Arthur Schopenhauer -“Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” | Elif Kaymazlı

Haziran 21, 2025

Arthur Schopenhauer -“Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” | Elif Kaymazlı

Kendine Doğru Kazmak: Gerçek Mutluluk İçsel Devrimle Başlar

Say Yayınları tarafından çıkan ve Ahmet Aydoğan’ın çevirisiyle dilimize kazandırılan bu eser okuma, yazma ve düşünme eylemleri üzerinden bireyin bilgiyle, entelektüel üretimle ve varoluşla kurduğu ilişkiyi sorgulayan felsefi bir yaşam eleştirisidir. Bilginin bolluğunda düşüncenin kuruduğu bir çağda, Schopenhauer’un kısa ama sarsıcı bu eseri, bireyin düşünsel netliğine yönelttiği derin çağrıyla öne çıkıyor.

Kitap, “İnsan Mutluluğunun İki Temel Düşmanı” ana başlık altında dört ara başlıktan oluşuyor.

-Istırap ve Can Sıkıntısı

-Okumak ve Kitaplar Üzerine

-Yazarlık ve Üslup Üzerine

-Düşünmek Üzerine

Arthur Schopenhauer, d.1788, Danzing- ö. 1860 yılları arasında yaşamıştır.  Ünlü Alman filozof 19. yüzyıl Alman felsefesinin en özgün ve güçlü zekâlarından biri olarak, düşünce dünyasına getirdiği karamsar ama incelikli bakış açısıyla yalnızca felsefe tarihine değil, edebî düşünceye de derin izler bırakmıştır. Onun karamsarlığı, aslında hakikatin örtüsünü sıyıran bir sadelik arzusudur. “Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine,” onun felsefesinden daha çok, bu felsefenin gündelik yaşamdaki yansımalarına dair denemelerinden oluşan bir eserdir. Bu kitap, düşüncenin derin kuyularına bir bakış, yaşamın gürültüsü içinde hakikatin sessiz yankısını arayanlar için kısa ama iz bırakan bir düşünce yürüyüşü ve yaşamın bizzat kendisine yöneltilmiş bir eleştiridir

Bilmek mi, Düşünmek mi?

Schopenhauer’un “okumak” üzerine düşünceleri, dönemin aydınlanmacı coşkusunu sarsacak ölçüde radikal ve yıkıcıdır. Ona göre okumak, düşünmenin ikamesi değil, çoğu zaman onun engelleyicisidir. Bu düşüncesi, Kant sonrası Alman idealizmine yönelttiği genel eleştirinin bireysel bir uzantısı olarak okunabilir. Okuru, edilgen bir bilgi taşıyıcısına indirgeyen her türlü öğrenme biçimi, Schopenhauer’a göre hakikat arayışına değil, hafıza şişkinliğine hizmet eder.

Hayatlarını okuyarak geçirenler ve bilgeliklerini kitaplardan elde edenler, bir ülke hakkındaki tam ve doğru bilgiyi seyyahların anlattıklarından elde etmeye çalışanlara benzer.”

 Burada dikkat çekici olan, yazarın bilgiyi niceliksel değil niteliksel bir mesele olarak ele almasıdır. Sürekli ve yoğun okumaların düşünceyi törpülediğini, bireyin zihnini başkalarının düşüncelerinin mezarlığına çevirdiğini söylerken, aslında çağdaş bilgi toplumlarının temel bir açmazına da parmak basar: Bilgiye erişimin kolaylığı, bilgelik üretimini garanti etmez.

 Düşünmenin Yalnızlığı

Schopenhauer’a göre yazarlık, içsel bir zorunluluğun sonucudur. Bu noktada onu sadece bir düşünür değil, neredeyse bir varoluşçu yazar gibi görmek mümkündür. Yazmak, bir tür kaçış değil; hakikatin söze dökülmesidir. Yazmak isteyenin önce düşünmesi, düşünenin ise önce susması gerekir.

Bir insan her zaman oturup okuyabilir, fakat düşünemez. Düşünceler insanlar gibidir: onları canımız istediği zaman çağıramayız.”

Schopenhauer, bu cümlede çağının –ve belki de bizim çağımızın da– en belirgin entelektüel hastalığını teşhis eder: Yazmak için yazmak. O, yazının ancak düşüncenin meyvesi olduğunda anlamlı olabileceğini belirtirken, durmaksızın üreten ama derinlemesine hiç düşünmeyen modern yazar figürünü eleştirir. Bu, günümüzün “içerik üreticisi” figürüyle ürkütücü biçimde örtüşmektedir. Yazmak bir ifade biçimi olmaktan çıkar, bir endüstriye, bir dikkat avcılığına indirgenirse; o zaman hakikat de, düşünce de bu gürültü içinde boğulmaya mahkûm kalır. Yazmak, düşünmekten çok bir alışkanlığa ya da gösteriye dönüşmüştür. Bugün içerik üretiminin hızına ve yüzeyselliğine baktığımızda, Schopenhauer’un eleştirisinin ne kadar geçerli olduğunu görebiliriz.

Gerçek Mutluluk İçsel Devrimle Başlar

“Sıradan insan hayatın mutluluğunu kendi dışındaki şeylerde arar. Oysa yapması gereken hakiki kaynağı yani kendi hayat gücünü geliştirmektir.”   

