Başlığını okurdan bekleyen kitap | Dr. Javanshir Gadimov

Ekim 13, 2017

Başlığını okurdan bekleyen kitap | Dr. Javanshir Gadimov

Hayatım boyunca çok kitap okudum. Ancak bu son okuduğum kitap kadar farklı bir kitap hiç okumamıştım. Shah Bhudhai mahlaslı bir yazar ve şair tarafından kaleme alınan bu kitabın ilk dikkat çeken özelliği, başlığının olmamasıdır. Başlık yerine yazar “……….……….……….” koymayı tercih etmiştir. Saydım tam otuz tane nokta var. Bir yanlış olmasın diye bir daha saydım. Hayır, hata yok. Peki yazar bu otuz nokta ile okura ne anlatmaya çalışıyor.

Otuz noktanın anlamını her okur kendisi düşünsün ancak kesin olan bir şey var. Yazar okurdan pasif bir okur olmasını istemiyor. Kitapta eksik bıraktığı yerleri onunla birlikte tamamlamasını istiyor ve ondan bunu bekliyor. İşte bu kitap bundan dolayı farklı, ismini okur verecektir. Belki başladığında kitabın bir ismi yoktur ama bittiğinde mutlaka bir ismi olacaktır.

Kitapta çok farklı konulardan denemeler, kısa öyküler ve şiirler bulunuyor. Hepsi de yazarın kaleminden, okurun gönlüne akan, derinden etkileyen anlatılardır.

“Başlangıca ihtiyacı vardı, tek yolu tükenmekti”

Bazen son dediğimiz, bitiş dediğiz şey aslında hiç ummadığımız bir başlangıçtır. Ben hep şöyle düşünürüm. Bir tohumun ağaç olması için ilk önce meyvenin yere düşmesi, sonra çürümesi, nemli ve karanlık toprağın altında bir süre geçirmesi gerekiyor. Sonuçta çekirdeğin kabuğunun çatlaması sonucu topraktan bir filiz boy atar. İşte belki asırlarca ayakta kalacak bir ağacın yetişme serüveninin başlangıcı.

Yazar da benzer bir serüvenden bahsediyor. Yeni bir başlangıcın tükenmekten geçtiğini bize şu sözlerle anlatıyor: “Biliyordu ki bazen kaybolmaktı özgürlük, bazen de tutsak kalmaktı. Yeni bir başlangıca ihtiyacı vardı, tek yolu tükenmekti… O da tükendi, bir çığlık gibi yavaş yavaş…” (s. 5)

“Tüm yaftalamalardan, tüm sınıflamalardan ve tüm genellemelerden uzakta, insanı insan olarak kabul eden bir bilgeyle karşılaştı günün birinde, açtı içini yaralarını gösterdi, yorulmuştu… Bilge ona “yaralanmak bile bazen hayatta olduğumuzu gösterir bize, önemli olan yaralanmamak olmamalı hiçbir zaman…” dedi ve ekledi “önemli olan yaralandığında onu saracak birisinin varlığı bilmektir!” (s. 7)

Bir anlamda bu denemeler özlü sözler gibi. Her bir okur kendinden, iç âleminden, hayallerinde ve rüyalarından bir şeyler bulacaktır. Okuru alıp götürecek, düşlere ve hayallere sürükleyecektir. Bir yandan da kendisini iyi anlayan, okuyan ve iç dünyasını elindeki kitaba döken bir yazar bulacaktır karşısında. Hepsi de şiir tadında…

Yazar bazen bize canlılara hayat veren güneşten bahsedecek, bazen de Ankara’dan. İçinde aşk olan, özlem bulunan şiirler ve öyküler de bekliyor okuru. Ama hepsi de okuru daha güzel olan, iyi olana sevk etmek ister.

