
Ezgi Tanergeç’in, Devridaim ve Geç Kalanlar Kümesi’nden sonraki üçüncü romanı Tuzlu Yüz, İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Anadolu’nun bilinmeyen bir yerinde ve bilinmeyen bir zamanında geçen Tuzlu Yüz, bir köy romanı. İçinde tuzlu bir göl, hesapsızca işlenen hesaplı bir cinayet ve içine düştükleri çarktan kaçmayı bir türlü beceremeyen köylüler var.
ASIL KİRLENEN ŞEY NE?
Kitabın merkez nesnesi, axis mundi’si köyün ortasındaki tuzlu göldür. Bu göl hem cennet hem cehennemdir. Bütün köy bu göldeki tuzları toplayarak geçinir ama aynı sebep yüzünden de kendilerine başka bir alternatif yaratamazlar. Diğer bir deyişle bereketleri ve lanetleri birdir.
Ancak göl, etten kemikten bir karakter gibi zamanla bir dönüşüm geçirir ve gitgide küçülmeye, gitgide tuzun zenginliği azalmaya başlar. Köylüler de bunu “kirlenme” olarak adlandırırlar. Neticede axis mundi bir tür tapınak olarak da değerlendirilir ve tapınağın doğal / doğaüstü birtakım kuralları vardır. Bunların ihlali ise doğal / doğaüstü yaptırımlar şeklinde tezahür eder.
Romanda da bu kuralın köylüler tarafından çok kere ihlal edildiğini görüyoruz. Çalışma alanına arabayla girmek, gündelik kıyafetle çalışmak gibi… Hadi bunlar neyse ama asıl kural ihlali, tuzun ortasında kimliği belirsiz bir ceset bulunmasıyla başlıyor. Bu duyulur, jandarma soruşturma başlatırsa tuzlarını kimsenin almayacağını düşünen köylüler, ağız birliği ederek cesedi gizlice bir yere gömüyorlar, yani işlemedikleri bir cinayeti örtbas ediyorlar.
Böylelikle “gölün kirlenmesi”, dahası “kirlenme” kavramı birincil anlamından uzaklaşıyor, köylünün kirlenmesiyle, vicdanın kirlenmesiyle bileşiyor. Öyle ki köye koca bir şirketin çökmesini, köylüyü borçlandırıp sadece kendisine çalıştırmasını da aynı vebale içkin görebiliriz.
CİNAYET: YENİ BİR HAYAT İÇİN
Tanergeç, kitabın karakterlerini tasarlarken iyi-kötü dengesini elinden geldiğince silikleştirmiş. Böyle olunca da çatışmalar çift yönlü olarak okunmaya açık hale gelmiş.
Bunun en güzel örneği romanın başkarakteri Haydar’da ortaya çıkıyor. Vaktiyle tuzlu göl yüzünden suratında yanıklar oluşan Haydar (bunun üzerine biraz daha gidilmesini beklemedim değil), tipik bir Anadolu köylüsü. Maksimum çıkar elde etmek için başının üstünde kırk tilki dolandıran, üstelik bunu da ailesini düşündüğü, evladına daha iyi bir gelecek kurma niyeti taşıdığı için meşrulaştıran biri. Evet, Haydar gerçekten de karısını ve oğlunu düşünüyor, zira amcasının ona mal mülk vaadiyle işlettirmeye çalıştığı cinayet konusunda başka türlü çelişkiye düşemeyeceğini içten içe o da biliyor.
Kitabın öne çıkan karakterlerinden Haydar’ın karısı Meryem ise muhtarlığa aday olma, seçim süreci vs. üzerinden romanda yeni bir çatışma yaratıyor. Kırk yıllık muhtara alternatif olarak seçimlere giriyor ancak bir kadının seçimlere girmesinin yarattığı şaşkınlığı köylülerde pek görmüyoruz, Tanergeç, bundan ziyade bunun sonuçlarına odaklanıyor ki romanı finale taşıyan aks da zaten buradan çıkıyor.
YAVAŞ YAVAŞ ÖLMEK
Kitapta dikkat çeken bir diğer karakter ise köye sonradan gelen akademisyen Okan. Okan, köylünün pek sevmediği biri. Tuzlu gölü üzerine araştırmalar yapıyor. Bir yabancı olduğu için de okur ister istemez onun yanında konumlanıyor. Haydar ona köyün geçmişindeki olayları anlatırken, okur da onunla beraber öğreniyor.
Okan, araştırma notlarının bir yerinde şöyle yazıyor:
“İnsanoğlu tuz tüketmezse ölür çünkü. Yaşamın kaynağına sahip bu köy nasıl oluyor da kendi yaşamını sürdürmekte bu kadar zorlanıyor? Neden yavaş yavaş ölüyor?”a
Buradaki önemli mesele “yavaş yavaş ölmek”. Tencerenin içinde piştiğini fark etmeden can veren kurbağa misali, Tuzlukarnı köylüleri de gölün ellerinden nasıl gittiğini, şirketin borçlu kölelerine dönüşüp nasıl karın tokluğuna çalışacak hale geldiklerini bilmeden yaşıyorlar. Üstelik bir çözümleri de yok. Final bölümünü bir yana bırakırsak, kitabın başından beri bulunan tek çözüm bireysel, o da ancak bir cinayetin ardından sunuluyor. O denli çaresiz, o denli “kirlenmişler”.
AKICI VE SADE BİR DİL
Tuzlu Yüz, 184 sayfalık bir roman. Tanergeç’in en kısa kitabı. Olay örgüsü de buna endeksli olarak başkarakter Haydar’ın çelişkileri üzerinden ilerliyor. Okan’ın araştırma notları ve Meryem’in muhtarlık süreci onu kesen yan hikâyeler olarak karşımıza çıkıyor.
Tanergeç, bütün bunları akıcı ve sade bir dille anlatıyor. Büyük, süslü cümleler, şaşırtıcı kurgu numaraları ya da finalde açığa çıkan çarpıcı sürprizler yok. Tanergeç, büyük olaylardan ziyade, karakterlerin içinde bulundukları koşullarda nasıl çırpındıkları üzerine yoğunlaşıyor. Böylece Tuzlu Yüz kısa ama etkileyici duyguları barındıran bir roman olup çıkıyor.

