Schopenhauer’a göre sıradan insan, mutluluğu kendi iç varoluşundan çok dış dünyada, nesnelerde, unvanlarda, toplumsal onayda ya da geçici hazlarda arar. Bu dışsal arayış, kaçınılmaz olarak hayal kırıklığına ve tatminsizliğe yol açar. Çünkü dış dünya sürekli değişkendir, kontrol edilemezdir ve çoğu zaman yanıltıcıdır. Mutluluk burada, tıpkı seraba benzer; yaklaşılır gibi olur ama hiçbir zaman yakalanamaz.

Oysa Schopenhauer’un önerdiği yol, içsel bir dönüşümle mümkündür: Bireyin kendi yaşam gücünü, irade ve bilinç düzeyini geliştirerek ruhsal derinliğini inşa etmesi. Ona göre insan, ancak kendi içsel kaynaklarını güçlendirdiğinde —yani düşünce, duyarlık, estetik algı ve bilgelik yoluyla ruhunu olgunlaştırdığında— kalıcı bir tatmin duygusuna ulaşabilir. Bu da ancak kendiyle baş başa kalabilen, yalnızlıktan kaçmayan, düşünmeyi bir ihtiyaç olarak gören insanın erişebileceği bir düzlemdir.

Schopenhauer, bu anlayışıyla mutluluğu bir sahip olma meselesi olmaktan çıkarır, bir olma biçimi haline getirir. Mutluluk artık bir sonuç değil, bir varoluş tarzıdır. Ve bu varoluş tarzı, yalnızca dış dünyadan geri çekilip kendi iç sesini duyabilen bireyler için mümkündür. Nitekim onun felsefesinde hakiki mutluluğun yolu, gösterişli bir hayat değil, sade bir zihin, derin bir ruh ve gelişmiş bir içsel yaşamdır.

Sessizliğin Felsefesi

 Eserin en dokunaklı ve aynı zamanda en derin felsefi boyutu, “yaşamak” kavramına dair olan düşüncelerinde saklıdır. Schopenhauer, yaşamı, metafizik sisteminin temel taşı olan “irade” kavramıyla iç içe geçmiş bir varoluş olarak resmeder. Hayat, tatmini mümkün olmayan, sürekli çırpınan bir arzu zinciridir; her yeni istek, öncekinin yerini alır ve ruhu yorucu bir döngüye hapseder. Bu bitimsiz arzular denizinde, gerçek huzur ve sükûnet dışsal arayışlarda değil, iradenin esaretinden kaçışın mümkün olduğu içsel bir sükûnet içinde bulunabilir. Bu sessizlik, dünyaya karşı bir teslimiyet değil, kendi varlığının özüne dönülen bilinçli bir geri çekiliştir; hakikate ulaşmanın, arzuların zincirlerini kırmanın ve varoluşun anlamsızlığından sıyrılmanın felsefi kapısıdır.

Bu düşünce, Schopenhauer’un Doğu felsefelerine, özellikle de Budizm ve Hinduizme duyduğu ilginin bir yansımasıdır. Yaşamın anlamı, arzunun son bulduğu noktada başlar; sessizlik, görkemin değil hakikatin dilidir.

Dil, Üslup

Schopenhauer’un bu eseri, yalnızca felsefi içeriğiyle değil, diliyle de dikkat çeker. Dili yalındır ama sıradan değildir; sade olduğu ölçüde derin, doğrudan olduğu ölçüde ironiktir. Eserin her satırı, okuyucusunu sorgulamaya davet eden bir seslenişi vardır.

Seneca’nın söylediği gibi, “Okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, insanın canlı canlı gömülmesidir.”

Schopenhauer, “Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine,” felsefî deneme ile edebî anlatım arasında kurduğu dengeyle Montaigne’in ‘Denemeler’ini, Pascal’ın ‘Düşünceler’ini ya da Nietzsche’nin ‘İnsanca, Pek İnsanca’sını andırır.

Arthur Schopenhauer’un bu eseri, hakikatin silikleştiği günümüz bilgi çağında, yüzeysel düşünce alışkanlıklarını yerinden oynatan; yalın fakat keskin diliyle okuru hakikatin kıyısına sürükleyen sarsıcı bir metindir. Bireyin bilgiye maruz kalma halini sorgulayarak, derinlemesine analiz eder.

 Bu kitap, kendini entelektüel olarak geliştirmek isteyen herkes için bir uyarı niteliğindedir.  Daha az tüketmeye, daha çok düşünmeye; daha az konuşmaya, daha çok susmaya; daha az göstermeye, daha çok olmaya yönlendiren bir düşünce coğrafyası sunmaktadır.

Schopenhauer’un karamsarlığı, modern bireyin içine hapsolduğu yüzeysel iyimserliğe karşı yöneltilmiş hakiki bir düşüncenin özüne dönmeye yönelik bir farkındalık çağrısıdır. Ve bu çağrı, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ yankılanmaya devam etmektedir.

Eğer okuma eyleminin sadece bilgi yığmak değil, kendini tanımanın ve düşünsel arınmanın bir yolu olduğuna inanıyorsanız, Schopenhauer’un, “Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” adlı kitabı tam da bu içsel yolculuğa eşlik edecek bir rehberdir. Bu kısa ama yoğun metin, modern hayatın gürültüsünde kaybolmuş zihinlere sadelik, yalnızlık ve düşünme erdemini hatırlatır. Schopenhauer’un sert ama uyarıcı dili, sizi hem okumaya hem düşünmeye hem de hayatı daha bilinçli yaşamaya davet eder. Bu kitap, bilgi çağının yüzeyselliğinde hakikate susamış olanlara güçlü bir içe dönüş çağrısıdır. Okuyun; ama yavaş, sindirerek, kendi zihninize ayna tutarak okuyun.

edebiyathaber.net (21 Haziran 2025)

Yorum yapın