Başka suların akıntısına kapılmak: Zeynep Göğüş ve “Zeytin Kuşu” | Ali Gence

Mayıs 13, 2020

Başka suların akıntısına kapılmak: Zeynep Göğüş ve “Zeytin Kuşu” | Ali Gence

Zeynep Göğüş’ün geçtiğimiz yıl Everest Yayınları’ndan çıkan romanı Zeytin Kuşu,  içinde olduğumuz zor yaşamsal koşulları ve doğayı korumak adına verdiğimiz mücadeleyi yansıtan önemli bir eser. İlk günkü heyecanıyla okurunu bekleyen roman, aşıladığı mücadele azmiyle okura (belki de) yeni bir dünyanın kapılarını aralıyor.

Temel olarak Zeta ve Bulut’un hikâyesini okurla buluşturan Zeytin Kuşu, birçok farklı kaynaktan besleniyor. Bu açıdan özellikle Yunan ve Roma mitolojisi önemli bir yerde duruyor. Göğüş bunu daha metnin ilk sayfalarında açıkça gösteriyor ve metnine hem kaynaklık edebilecek hem de ona paralel bir şekilde ele alınabilecek örgülerden bahsediyor. Bunlardan biri olarak şüphesiz Achilles ön plana çıkıyor. Yunan mitolojisinin en önemli karakterlerinden biri olan Achilles, ancak topuğundan vurulursa ölebilecek bir yarı-tanrı-karakter olması ve cesaretiyle biliniyor, özellikle de Troya Savaşı’nda Hector ile mücadelesi anımsandığında. Homeros’un özellikle İlyada’da bizlerle paylaştığı bu bilgiler, günümüzde de bizi beslemeye devam ediyor, tıpkı Zeynep Göğüş’ün Zeytin Kuşu’nda yaptığı gibi.

Göğüş, romanın ilk sayfalarında Achilles ile zeytin ağacı arasında bir bağ kurarak metnine giriş yapar ve ikisini belirli bir paralellik etrafında ele alır. Bu bağ, her ikisinin de hem zayıf hem de güçlü yanlarını işaret eder. Achilles, topuğundan vurulmadığı sürece ölümsüzdür ve gücünü açıkça herkese ilan eder. Bu anlamda aslında bir tür ölümsüzdür. Bilenler bilir ki, zeytin ağacı da güçlü ve dayanıklı yapısıyla meşhurdur. Kökten sökülmemiş bir zeytin ağacı bir şekilde varlığını devam ettirecek ve yaşayacaktır. Yani o da bir tür ölümsüzdür. Dolayısıyla Göğüş, aslında bu yarı ölümsüz iki unsuru, her ikisinin zayıf noktası olarak bedenlerinin en alt kısmında yer alan bölgeleri işaret ederek birbirlerine eklemler. Böylelikle ortaya birbirlerine oldukça benzer ve paralel bir hikâye çıkar. Bu anlamda okur, eğer metin boyunca zeytin ağacının ön plana çıktığı yerlerde onu bir tür Achilles olarak düşünür ve hayal ederse burada yazarın yapmak istediği daha açık bir şekilde anlaşılabilir. Bu zengin yapı, yazarın aslında metnini oluştururken ne denli incelikli bir yapı sunduğunu açıkça ortaya koyar. Zeytin ağacı da Zeta da Bulut da tıpkı Achilles gibi cesur, mücadele azmi yüksek ve güçlüdür.

Zeytin Kuşu, insanın kendisine ve çevresindekilere karşı da yönelen, doğaya karşı yapılan amansız saldırıları engellemek isteyen destansı bir direnişi okurla paylaşır. Bu direniş, aslında hepimizin bir parçası olması gereken ve bundan başka bir seçeneğimizin olmadığı bir direniştir: Doğayı korumalı, onunla dost olmalıyız. Doğayı her incitişimizde aslında kendimizi, kendi yaşamımızı, çevremizdekileri ve kendi geleceğimizi incitmiş olur, bundan da sadece biz zararlı çıkarız. Bunun ve bu direnişin bir parçası olmayanlar tüm insani değer yargılarından uzaklaşmakta, onda kötücül bir yan ve ruh bulmaktadır. Bu da kendisini birçok farklı biçimde göstermektedir.

Göğüş, bu anlamda romanında safları belirgin bir şekilde gösterir: Bir yanda doğayı koruyan, onunla beslenen ve onu da besleyen köylüler; öte tarafta onu yok etmek, ondan faydalanmak ve sonra onu bir köşeye atmak isteyen zengin patronlar. Bu ikisi arasında ise kendi çıkarına göre taraf değiştirenler, rol yapanlar, bilinçsizce hareket edenler vardır, sözgelimi romanda bahsedilen yerel medya gibi. Aslında tüm köylüler onları tanır ve ne yapmak istediklerini bilir. Bunun için de daha baştan onlar hakkındaki hükümlerini verirler. Böylesi bir direnişte de insan, kendisinden ve yoldaşlarından başka hiç kimseye güvenemez. Bunun için Zeta ve çevresindekilerin hikâyesi bir direnişin destanlaşmış hâli olmaya doğru hızla evrilir. Zaman geçtikçe olaylar daha keskin bir hâl almaya başlar ve herkes gerçek yüzünü gösterir. Tüm bu süreç boyunca ise değişmeyen sadece birkaç kişi vardır, ki onlar da direnişin yüzü olarak hafızalarımızda kendisine güçlü bir yer bulur. Tüm bu olanlar da Zeytin Kuşu’nu hem bir direniş romanı, hem de her tür haksızlık ve iki yüzlülüğe karşı bir cevap romanı yapar.

