Caner Turan: “Benim için öykü yazmak demek anları kutsamak demektir.”

Ağustos 30, 2021

Caner Turan: “Benim için öykü yazmak demek anları kutsamak demektir.”

Söyleşi: Ecem Yılmaz

Çağdaş Türk edebiyatının yeni kalemlerinden Caner Turan’ın Akordiyoncu ismindeki ilk öykü kitabı Edebiyatist Yayınevi tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Yazarın duru dil kullanımı kimi zaman Çehovcu kimi zamansa Kafkaesk bir tarza bürünerek okuru bambaşka dünyalara götürürken, bu dünyaların birbirine o kadar da uzak olmadığını anlatıyor. Kendisiyle hem ilk kitabı hakkında hem de yazarlığa dair söyleştik.

Ecem Yılmaz: Belki uzun bir süredir gündemde olan bir meseleyle başlayalım: tabii ki pandemi. Bu pandemi süreci sizin yazarlık duygunuzu ve eyleminizi nasıl etkiledi?

Caner Turan: Öncelikle şunu çok net söylemeliyim. Pandemi başladığında işin bu raddeye varacağını az çok tahmin etmiştim. Kaotik bir modern şehrin yerini bir süre de olsa sessizliğe, sakinliğe bırakacağını ve bunu bir yazar olarak fırsata dönüştürmem gerektiğini düşündüm. Yazarken ihtiyaç duyduğum şey genel bir sessizlikten öte içe dönüşü daha da derinleştiren genel bir dinginlik halidir. Pandeminin hemen herkeste neden olduğu içe dönme halini ben hâlihazırda yıllardır bir şekilde deneyimlediğim için bu yaşam pratiğine alışkındım açıkçası. Dolayısıyla yazarlık serüvenimi çok olumlu etkilediğini söyleyebilirim. Dağınık bir şekilde sağa sola aldığım notları toparlamama, yazdığım şeylere daha güçlü bir şekilde odaklanmama ve onları tekrardan gözden geçirmeme çok yardımcı oldu. Ancak yaşamın yeniden kendi rengini bulması gerekiyor. Çünkü yazarların en büyük malzemesi yaşamın renkleridir.         

EY: İlk öykünüz “Memurun Uykusu”nda bir memurun klasik müzikle olan ilişkisi üzerinden açığa çıkan gülünç bir durumdan bahsetmişsiniz. Yine “Metroman” adlı öykünüzde de müziğin iki insanı bağlayan bir tarafı var. Kitaba ismini veren “Akordiyoncu” öykünüzü de hesaba katarsak müzikle bir meseleniz var sanırım.     

CT: Müzik konusunda yetkin bir insan değilim, hiç olmadım. Bu yüzden müzikle uğraşan insanlara hep gıptayla bakmışımdır. Hatta belki de sırf bu yüzden müzik hususunda kendimde hissettiğim eksikliğe, boşluğa ağıt yakmak istemiş olabilirim. Ancak iç dengemi kurmama yardımcı olması, duygusal iniş çıkışlarımı belli bir paralellik içinde izlemem, bunlara dair bir farkındalık kazanmam ve yazarken gündelik hayattan soyutlanmam noktasında özellikle barok ve romantik dönem bestecilerini ayrı bir yere koyuyorum. Bunun haricinde oturup müzik üzerine, müziğin doğası üzerine de kafa patlatmışımdır. Antik Yunan’da Platon insanların hem duyusal alanda bir güzellik duygusuna haiz olmalarında hem de duyular üstü olacak şekilde bir karakter eğitiminden geçmelerinde ve etik açıdan gelişmelerinde müziğin öneminden bahseder mesela. Benimse burada müzikle böyle bir derdim yok. Müzikle ilgili beni büyüleyen ve belki de sorunuzda saydığınız öykülere çerçeve oluşturan duygu müziğin anımsatıcı rolü olmuştur. Mesela yıllar önce bir roman sayfasında okuduğunuz cümlelerle yeniden karşılaştığınızda ilk okuduğunuz zamanki hâletiruhiyenizi hatırlamanız güçken müzikse yıllar önceki anın detaylarına, o duygu atmosferine daha rahat götürebiliyor. Yani benim kişisel deneyimlerim genelde bu yönde. Müzik bu anlamda kokuya benziyor. Bir anımsayışın, dünyayla kurulan bir ilişkinin, yaşanılan bir anın senfonisine dönüşüyor.     

EY: Öykülerinizde çok farklı ortamlardan, belki çok farklı kültürel geçmişlerden gelen ve farklı zaman-mekân düzlemlerinde yaşayan insanlara ses veriyorsunuz. Bununla ilgili olarak ne söylemek istersiniz?

CT: Her katmanında başka bir sese kulak verilen, başka bir yaşam biçiminin ve tasanın kendisini görünür kıldığı bir yapı kurmaya çalıştım. Buradaki mesele okurun sesiyle öykülerdeki seslerin nerede ve nasıl kesişeceği, tüm bu yaşamların karşılaşma anında nasıl bir füzyonun ortaya çıkacağıdır. Yani okur eğer kitabı bitirdiğinde kendisinden bir şeyler bulduğunu söylüyorsa ya da derinden derine böyle bir hisse sahip oluyorsa öykülerdeki seslerle kendi yaşam deneyimleri ve duyguları arasında bir köprünün kurulduğunu iddia edebiliriz. Herhalde yazar olarak beni mutlu edecek şeylerden birisi de bu olur. Tabii çok seslilik aynı zamanda çok duygululuk anlamına da geliyor. İnsanın tutkularıyla, erdemleriyle, pişmanlıklarıyla, korkularıyla, bunalımlarıyla, aşklarıyla senfonik bir evren kurmaya çalıştım. Tek başıma kapandığım odalarda türettiğim sesler üzerinden hiç tanımadığım insanlarla kucaklaşabilmem zaten bence başlı başına inanılmaz bir şey.

