Bazı cümleler, bir kitabın ya da filmin içinde saklanmış halde karşımıza çıkar ve bir anda düşünce biçimimizi, hatta hayat yolumuzu değiştirebilir. Yazarlık da böyle değil midir zaten? İçimize düşen küçük bir kıvılcımla başlar, sonra bizi adım adım geliştiren bir serüvene dönüşür. Bu söyleşide, yazarların kendi ilham kaynaklarına, yazma alışkanlıklarına ve iç dünyalarına samimi sorularla dokunuyoruz. Her yanıt bir sahneye dönüşüyor, her sahne okura yeni bir kapı aralıyor.

Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabı “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” diye başlar. Sizin şimdiye kadar okuduğunuz kitaplar arasında hayatınızı değiştirmese bile etkilendiğiniz, okumasaydım çok şey kaybederdim diye düşündüğünüz bir kitap var mı?
Okuduğum her kitabın hayatın akışına bir etkisi olduğunu düşünüyorum. En pişman edeni bile bir şeyler öğretir en azından derim. Bir de elime aldığım kitapları pek bırakamam ben, illaki bitireceğim diye uğraşır o kitabı okumak için doğru zamanı tutturmaya çalışırım. Her kitabın bir uygun yeri, uygun zamanı bulunabilir bence. Hâl böyle olunca hepsi demek geliyor içimden ama bir tane seçmem gerekiyorsa bir yazar olarak yazıldığını kıskandığım bir kitabı seçeyim, bu duyguyu pek ender duyarım zira. Ursula K. Le Guin’in, Rüyanın Öte Yakası.
Dayanamayıp bir tane daha söyleyeceğim ki bu kitabı zar zor okumuştum aslında ama bittiğinde heyecandan arşa yükselmişti zihnim, bir daha okumak istediklerimden, Ingeborg Bachmann’ın Malina’sı.
Bu soru çok ilginç, hiç söyleyemem sanmıştım ama devamı diziliyor şimdi aklımda… fakat bir yerde bırakmak gerek 😊 bir tane de Türkçe edebiyattan ekleyeyim, okuma keyfinin yanında beni zevkle yazmaya da teşvik etmişti, Irmak Zileli’nin Gölgesinde romanı.
Yazmaya başlamanıza ya da yazı biçiminizi dönüştürmenize ilham olan bir film oldu mu? Olduysa hangi sahne sizi etkilemişti, bizimle paylaşır mısınız?
Başlamama yok ama yazı biçimine ilham olan filmler vardır sanıyorum. Sinema filmlerinin tüm sinematografik unsurlarla bütün bir anlatı kurduğunda keyifli bir seyirlik sunduğunu hissediyorum. Belki bu yüzden belki de hafızam o şekilde işlemediğinden sahne hatırlamam mümkün değil. Fakat filmleri söyleyebilecek gibiyim.
Gene seçmek zor olduğundan birkaç tane söyleyeceğim sanırım. İlki, 1995 yapımı, Antonia’s Line (Antonia’nın Yazgısı diye çevrildi, bildiğim kadarıyla tartışmalı bir çeviri.) Çok söze gerek yok fakat buradaki döngüsel zaman kullanımı en çok ilgimi çekenlerdendir.
Bana ilham veren ikinci filmi Karşılaşma’yı yazdığım zaman aralığında birkaç kez izledim, 1965 yapımı Sevmek Zamanı. Çeşitli yaklaşımlarla okunmaya açıklığı bir yana ‘suret’e âşık olmak demenin yeterli gelmeyeceği bir çağrışım zenginliğini içerebilmesi ayrı bir zevktir bence. Bu film hakkında ne söylesem çarpık çurpuk ya da eksik kalacak herhalde. İzlenmeli deyip susayım.
İki tane de yakın zamanda izlediğim ve muhtemelen sonraki kitaplarda ilhamlarını fark edeceğim film söyleyeyim.
1990 yapımı Masamdaki Melek, Yeni Zelandalı yazar Janet Frame’in üç ciltlik otobiyografisine dayanan bir biyografi. Saygı duruşu denen cinsten… anlatı diline bayıldım.
Son olarak da 2024 yapımı Balkondaki Kadınlar, anlatıda Türkçemizde eski tabirle garipi, şimdikiyle kuiri yakalamış bütün bir sinematografi kuruyor. Zaten de ilk gösterimini 2024 Cannes Film Festivali’nde yapmış ve Queer Palmiye seçkisinde yer almış.
Haruki Murakami, yazarlığın bedensel güç gerektirdiğini ve her gün koştuğunu ya da yüzdüğünü anlatır. Sizin düzenli bir spor alışkanlığınız var mı? Varsa bu fiziksel pratiğin yazma sürecinize etkisi nedir?
Karşılaşmayı yazdığım zaman aralığında evde yoga yapıyordum. Zarna Garg’ın söylediği gibi pijamayla, evde, tembellikten… eh biraz da pandemiden dolayı eve kapandığımızdan olsa gerek.
Dışarıda yapmayı sevdiğim fiziksel şeyler yürümek ve dans etmek. Bunlardan başka pek de spor alışkanlığım yok ama beden eğitimi yaparım bazen. Ses, nefes çalışırım, bedenimi açmaya çok ender de esnetmeye çalışırım.
Bedensel esenlik duyumunun yazmak için düşünmeye olumlu anlamda etkisi olduğunu düşünüyorum. Kim nasıl duyuyorsa o esenliği…
Virginia Woolf, “Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın…” diyerek birçok kadına yazma cesareti verir. Bu sözden yola çıkarak, siz yazmaya yeni başlayan birine ne tavsiye ederdiniz? Bir yazarın en başta hangi gerçeğe ya da duruma hazırlıklı olması gerekir sizce?
Virginia Woolf’tan alıntının devamındaki “erkekler ne der diye düşünmeden yazın” kısmı da önemli bence. Bunu gözden kaçırmamak gerekebiliyor, adamların ya da ataerkil vesayetin ne diyeceğine, nereden nasıl okuyacağına dair düşüncelerle değil gönüllerinin çektiği gibi yazsınlar dilerim, cinsiyet ayırmadan herkes için.
Ben de yazmaya yeni başladım aslında o yüzden tüyo gibi yöntem önerisi ya da tavsiye veremem ama feminist edebiyat eleştirilerinin okunmasını ve çoğalmasını dilerim.
Bir yazar, bensem eğer, yazdıklarımın herkes tarafından farklı alımlanacağını bilmek yazarken beni rahatlatıyor ve yazmak en keyifli hale geliyor. İnsan her şeye hazırlıklı ol(a)mayabilir, o kısmı kişi kendi bilir sanıyorum.
İnsanlar genelde okudukları kitabın altını çize çize okur. Peki siz bir yazar olarak kendi yazdıklarınız arasında altını çizeceğiniz bir cümle seçseniz, hangisi olurdu? Neden?
Ara, bul, kaybet. Tekrar et…
Karşılaşma adlı öyküde geçen bu cümleyi seçerdim herhalde, önermesini seviyorum.

















