Asuman Susam: “Yeryüzünde acı, keder, yenilgi yokmuş gibi davranamaz bir yazar.”

Ocak 11, 2016

Asuman Susam: “Yeryüzünde acı, keder, yenilgi yokmuş gibi davranamaz bir yazar.”

kemik-inadiDördüncü şiir kitabı Kemik İnadı yayımlanan Asuman Susam’la tanık olmanın, tanık olurken reddetmenin biçimlerini konuştuk. Belgesel sinemadan, şiir incelemelerine farklı alanlarda da ‘çalışan’ Asuman Susam, bazı kelimelerin ve coğrafyaların kendisindeki yanılsamalarını anlattı.

Dil mi inatçıdır? Kemik mi?

Dil cehennemdir, verili olandır. Bizi kuşatan. Biz kemikle, onun inadıyla kaçış çizgileri yaratmaya çalışıyoruz bence. Sanat, şiir bunun için. Siyasi olanı da buradan, majör olandan kaçarak ve kaçarken kuruyoruz. “Hem bir olanak, hem olasılık” insan. Oluş hali, hayatla ve şeylerle hemhal olma durumu. Semboliğin alanından, babadan, aileden, temsiliyet ve türlü iktidar ilişkilerinden kaçış yeri şiir, kemik de orada. İlksel olan, kökensel olana doğru dili bozarak, parçalayarak, aşındırarak bir yolculuk. Bu aşınmayı, bozmayı sağlayan kemiğin inadı. Kemik bir çeşit arzu makinesi…

Şiir bir savunma biçimi midir? Eğer böyleyse size göre, Şiir’iniz neler ile hesaplaşmaktadır?

Savunmadan çok bir kaçış, sızma ve aşındırma biçimi. Kaçış elbette semboliğin alanından, hegemonik olanın kuşatıcılığından daha barbarlık zamanlarına doğru. Pagan bir kaçış. Şiirin bir hesaplaşma alanı olmadığını düşünüyorum. Ama hayatla hesaplaşmak için alan açan bir güçtür. Şiir benim için daha çok bir bellek mekânı. Bu hatırlama, hatırda tutma, ahde vefayı da içerir, siyasalın alanına doğru akışı da. Varlığın ve varoluşun idrak biçimlerinden biri şiir. Hayat akarken, biz akışta eylerken sürekli değişiyoruz, farklılaşıyoruz. Değişmeyen bir töz de var ama. İşte o bende kemik olarak tezahür etti, onun inadı olarak. Sezgi kapıları ne kadar açıksa, idrak açıklığı ne kadar genişse tahayyül gücü de o denli büyük oluyor insanın. Sembolik alanın kuşatıcılığından bu açıklığa kaçmak için şiir hiç şüphesiz politik bir olanak. Politika yapmanın değil, politik olanı kurmanın. Her şiir bunu yapar kanımca.

Coğrafya şairi etkiler mi? Oslo’da yaşasaydınız örneğin hangi kelimeleri daha çok severdiniz?

Elbette etkiler. Coğrafya kaderdir deyip geçemeyiz elbette, ama oluşumuzu belirleyendir büyük ölçüde. Az insanlı, melankolik bir beyazlıkta yaşasaydım sessizliğin, dinginliğin, büyük, sonsuz açıklığın, belirsizliğin, boşluğun kelimeleri olurdu yanımda herhalde.

Soruyu bir de ‘düz’ünden soralım: Cizre’de yaşıyor olsaydınız, bu kelimeler hangileri olabilirdi?

 Kimileri için Cizre İzmir’e Oslo’dan daha uzak. Ama benim için öyle değil. Amed’in, Sur’un, Nusaybin’in, Mardin’in, Kızıltepe’nin sokakları benim yabancım değil. Kemik İnadı’nın sözcükleri Cizre’nin sözcükleri benim için. Otuz4, Amed’i Düşünürken, Kimse, Ücra, Utanç… İçimden çıkan ses, orayı düşünmenin sesi değil orası olmanın sesi, arayışıydı.

asuportreeElbette çok vardır ama, haksızlık yapma pahasına da olsa, sizi her seferinde ters köşeye yatıran şair ve şiiri?

