“Ben popüler romancıyım” | Metin Celâl

Nisan 6, 2022

“Ben popüler romancıyım” | Metin Celâl

Adını biliyordum ama biyografisini, neler yapıp ettiğini Erol Üyepazarcı’nın kapsamlı çalışması “‘Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler’ Türkiye’de Popüler Romanın İlk Yüzyılının Öyküsü (1875-1975)” adlı kitabından öğrendim. 1892’de doğmuş, 1949’da vefat etmiş olan Burhan Cahit kendisini öncelikle “gazeteci” olarak tanımlamış. 1912 yılında Mülkiye Mektebi’ni bitirmiş. Gazeteciliğe öğrencilik yıllarındayken başlamış. 1918 yılında Karagöz gazetesini kurmuş, 1928’de ölene dek yayınlayacağı “Köroğlu” gazetesini yayınlamaya başlamış. Biyografisinde 1946 seçimlerinde Demokrat Parti’den milletvekili seçildiği ama “asker kaçağı” olduğu gerekçesiyle mazbatası reddedildiği, yani milletvekilliği yapamadığı bilgisi de yer alıyor. 1920’lerden itibaren gazeteciliğinin yansıra romanlarıyla da okur karşısına çıkmış. Dönemin ruhuna uygun olarak romanları önce gazetelerde tefrika edilmiş, okurun yoğun ilgisini görenler de kitaplaşmış. Yayınlanmış kırk romanı olduğu belirtiliyor. Romanların yanında çok sayıda fıkra, öykü, oyun ve inceleme kitabı da yayınlatmış. Yayınlatma hızına yayıncıların yetişememesi nedeniyle olsa gerek yayıncılığa da başlamış. Burhan Cahit ve Şürekası Matbaası’nı kurmuş. 

“Romancılığın asıl fonksiyonu, tefrika romancılıktan para kazanmaktır,” diye düşünen Morkaya kitap yayınından da büyük paralar kazanmış. Yayınevleri kitaplarını basmak için adeta yarış etmişler. Erol Üyepazarcı’nın alıntıladığına göre “Ben beş sene zarfında 12 eser yazdım. Romanlarım bu memlekette en çok satılan eserlerdir. Gene böyle iken 12 romandan beş sene içinde ancak 12 bin lira kazanabildim” demiş. 12 bin lirayı beğenmiyor ama o yıllarda oldukça önemli bir tutarmış bu. 

Burhan Cahit’in çok para kazandığı yaşam biçiminden de anlaşılabilir. Müzehher Vâ-Nû anılarında Burhan Cahit’ten söz ederken Emirgân sırtlarında bir malikanede oturduğunu, o zaman için lüks olan özel şoförlü bir arabası olduğunu, eşiyle sık sık Avrupa seyahatlerine çıktığını ve oradan giyindiğini yazmış. Samiye Hanım, otomobil yarışlarına katılan ilk kadın sürücü olarak da tanınıyor. 

Burhan Cahit’in izini Taner Ay’ın ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’ adlı kitabında sürdüm. Taner Ay, Burhan Cahit, “otomobilli ve köşklü bir muharrir” olarak anılırdı, diyor. Taner Ay da Taner Ay Müzehher Vâ-Nû’nun Burham Cahit’in evini anlattığı şu paragrafı alıntılamış; “Gerçekten malikâneydi burası. Bina bilmem kaç dönüm korunun düzlüğüne oturtulmuştu; aşağı yukarı her yıl ve bazen yılda iki kez değişikliğe uğrardı. Bakarsınız İngiliz stilinden bir çeşni getirilmiş, bakarsınız İtalyan Rivyerası’ndaki beton, balkonları denize fırlamış beyaz boyalı yazlıklardan birine benzemiş. Ama hangi üslûba girerse girsin mermer esirgenmemiş. Aklımda kaldığına göre, salonlarının, oturma odalarının, çalışma ve yemek odalarının, hatta yatak odalarının yerleri bile mermerdi,” ( Müzehher Vâ-Nû, Bir Dönemin Tanıklığı, s. 48 ve 49, 1997 ).

Samiye-Burhan Cahit Morkaya

Metin Kayahan Özgül yeni çalışması Bindik Bir Alâmete’de Burhan Cahit’in Türkiye’de araba sahibi olan ilk kişilerden olduğunu belirtir. Henüz araba sürecek yol yokken büyük paralarla otomobil alanlardan olmuş. Her anlamıyla varlıklı bir yazar olduğu anlaşılıyor. Servetini öncelikle gazetecilikten ve kitaplarının satışından elde ettiği de anlaşılıyor. 

