız?

Kitabın bir küçük insanın küçük ellerine ulaşıncaya kadarki süresi, bu küçük insanın o kitaba dokununcaya kadar geçirdiği günlük krizler (ağlama/gülme), yepyeni bilgiler, hayal kırıklıkları ve şeker, oyun gibi… birbirine doğru yaklaşan, bambaşka gibi görünen ama bir çok benzer noktası olan bir süreç bence. Her bir yayın evi, editör ve yazar bir deneyim yeni şeyler öğrendiğim. Benden istenen görselleri istenen süre içinde teslim ettikten sonra esas üretim başlıyor editörler ve grafikerle tarafından. Tüm aşamalarına dahil olmak isterdim, özellikle prova baskı gibi. Ya da baskıdan önce son haline şöyle bir göz gezdirip söz sahibi olmak, ama olsun, bir miniğin elinde çizdiğim bir kitapla verdiği pozu görünce, birlikte fotoğraf çekilmişiz gibi hissediyorum, tanışmışız sanki.

Mustafa Delioğlu’nun çok tatlı bir cümlesini okumuştum, çizerken sahneyi birebir yansıtmak yerine, çocuklara hayal güçleriyle çizilmemiş boşlukları doldurma fırsatı vermeye çalıştığına dair. Çok etkilenmiştim.  Neticede, raflarda bu alış verişin bir parçası olmaktan çok mutluyum zaman zaman sızlansam da. Edward Hopper’ın hayatı boyunca cüzdanında taşıdığı Goethe’nin sözünde olduğu gibi “The beginning and end of all literary activity is the reproduction of the world that surrounds me by means of the world that is in me, all things being grasped, related, re-created, molded, and reconstructed in a personal form and original manner. “

edebiyathaber.net (2 Temmuz 2022)

Yorum yapın