Yok, öyle çok yok. Mistik ve metafizik olandan yana kökensel arayışları, ilksel olana dair yolculuğu ile Cahit Zarifoğlu’nun berk damarını zorlayıcı, sarsıcı bulurum. Bir de Ahmet Güntan. Deleuzecü bir sanat fikri peşinde bir şair. Her kitabının içerdiği şiir fikir bence yeni bir aşındırma denemesi. Mesela Romeo ve Romeo’su… Bu kitapta zamirlerin, tekrarların, zamir fiil ilişkisinin kuruluşları çok özgün, çok otantik. Bu, şiirin öznesini ve muhatabıyla kurduğu ilişkiyi bambaşka ve yepyeni bir yere taşıyor. Bir duyuş pratiği, bir dünya fikri üzerine bir söylem yaratıyor. Bunu şiirde bu farkındalıkla, güçlü bir sezgi ve duyuş açıklığıyla yapan çok az şair var.

Yazmakta olduğunuz bir şiir var mı? Var ise, hala bitirememenizin sebepleri var mı? Yoksa bitti de, ‘dinlendiriyor musunuz?’

Kitaptan aylar sonra bir şiiri yazıp nihayet bitirdim. Biri Dergisi’nin Ocak sayısında yer alacak. Başka da bir şey yazamadım henüz. Herkese böyle olmuyordur ya, bana da her kezinde böyle olmaz ama durdum sanıyorum. İçimde şarkı da mutlak sessizlik de yok. Sürekli bir uğultu. Bir derin orman uğultusu. Buradan ne çıkacak bilmiyorum henüz. Ama çıktığında dinlendirmek mi diyelim, demlenmesini beklemek mi? Yapıyorum ben de öyle şeyler. Kusursuzluk arayışıyla ilgili değil yaptıklarım. Sesin, ritmin beni ikna etmesi gerekir. Bedeniyle yazmak, bedeni yazmak deneyimleri bir anlamda sanki… Değilse kusur varsa ve hangi noktadaysa o kusur kalıyor şiirde, kalsın da isterim. Arayışımız kusursuzluğa dair değil ne de olsa.

Ercüment Behzat Lav’ın sizi etkileyen bir kitabı var mıdır? Ve nedenleri?

Bu soru çok ilginç oldu. Uzundur aklıma getirmediğim bir şair Lav; ama şiirle haşır neşir olma yıllarımın ta en başlarında, lise yıllarında, onca şair arasında ilgimi en çok çekenlerden biri olmuştu. Sesindeki başkalık, ironik edası, yenilikçi tavrı ilgilendirmişti beni. Yaşadığı dönemde de sonrasında da hak ettiği ilgiyi layıkıyla görememiş bir şair olduğunu düşünüyorum. Yaşadığı dönemde şiir alanında kendisi gibi avangart yaklaşımı olan iki şair daha sayamayız. Modern şiirin hakkı yenmiş öncülerinden olduğunu düşünürüm. Etkilenmekten çok merakla baktığım bir külliyat onunki.

Şiir neyi dener?

İnsan oluşun olasılıklarını ve olanaklarını dener. Hayatı şaşırtmayı, aşındırmayı dener. Verili olanla kuşatıldığımız demir kafes içinde özgürlük yoksa da kaçış var bunu dene, der şiir. Bunu dener.

‘Mezalim’i nasıl tanımlarsınız? Yazı ile vicdan yan yana geldiğinde, nasıl bir ses çıkar bundan?

Çok olanın az olan üzerindeki tahakküm ilişkilerinin hepsi her yerde zalimlik üretir. Kürtlere yapılan, Alevilere yapılan, kadınlara, çocuklara, LGBT bireylere reva görülen, tüm şiddet içeren eylemler güçlü olanın güçsüz olan üzerinde uyguladığı zulmettir. Mezalim de bu eylemler toplamına dair bilançodur. Yazı vicdan oluşturmaz, adalet de. Ama yazı vicdan ve adalet kavramlarını düşünmeye çağırır bizi. Bu anlamda bir tartışma ve çağrı alanıdır. O nedenle yeryüzünün bütün iyi metinleri neyden bahsederse bahsetsin zalimle yan yana, iç içe, art arda ya da aynı hizada durmaz. Yazının yüzü yaşamdan, yaşatmaktan yanadır. O nedenle yeryüzünde acı, keder, yenilgi yokmuş gibi davranamaz bir yazar. Burada yazının araçsallaştırılmasından söz etmiyorum elbette. Ontolojik ve etik bir zorunluluktan söz ediyorum.

Söyleşi: Olcay Özmen – edebiyathaber.net (11 Ocak 2015)

Yorum yapın