Blues’un hayaletleri | Can Öktemer

Aralık 10, 2025

Blues’un hayaletleri | Can Öktemer

“Ölüler neden geri döner?” böyle sormuştu Lacan. Sonrada “geri döneler çünkü hakkaniyetle bir veda yapılmamıştır” diye yanıtlamıştı. Lacan’ın önermesini egemenlerin tarih yazımı üzerinden okunabilir gibime geliyor. Sadece kazananların, muktedirlerin anlatıldığı bir tarih anlatısında, dışarıda bırakılanlar elbette bir şekilde günümüze sirayet eder. Bir tür hayaletlerin dönüşüdür bu. Egemenlerin kurduğu hakikatin çatladığı aralıktan sızalar ve bir tür uzlaşı, af, kapanması gereken bir yas süreci beklerler. Geçmişle yüzleşme ancak böyle gerçekleşir.

Hari Kunzru’nun 2023 yılında İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Beyaz Gözyaşları adlı romanı, blues müziği üzerinden ABD tarihine bakıyor. Irkçılık, servet dağılımı ve yok sayılmış bir tarihi, blues notası üzerinden hatırlatıyor bir nevi.

Hikâye günümüzde New York’ta başlıyor. İki ana kahramanımız Seth ve Carter isimli üniversite genci. Seth, biraz “değişik”, asosyal bir tip. Carter ise varlıklı, yakışıklı herkesin gözdesi George Bush sempatizanı bir adamın oğlu. Bunları yan yana getiren ise müzik. Seth’in seslere, kayıt teknolojilerine dair tutkusu var. Gün boyu kayıt cihazıyla sokak, sokak dolaşıp sesler kaydediyor. Carter ise eski analog kayıtlara, plaklara dair düşkünlüğü var. İkili birlikte bir prodüksiyon şirketi kurup, “old school” cızırtılı, tozlu kayıtlar yapmaya başlıyorlar. Carter aynı zamanda obsesif bir şekilde kıymetli, nadir plaklar topluyor.

İkilinin asimetrik, tuhaf, dengesiz bir dostluk hukuku var. Seth, tüm dışlanmışlığı, silikliğiyle Carter’a, Carter’ın da Seth’in yeteneğine ve zekasına ihtiyacı var. İkilinin hayatını değiştirecek olay ise, Seth’in sokakta tesadüfen kaydettiği bir blues şarkısı oluyor. “Kaptan Jack diye bir adamın emrine verdiler beni, adını boydan boyunca sırtıma yazdılar” gibi bir nakarata sahip parça, 1950’li yılların güçlü blues şarkılarını andırmaktadır. Carter, bunun çok değerli, paha biçilmez bir kayıt olduğunu düşünür. Takıntı haline getirir. Kayıt stüdyosunda parçayı derleyip toplayıp, Charlie Shaw adıyla internete koyduğunda işler değişir, hikâyenin ekseni değişir. Ve hayaletler geri döner. Hakiki bir son bekler bu sefer. Trajedi, kayıp, yas, geçmişin uğultusuyla sarsılan şimdiden ortaya dökülen hakikat.

Müzik, antropoloji ve kısa Amerikan tarihi

Hari Kunzru, Beyaz Gözyaşları’nda iki eksen üzerinden ilerletiyor hikâyesini; birincisi Amerikan’ın ırkçı, kolonyalist geçmişi diğer tarafta her şeye sahip olacağını düşünen az gözlü günümüz hipster gençliği. Bu, hipster gençliği ve sahiplik arzusunu da plak koleksiyonculuğu üzerinden tarif ediyor. Plak koleksiyonculuğunun bir noktadan sonra insanları Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gollum gibi bir şeye dönüştürdüğü bir gerçek. Roman bunun karanlık yüzünü ortaya döküyor. Plaklar için kendilerini kaybedenler, sahip olmak için hayatlarını, tüm servetlerini ortaya koyanlar, hayatlarını bu takıntı uğruna mahvedenler… Kunzru koleksiyon dünyasını bu anlamda ustalıkla hatta bir sosyolog gibi mercek altına almış. Özellikle günümüz koleksiyonculuğunun, eski analog dünyaya dair derin nostalji hisleri hipster gençliği üzerinden bir manzara çiziyor bize. Koleksiyonculuk sahip olmak mı, yoksa onu paylaşıp dünyayla yeniden buluşturmak mı sorusu kalıyor geriye.

Romanın diğer ekseni Amerikan tarihiyle, hafızayla ve ırkçılıkla ilgili. Böylesine tarih yazımını blues müziği üzerinden okumak, son imparatorluğun hikâyesini daha iyi anlamamıza sağlıyor elbette. Bereketli topraklar üzerinde, sömürü, ırkçılık üzerinden elde edilmiş servet, yok sayılmış bir tarih; hepsini blues müzik üzerinden bulabiliriz aslında. Blues’un varoluşu, ortaya çıkışının nasıl bir isyanın müziğini olduğunu biliyoruz. Büyüleyici, müzik dünyasını derinden sarsan etkileyici gitar soloları, riffleri ve vokallerinin tarihe direnmenin aracı olabileceğini de biliyoruz elbette.

Kunzru, işte bu noktada Beyaz Gözyaşları’nda “tarih kazananları anlatır” yaklaşımındaki tarih yazımına büyük bir darbe vuruyor. Sarmal bir kurgu üzerinden üç kuşağın hikâyesini hayaletler, uyanan geçmiş ve ırkçılık üzerinden ele alıyor. Amerika’yı baştan aşağıya dolaştırarak, New York ‘un çağdaş sanat ortamlarından, lüks hayatlarından, evlerinden, Missipissie’ye doğru ülkenin kılcal damarlarına, topraklarına yolculuk.

Yazar, gerilimi her an, her sayfa yükselen bir hikâyeyi, gerçekçi karakterler, güçlü sahneler, diyaloglarla anlatıyor. Bunları edebi maharetle yaparken, yer yer bir antropolog gibi davranıp, müzik tarihini, kayıt teknolojilerini, günümüz sanat anlayışına dair çarpıcı gözlemlerde bulunuyor. Beyaz Gözyaşları, günümüz politik dünyasına, müzik tarihine dair çarpıcı bir roman.   

Yorum yapın