Romanın ana karakterlerinden Bulut, büyük şehirde yaşayan ve New York’ta yeni bir sergi açmak üzere olan bir karakterdir. Bulut’un annesi Zeta ise kararlı ve inatçı duruşuyla bilinen, dirençli ve köy yaşamına önem veren bir karakterdir. Özellikle Nuri, bu anlamda arada kalmakta, bir anlamda bu iki güçlü unsur arasında geçişken bir unsur gibi durmaktadır. Bu karakterlerin etrafında ise Emine, seyis, yerel gazeteciler, muhtar, Adanalı, Kör Ayşe gibi birçok yan unsur söz konusudur. Göğüş, tüm bu karakterleri ve ana hikâyeyi yan metin ve örgülerle besler, ondan güncel sorunlara doğru yönelen yeni kanallar açar. Tıpkı Emine ve kızının yaşadıkları, cinsiyet eşitsizliği, cezasız bırakılan suçlarda olduğu gibi. Tüm bu farklı kişiler bir araya geldiğinde ortaya hepimizin günlük hayatta da tanıdık olduğu oldukça gerçek bir anlatı çıkar. Bu açıdan Göğüş’ün gerçekliği oldukça yüksek ve bizi söylediklerine inandıran bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Göğüş’ün tutarlı ve söylemlerini destekleyen karakterleri de buna hizmet etmekte, bu da okur için ikna edici bir eser vücuda getirmektedir.

Anne ile oğlu arasındaki ilişki sanırım hem günlük hayatımızda hem de özel bir konu olarak sanat dünyasında özel bir konuma sahiptir, tıpkı babalar ve oğullar gibi. Onların birbirlerinden aldıkları ve birbirlerine verdikleri hem kaderlerini hem de sanatçılar özelinde sanat yaşamını belirler. Sigmund Freud da bu tür ilişkilerin önemine vurgu yapar ve bu ilişkilerin tüm hayat döngümüzü meydana getiren ana etkenlerden biri olduğunu ileri sürer. Buna edebi dünyadan da birçok örnek verilebilir. Fransız şair Charles Baudelaire’in annesiyle, bir anne olan Sylvia Plath’in çocuklarıyla olan ilişkisi gibi. Zeytin Kuşu’nda Zeta ile Bulut’un ilişkisi de bir anlamda böyledir. Her ikisi de aslında oldukça güçlü kararakterlerdir, romanın sonundaki o büyük birleşmeye doğru giden süreçte bu daima hissedilir. Ancak romanın başına bakıldığında birbirlerine karşı ileriye sürdükleri bahaneler, araya koydukları soğukluklar, kendilerinden ödün vermeyen katı duruşları bu anlamda onları biraz farklılaştırır. Değişen zaman ve koşulla ise onlara daha farklı ve sıcak şeyleri hatırlatır ve yeni bir anne-oğul ilişkisinin doğmasına neden olur. Bu da romana yeni bir pencere daha açmış olur. Zeta ve Bulut’un beraber ördükleri ilişki ağı, insanları örgütlemeleri, ortak tutum ve davranışları –kendi içlerindeki tüm ayrışmalara rağmen-, bu açıdan oldukça belirleyicidir. Zeta’nın güçlü kişiliğinin akisleri Bulut’ta da ortaya çıkar ve çevresine de güç verir.

Bellek ve hafıza belki de yaşamımızın en önemli unsurlarıdır. Belleğini kaybeden bir toplum veya bireyden geriye çok az şey kalır, hatta hiçbir şey. Romanın bir başka konusu işte tam olarak budur. Köye gelen yabancı güçler, ki aslında bunlar da toplumun farklı parçalarıdır, onların elinden hafızasını, burada bir sembol olarak zeytin ağaçlarını, almak ister. Bunu başarırlarsa her istediklerini elde edebileceklerini, zira belleği olmayan birinin artık kendisini başka suların akıntısına bırakacağının farkındadırlar. Bu yüzden zeytinlikler üzerinden toplumun belleğine karşı saldırıya geçer ve püskürtülürler. Zeta, bu yüzden zeytinlikleri korumak için bunca mücadele verir ve düşmanlarına karşı yeri geldiğinde kendisini bir set olarak öne sürer. Eğer romanın vardığı noktada hâlâ kolektif bir bilinçten söz edebiliyorsak bu Zeta ve Bulut’un güçlü karakterlerinden, güçlüye karşı gösterdikleri destansı dirençten ve birbirlerinin eksikliklerini tamamlamalarından gelir, ki bunda da annenin, yani Zeta’nın büyük bir payı vardır.

Zeynep Göğüş’ün ikinci romanı olan Zeytin Kuşu, okuru Ege’nin o eşsiz zeytinliklerinde yolculuğa çıkaran özel bir roman. Roman, içerdiği güncel meseleler üzerinden ilgi uyandırdığı kadar günümüze dair düştüğü notlarla da bir tarih yazma bilincini meydana getiriyor. Zeytin Kuşu, hem geleceğimize dair tartışmaya açtığı konuları, hem toplumu uyaran içeriği, hem güçlü ve iç içe geçmiş karakterleri, hem de akıcı diliyle okuru çabucak kavrayan bir roman olarak okurunu bekliyor.

Ali Gence – edebiyathaber.net (13 Mayıs 2020)

Yorum yapın