TEİS Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü’nde Burhan Cahit maddesini yazan Dr. Şaziye Durukan, “Eserlerinde genel olarak inkılâpçılık, milliyetçilik, halkçılık, vatan sevgisi, aile ve arkadaş ilişkileri, güçlü olma, çalışma, sağlıklı ve dürüst olma vb. konular işlemiştir. Romanlarının bir kısmında I. Dünya Savaşı’nın toplum hayatında sebep olduğu değişiklikleri ve Avrupalılaşan Türkiye’nin geçiş dönemindeki siyasi ve sosyal durumunu yansıtmıştır” diye yazmış. Yazar tavrı olarak Ahmet Mithat ve Hüseyin Rahmi’ye yakın bulunuyormuş. Behçet Necatigil’in de aynı kanıda olduğunu biliyoruz. Necatigil, Morkaya’nın çok sayıda roman yazmasının nedeni olarak da okurun ilgisini gösteriyor. Yani okurun talebi sürdükçe Morkaya da yazmaya devam etmiş ve ortaya 40 romanlık bir külliyat çıkmış. 

Popüler yazarlığın kaçınılmaz sonucu olarak Burhan Cahit Morkaya ölümünden sonra unutulmaya terk edilen yazarlardan olmuş.  Okur unutuyor ama yayıncı unutmuyor. Özellikle günümüz yayıncıları unutulmaya terk edilen yazarın eserlerini bulup yeniden yayınlamayı görev olarak kabul ediyorlar. Burhan Cahit’in bazı önemli eserleri de ölümünden 50 yıl sonra 2000’li yıllardan başlayarak yeniden yayınlanmış. Aşk Politikası, Ayten, Cephe Gerisi, Düğün Gecesi, Gönül Yuvası, Harp Dönüşü, Hizmetçi Buhranı, Nişanlılar, Sevenler Yolu benim tespit edebildiğim yeniden basımlar. Akademinin ilgisini çekmesi ve tezlere konu olması için de o yılları beklemek gerekmiş.  

Yayıncıların vefasızlığından söz edilir, unutulmuş yazarlara ilgi göstermediklerinden yakınılır. Biraz yakından bakınca bu tezlerin doğru olmadığını görüyoruz. “Unutulmuş” denilen yazarları yayıncılar anımsayıp yeniden yayınlıyor ama okur bu yayınlara ilgi göstermiyor. Eleştirmenlerimizin yayıncıları bırakıp biraz da okurun ilgisizliği üzerine kafa yormasında fayda var. 

Morkaya’dan en yeni yayın ise “Kızıl Serap”. 1926’da Vatan Matbaası tarafından kitap olarak yayımlanan “Kızıl Serap” Kırmızı Kedi Yayınları’ndan tekrar yayınlandı. Kitabın Latin harfleriyle ilk basımı sanıyorum.

Kerime Nadir “Romancının Dünyası” adıyla kitaplaşan anılarında Kızıl Serap’ı Ayten, Coşkun Gönül ve Aşk Bahçesi ile bir dörtleme olarak anıp, “Savaş sonrası Türk toplumunun sosyal yaşamını sergileyen ve seven insanın psikolojisini güzel bir anlatımla ve gerçek hatlarla işleyip ölümsüz portreler çizen bu usta kalem nasıl unutulur” diye hayıflanıyor. 

“Kızıl Serap”ın yeni baskısının arka kapağında roman şöyle tanıtılmış; “İstanbul’da “Şefkat Ocağı” adında, işgal altındaki Anadolu’ya yardım eden bir dernekte gönüllü olarak çalışan Ayten’in hikâyesini anlatır. Tek başına kurduğu terzihanesiyle iş hayatında başarıyı yakalayan, İstanbul’dan Trabzon’a tutkularının peşinden giden güçlü kadın imajıyla, dönemin sosyokültürel ortamını da gözler önüne serer. Hayattan yalnızca vefa ve aşk beklediği halde Bedri, Kazım ve Macit’le yaşadığı aşk maceralarında derin bir hayal kırıklığına uğrayan Ayten, hayata evladıyla yeniden tutunur. Ayten’in hayatında kızıl bir seraptan ibaret olan bu aşk buhranları, yasak aşkının meyvesi Hicran’la yerini umuda bırakır.”

