Bir Başka Gerçek: Füsun Aymergen’in Anlatısında Sessiz Direnişin Estetiği  | Lina Yalınçay

Ekim 20, 2025

Bir Başka Gerçek: Füsun Aymergen’in Anlatısında Sessiz Direnişin Estetiği  | Lina Yalınçay

Füsun Aymergen’in Başka Bir Dünya Değil adlı öykü kitabı, adını taşıdığı cümlenin tam tersini kanıtlamak ister gibidir: Yazar, sıradan görünen hayatların içinden sızan çatlakları, sessizlikleri, bastırılmış öfke ve kayıplarıyla bir başka dünyanın zaten bu dünyanın içinde var olduğunu gösterir. Kadınların, çocukların, yaşlıların ve kasaba insanının gündelik hayatındaki küçük olaylar, Aymergen’in anlatısında büyük varoluş sorularına dönüşür.

Kitabın genelinde hissedilen en belirgin yön, Aymergen’in duygusal gerçekçiliğidir. Onun karakterleri bağırmaz, mücadelelerini sokakta değil, içlerinde verirler. Evlerin içinden, dar sokaklardan, çocuk seslerinden, mutfak kokularından taşan bir iç direniş vardır bu öykülerde. Özellikle kadın karakterler, toplumsal baskıların gölgesinde görünmezleşmiş hayatların taşıyıcısıdır. Fakat yazar, onları yalnızca mağdur figürler olarak sunmaz; tam tersine, sessizce direnen, geçmişin yükünü taşısa da kendi anlamını üretmeye çalışan bireyler olarak kurar. Bu yönüyle Aymergen’in anlatısı, Füruzan’ın “Parasız Yatılı”sındaki duyarlığı, Sevgi Soysal’ın “Tante Rosa”sındaki ironiyle buluşturur.

Kitabın büyük bir kısmında anlatıcı, geçmişe dönüp çocukluk ve ilk gençlik dönemine bakar. Fakat bu bakış nostaljik değildir; daha çok bir hesaplaşmadır. Babaannenin sesi, kasaba kadınlarının dedikoduları, kokular, kuşlar, papatyalar ve “gâvurun kızı” gibi ifadeler, hem kişisel belleğin hem de toplumsal belleğin taşıyıcı unsurları haline gelir.
Aymergen’in kadın belleğini kurarken kullandığı dil, yumuşak ama derindir. Yazar, “kadın olmanın” gündelik ve tarihsel yükünü simgeler aracılığıyla aktarır: bir baston, bir çiçek, bir çay bardağı ya da eski bir fotoğraf bile hikâyenin duygusal merkezine dönüşür.

Aymergen’in dili abartıdan uzak, duru ve gündelik konuşmalara yaslanır. Fakat bu sadelik, öykülerin duygusal yoğunluğunu azaltmaz; tam tersine, içsel gerilimi daha güçlü kılar. Anlatıcıların çoğu kendi hikâyelerinin farkındadır, ancak konuşurken kelimeler arasında hep bir boşluk hissedilir. O boşluk, bastırılmış duyguların yankılandığı bir alandır.
Yazarın anlatımında ritim de dikkat çeker: radyo geçmişinden gelen ses ve sessizlik duygusu, cümlelerin temposuna yansır. Kimi zaman nefes alır gibi kısa, kimi zaman bir anının içine saplanır gibi uzar cümleler. Bu ritmik yapı, öykülerin duygusal dalgalanmasını belirler.

Aymergen’in evreninde erkek karakterler çoğunlukla uzakta, gölgede ya da suskun olarak yer alır. Baba, sevgili, koca ya da oğul figürleri çoğu kez varlıklarıyla değil yokluklarıyla etkilidir. Kadınların yaşamına sınırlar koyan, onların özgürlük alanlarını daraltan ama aynı zamanda duygusal kopuşların sebebi olan erkekler, yazarın toplum eleştirisinin odağında yer alır. Ancak bu eleştiri doğrudan değildir; günlük hayatın içinde, bir bakışta, bir “duyulmayan söz”de gizlidir.

Öykülerde doğa yalnızca arka plan değil, bir karakter gibidir. Bahçedeki ağaçlar, otlar, kuşlar, çiçekler; tümü insanların duygularına tercüman olur. Özellikle bitkiler—ıhlamur, papatya, hayıt otu—kadın yaşamının döngüselliğini, şifayı, acıyı ve sabrı temsil eder. Bu doğa dili, öykülere şiirsel bir katman kazandırır. Aymergen’in öyküleri kişisel trajedilerden beslenirken aynı zamanda toplumsal bir etik duyarlık taşır. Adalet duygusu, çocukların korunması, kadınların onuru, sınıfsal eşitsizlik gibi temalar satır aralarına işlenmiştir. Yazar, doğrudan ideolojik bir dil kullanmaz; fakat okur, her hikâyede sistemin görünmeyen baskılarını sezer. Bu yönüyle metinler, “sessizlerin edebiyatı” olarak tanımlanabilecek bir alanın içindedir.

Öykülerin çoğunda zaman lineer işlemez. Geçmiş ve şimdi birbirine karışır; bir anı, bir nesne, bir koku anlatıyı geçmişe taşır. Bu zamansızlık, insanın belleğinde sıkışmış duyguların dışavurumudur. Özellikle travmatik olayların anlatımında bu geçişler belirgindir: Yazar, okuru olaya değil, olayın yankısına tanık eder.

Öykü kişilerinin çoğu kadınlar arasında kurulan kırılgan ama derin bağlarla ayakta kalır. Birinin düşüşü diğerine uyarı olur; birinin ölümü, diğerinin iç sesiyle anlam bulur. Bu dayanışma, Aymergen’in feminist bir çerçeveden değil, insani bir sezgiden kurduğu bir bağdır. Kadın kadının yurdudur; fakat bu yurt çoğu zaman suskun, yorgun ve kırılmıştır.

Kitapta yer alan bazı öyküler, gerçekçi anlatımı simgesel bir derinlikle buluşturur. Kuşlar, aynalar, su, çiçekler gibi imgeler, bastırılmış arzuları ve özgürlük arzusunu temsil eder. Aymergen, bu sembolleri abartmadan, gündelik hayatın içine doğal biçimde yerleştirir. Böylece her hikâye hem kişisel hem evrensel bir anlam katmanı kazanır.

Başka Bir Dünya Değil, dışarıdan bakıldığında küçük olaylardan oluşan, ama her satırında insanın kırılgan doğasına dokunan bir kitap. Yazarın öykülerinde “başka bir dünya” yoktur; bu dünya vardır, ama içini görmek gerekir.
Füsun Aymergen, karakterlerinin sessizliğinde, onların gündelik alışkanlıklarında, annelerinin gölgesinde ya da bir çocuğun düşen elbisesinde, toplumun bastırdığı hikâyeleri duyulur kılar. Her öyküde acı, şefkat ve direnç aynı anda var olur.
Sonuç olarak bu kitap, kadın deneyimini merkezine alan ama yalnızca kadınlara değil, insan olmanın karmaşasına seslenen bir yapıttır. Dili sade ama yankısı derindir; tıpkı içli bir türkünün, uzak bir köyde yankılanan son notasındaki gibi. Aymergen’in anlatısı, “başka bir dünya yok” derken bile o dünyanın mümkün olduğunu fısıldar.

(

Yorum yapın