“Yaşam denilen yarı ütopik seremoninin de belki de daha yaşanılır olmasını sağlayan güneşler var hayatımızda. Farkına varmadan doğuşuna şükretmek yerine perdeleri kapatıp derin bir karanlığa düştüğümüz, güneşler…” (s. 11)

Kalbi hüzün dolu birisinin dilinden aynı zamanda dünyanın en evrensel ve değişmez kuralını, öğüdünü dinleriz: “Sev insan, bir ağacı sev, bir umudu, bir kavgayı… Kuru bir ekmeği sev… Hayat çok kısa ve gittiğinde yüzünde minicik bir gülümseme kalsın…” (s. 16)

Denemelerin arasından yazar bize bazen şiir, bazen bir kısa bir öykü sunuyor. Bir kar tanesinin güneşe âşık olmasını anlatan güzel bir anlatım ise şöyle başlıyor: “Vaktin birinde kimsesiz bir kar tanesi, âşık oluvermiş bir güneşe…” (s. 17)

“Kalemini kenara koydu ve yazdığı satırları tekrar okudu. Bir mengeneden kurtulmaya çalıştığını biliyordu uzun zamandır. Bilmediği ise kurtulmak isteyip istemediğiydi…” (s. 19) diyen yazar bana ünlü Arjantinli kısa öykü yazarı Jorge Luis Borges’in sözlerini hatırlattı. Borges, aslında yazmanın kendi tercihi olmadığını ve kurtulmak için yazdığını söylüyordu. Onun için kafasındakilerden kurtulmanın yolu ancak yazmaktı. Yoksa başkalarının yazdıklarını okumayı daha çok sevdiğini söylüyor.

Bu denemeler de yazarın aslında bir yerlerde sıkışıp kaldığını, kurtuluş ve özgürlük aradığını anlatıyor. Belki de bu yazdıkları onun kurtuluşu olacaktır. Yazarak özgür kalacaktır.

“Yargılar gelir peşi sıra, durmak bilmeden. İşte o zaman anlar insan bazen esaretin gerçek özgürlük olduğunu. Bedenin esaretidir ruha özgürlüğünü veren…” (s. 26) diyen Bhudhai, bir şiirinde de şöyle sesleniyor:

“yüreğim sıkışıyor,

ve lanet olası bir sonbahar akşamında

acılar çekiyorum,

içimdeki hüzün uyanıyor

galiba…

düşen her yaprak

biraz daha ölümü hatırlatıyor bana,

ve ben yok olmak istiyorum,

defalarca

her sonbahar akşamında…” (s. 42)

Bu şiirle içini okura döken yazarın kitaptaki hiçbir denemesi, öyküsü ve şiirinde başlık yoktur. Tıpkı kitabın kendisi gibi. Sadece bir dizi nokta “……….……….……….”. Tam otuz adet nokta. Kitap başlığını okurdan bekliyor. Tıpkı kitaptaki deneme ve şiirler gibi. Deneme ve şiirlerin başlık yerine noktaları bile yok. İşte okura düşen bir görev bu. Nasıl ki yazar istediğini yazsın okur her bir anlatıyı kendi hayal dünyasıyla anlamlandırır ve hayat verir. İşte bu anlatıların başlığına da okur hayat verecektir.

Eğer bu kitabı okuyorsanız hiç durmadan ve çekinmeden elinize kalem alın ve kitaba, denemelere, şiirlere birer başlık verin. Artık bu kitap sadece Shah Bhudhai mahlaslı yazarın eseri olmaktan çıkacak, okur ile ortaklaşa bitirilen ortak bir yapıt olacaktır. Okurdan da bir parça içeren bir kitap haline gelecektir.

Şiirlerinin bazılarında ise gazeller olduğu gibi yazar da son beyitte mahlasına yer veriyor ve şöyle diyor bir şiirin sonunda.

Mevlanayı arar isen

Yunus nerede der isen

Bhudhai’yi dinler isen

Gir kalbinin dergâhına (s. 78)

Son olarak kitapta en çok sevdiğim şiiri paylaşarak yazıyı bitirmek istiyorum. Bhudhai şöyle sesleniyor:

“Ölüm yolu yürüyorsan

Can olurum.

Derman iste derman verir

Zayi olurum.

Görmüyorsan

Gözlerine fer olurum.

Bin parçaya böl

Birleş de, Bir olurum.” (s. 89)

Dr. Javanshir Gadimov – edebiyathaber.net (13 Ekim 2017)

Yorum yapın