Kızıl Serap, 1920- 1925 yılları arasında, İstanbul’da geçiyor. Ayten, başından kısa bir evlilik geçmiş 20 yaşında genç bir kadındır. Evlilik sonrası ablası ve eniştesi ile Yeniköy’de bir köşkte yaşar. Tenis oynar, piyano ve keman çalar. Dönemine göre modern bir yaşam biçimi olan, iyi eğitim almış, iyi terbiye görmüş bir gençtir. Tek arzusu hayal ettiği aşkı kendisine verecek gerçekten seven, sadık bir erkektir. Güzelliği, zekâsı ve çekiciliği ile erkeklerin çok ilgisini çeker. Yeniköy sahilinde tanıştığı Bedri, fakir ve düzenli bir geliri olmayan bir genç olsa da ona bu hayalleri yaşatacak gibidir. Ayten onun için rahat hayatını ve tabii ailesini terk eder ve birlikte Bedri’nin muhasebeci olarak iş bulduğu Trabzon’a gider. Ayten’in bu çok cesur hareketi Bedri’de karşılığını bulmaz. Bedri Ayten’le nikah yapmadığı gibi kısa bir süre sonra Ayten’i aldatmaya başlar. Birkaç ay sonra Aysel, Bedri’yi fabrikada çalışan bir kızla birlikte sahilde görür. Ayten, Bedri’yi terk edip İstanbul’a döner.

1920’de İstanbul işgal altındadır ama Ayten’in yaşamına işgal hiçbir şekilde yansımaz. Örneğin olağanüstü koşullarda, ancak işgal kuvvetlerinden izin ve pasaport alarak Trabzon’a gidilebilecek ortamda Ayten rahatça seyahat eder. Aldatıldığını anlayıp Trabzon’dan geri dönüşü de rahat olur, işgalcilerin bir engellemesi ile karşılaşmaz. Eniştesi de iş için sık sık İzmir’e gider. Oysa o sırada İzmir Yunan İşgali’ndedir ama bundan hiç söz edilmez. Yani işgal koşulları arka planda bile yer almaz. 

Millî Mücadele’nin varlığını ise aşk kırgını olarak ailesinin yanına geri dönüp kendinden yaşça çok büyük ve evli bir iş adamı olan Kazım’ın aracılığıyla “Şefkat Ocağı” adlı bir dernekte görev aldığında öğreniriz. Bu dernek yoksullara yardım kisvesi altında Millî Mücadeleyi desteklemekte, silah yollamaktadır. Ayten kısa bir süre bu dernekte görev alsa da Kazım’la ayrıldığı anda Millî mücadele konu olarak ortadan yok olur. Yani, Burhan Cahit, romanında çok kısa bir bölüm haricinde İşgal İstanbul’unda yaşamı da Millî Mücadeleyi de konu etmez.

Ayten, yine evli bir adam olan genç Doktor Macit’le yaşadığı aşk sırasında bu kez Beyoğlu’nda İstiklâl Caddesi’ne bakan bir evde yaşayacak ama caddeyi donatan Yunan bayraklarını görmeyecek, yani yine İşgal ’in hiç farkında olmayacaktır. Burhan Cahit hakkındaki tezlerdeki “dönemin sosyal, siyasî ve kültürel atmosferini de eserlerine aksettirmeyi bir görev bilmiştir” görüşüne en azından Kızıl Serap romanı özelinde katılamıyorum. Orta ve üst sınıfların gündelik yaşamı yansıtılıyor ama bu toplumsal panorama halini almıyor. Yüzeysel kalıyor. İlginç olan Morkaya’nın Millî mücadeleye destek veren gazeteci ve yazarlardan olması, bu konuda bir çok romanı ve düzyazı kitabı olması.  

Burhan Cahit genç kadının yaşadığı aşklara ve gönül kırıklıklarına yoğunlaşıyor. Sade ve akıcı bir anlatımla, sık sık Ahmet Mithat’ı anımsatan yorumlar yaparak romanı geliştiriyor.  

Burhan Cahit’in konuyu dallandırıp budaklandırmayıp sadece bir konuya odaklanması gibi meziyetleri sayesinde romanlarının hem tefrika olarak gazetelerde çok okunduğunu ve sonradan kitaplaştığını düşünüyorum. Kalıcı olamamasının nedenini de bu özelliklerde aramak gerek sanırım.          

edebiyathaber.net (6 Nisan 2022)

Yorum yapın