EY: Eserinizin tamamına bakıldığında mizahi ve melankolik durumların bir arada olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle öykü anlayışınızı tanımlayabilir misiniz?

CT: Benim için öykü yazmak demek anları kutsamak demektir. Gülünç ve kederli anların enteresan bir biçimde aynı anda aynı yerde ya da art arda oluşturduğu çelişkili ya da bütünlüklü görüntü iyi bir öykü malzemesine dönüşebiliyor. Tabi burada önemli olan tüm insani duyguların gerçeğe yakınlığı, birbirleriyle olan dengesidir. Bu dengeyi tutturamazsam okuru inandıramayacağımı düşünüyorum. Mesela bir cenaze evini ve oraya sırf bedava yemek yemeğe gelen birisini hayal edin. Birçok kişinin boğazından lokma geçmezken o kişinin içten içe sevinerek önüne geleni mideye indirmesi, aynı anda hanımın akşam yemeğinde yapacağı dolmayı düşünmesi ya da aldığı yeni arabanın o ayki taksitini nasıl ödeyeceğine kafa yorması benim için bulunmaz nimettir. Tabi bu tarz öyküler biraz daha gülünç öyküler oluyor. Ona göre de bir biçim tutturuyorum. Bu kitapta yaptığım şey bu biraradalığı meta bir düzeyde okuyucunun okuma deneyimi sırasında hissetmesini sağlamak. Bir öyküden başka öyküye atlayan kişi az önce gülümserken biraz sonra kederlenebilir. Yaşam da böyle çünkü. Siyahların ve beyazların kendini var edebildiği gri bir bölgedeyiz. Şayet öykünün kurgusu tamamıyla kederli bir mesele üzerine kurulmuşsa o zaman öykünün anlatım biçimi de değişmek zorunda, yoksa okuyucu için iyi bir atmosfer kurulmamış olur bana göre. Öte yandan iyi bir atmosfer kurmak için de bulunduğunuz zaman ve mekândan koparak o kurgudaki zaman ve mekâna gidip orada bir süre yaşamanız gerekiyor. Bu geçiş eğer hakkıyla yapılırsa sözcükler de bir süre sonra kendiliğinden gelebiliyor. İşte burası da bence öykü yazmanın bana en çekici gelen yanlarından birisidir. Ben yolculukları çok severim. Burada olan da bilişsel bir seyahat. Bir insanı yazmaya iten güçlü nedenlerden bir tanesi de bu sıkıcı hayatlara katlanamayıp o kurgu evreninde yaşama duygusudur. Bahsettiğim atmosferi yakalamak için kurgunun etrafında günlerce ve haftalarca dolaştığımı, yeri geldiğinde karakterleri bizzat canlandırarak onlar gibi düşünmeye, onlar gibi yaşamaya çalıştığımı, anların ruhuma sızmasına müsaade ettiğimi hatırlıyorum.   

EY: Bazı öykülerinizde okura direk seslenen, adeta yanı başınızdalarmış gibi onlarla sohbet eden bir tavrınız var. Bu hususla ilgili olarak temel kaygınız nedir?

CT: Bu soruya vereceğim cevabın bir kısmı yukarıdaki soruya verdiğim cevapla ilintili aslında. Mesele yine atmosfer kurmaya gidiyor. Sözcüklerle bir kurgu gerçekliği inşa edip okuyucuyu da o kurgu gerçekliğinin içine doğru daldırmak ve bir süre de olsa orada yaşamasını sağlamak günümüzün son derece dikkat dağıtıcı dünyasında çok da kolay değil. Ancak sizin de altını çizdiğiniz gibi yeri geldiğinde bizzat okuyucularla konuşarak, onların omzuna dokunarak, onlara bir arkadaş gibi yaklaşarak dikkatlerini çekmek gerekiyor. Dolayısıyla burada atmosfer kurmak ve kurulan atmosfere okuyucuyu inandırmak en az iyi kurgu oluşturmak kadar önemli. Sonuçta hiçbir yazar okurun kitabı eline alıp beş dakika sonra bir kenara atmasını istemez. Okurun kitapla bağ kurmasını, hayal etmesini, olayın içine dâhil olmasını, bazı karakterlere âşık olmasını bazı karakterlerden nefret etmesini ister. Tıpkı yaşarken yaptığımız gibi…

EY: Son olarak önümüzdeki dönem için yazarlık maceranız nasıl ilerleyecek? Planlarınızdan bahseder misiniz?

CT: Şuanda yeni çıkan bu kitabımın keyfini sürüyorum, geri dönüşleri cesaretle, mutlulukla ve çocuksu bir heyecanla kabul ediyorum ancak kitap basıldığı andan itibaren de insanın zihni hemen bir sonraki projelere gidiyor. Hâlihazırda zaten öykü yazmaya, taslaklar oluşturmaya devam ediyorum. Bu anlamda kendimi bir öykü avcısı olarak değerlendiriyorum. Dolayısıyla sonraki öykü kitabımı da yavaş yavaş tasarladığımı söyleyebilirim. Bir roman üzerinde de çalışıyorum. İkisinin yazma duygusunun ne kadar farklı olduğunu deneyimliyorum. Bunlar haricinde zaten sanat tarihi üzerine akademik çalışmalarımı da paralel bir biçimde sürdürüyorum. Üretken bir süreç içindeyim uzun süredir. Umarım böyle devam ederim.

edebiyathaber.net (30 Ağustos 2021)

Yorum yapın