Alper Canıgüz: “Tarihin bir durup nefeslenemediği bir coğrafyada yaşıyoruz maalesef”

Mayıs 5, 2017

Alper Canıgüz: “Tarihin bir durup nefeslenemediği bir coğrafyada yaşıyoruz maalesef”

alper-caniguzSöyleşi: Can Öktemer

Alper Canıgüz, kendine has üslubu ve fantastikle kara mizahı etkileyici bir şekilde harmanlayan romanlarıyla son zamanların en dikkat çekici yazarlarından. Canıgüz’ün Türkiye edebiyatında pek aşina olmadığımız bir tarzı var.  Kendisinin külliyatına bakınca uzaylılar, zamanda yolculuk yapanlar, gizemleri ve polisiye vakaları çözen 5 yaşındaki Alper Kamu gibi sıra dışı karakterlerle ve hikayelerle karşılaşıyorsunuz. Alper Canıgüz, geçtiğimiz günlerde April Yayınları’ndan yayınlanan “Kan ve Gül” isimli yeni romanıyla okuyucunun karşısına çıktı. Kan ve Gül’de  zamanda yolculuk yapıp gençliğine dönen ve büyük bir gizemi çözmesi gereken Aziz’in hikayesiyle tanışıyoruz bu sefer. Alper Canıgüz’le son romanını, 90’lı yılları, X kuşağını ve son yıllarda yükselen nostalji kültürü üzerine konuştuk.

2013 yılında yayınladığınız Cehennem Çiçeği kitabınızdan sonra Kan ve Gül isimli bir romanla çıkageldiniz. Bize yeni kitabınızın oluşum sürecinde bahsedebilir misiniz?

Romanın çıkış fikri, biraz söylemeye çekiniyorum ama, gördüğüm bir rüyaya dayanıyor. Rüyamda, tanıdığım bazı insanlardan ikişer tane olduğunu görmüştüm, üstelik aynı kişinin bu iki versiyonu farklı zaman dilimlerine ait gibi davranmaktaydılar. Sürece gelince, biraz zahmetli oldu, diyeyim. Dramatik bir eser ortaya koyarken gündelik ajandalarınızdan biraz uzak kalmanız gerekiyor ama malumunuz Türkiye’de bu pek zor. Ayrıca kişisel olarak da pek huzurlu sayılmayacak bir dönemdeydim.

Kan ve Gül, Nirvana parçaları üzerinden ilerliyor. Nirvana’yı tercih etmenizde özel bir sebep var mı?

Bu roman biraz da, benim de dahil olduğum X kuşağını ve ruhsal tükenişini anlatıyor. Nirvana, doksanlı yılların havasını en güçlü yansıtan gruplardan ve grubun lideri Kurt Cobain’in intiharı bu kuşağın ölümünü de imliyor benim kafamda. Romandaki “olası cinayetin” Cobain’in intiharıyla aynı tarihe denk gelmesi de bunun bir yansıması aslında.

Kitabın ismi İskender Doğan’ın meşhur şarkısından gelmekte. Aynı zamanda kendisi romanda kilit bir rolde. Kan ve Gül’ü kitabın ismi yapma ve İskender Doğan’a romanda kilit bir rol verme fikri nasıl gelişti?

Yıllar önce, Beşiktaş’ta İskender Doğan’ın kuru temizleme dükkanını görüp çok şaşırmıştım, aklımda yer etmiş bir şekilde. Bunun dışında, İskender Doğan ve şarkısıyla benim hikayem arasında açıklaması güç bir dramatik ilişki de kurdum sanıyorum. Şöyle ki; Abdül ile Aziz, İskender Doğan ile şarkısı, Alper Kamu ile ben… bilmem anlatabiliyor muyum?

KANveGULRomanlarınızda polisiye hep ana damar oldu. Bununla beraber kitaplarınızda klasik polisiye anlatısının aksine polisiyeyi fantastik unsurlarla harmanlıyorsunuz ve gizemi çözmesi gereken karakterler de polisiye mevzulara çok uzaklar ve bir anda olayların ortasında kalıyorlar. Bize bu tercihinizden bahsedebilir misiniz?

Aslında polis ya da dedektif olmayan polisiye kahramanlar çoktur bu janr içinde. Geçen yıl tanıştığım bir Fransız yazar “penguen dedektif” hikayeleri yazıyormuş mesela. Yüz yıldan fazladır konvansiyonel polisiyeler yazılıp duruyor ve muhakkak ki, farklılık arayışı her sanat dalının önemli itici güçlerinden biri. Bir süre sonra polisiyenin “tekniğini ve ahlakını” alıp mimarisini farklı bir şekilde oluşturmaya çalışan yazarlar da çıkıyor ortaya. Yazdığım hikaye kadar edebiyatın bir dalı olarak roman üzerinde düşünmeyi de seviyorum ben.

Bir röportajınızda “bütün romanlarımın temel meselesi özgürlüktür” demiştiniz. Kan ve Gül’de geçmişin yükünden kurtulup ve onunla barışmaya çalışan bir karakterin hikayesine tanık oluyoruz. Bu anlamda ruhumuzun özgür kalabilmesi için geçmişin yükünden kurtulmamız mı gerekiyor sizce?

Geçmişinki de dahil, her tür yükten kurtulmak gerekiyor, evet. Kan ve Gül bu yükten kurtulmanın yolu olarak yüzleşme zorunluluğuna işaret ediyor.

Kan ve Gül’de ana karakterimiz geçmişe saplantılı bir şekilde kalmış ve kırık bir aşk hikayesi de peşini bırakmıyor. Geçmişin yükünden bir şekilde kurtulsak bile yarım kalan bir aşkın üzüntüsü ve pişmanlığı hep arkamızdan geliyor sanki. Siz ne dersiniz bu konu hakkında?

Çoğu insan için bu böyle galiba, evet. Ümit Yaşar Oğuzcan yazmıştı, değil mi? “Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır.”

Kan ve Gül geçmişe tıkılıp kalmak ve zamanda yolculuk üzerine ilginç bir roman. Kitabınızda güncel siyasi olaylara da göndermeler yapıyorsunuz. 90’lardan bugüne bakınca Türkiye’de zaman hiç ilerlememiş gibi, hep aynı şeyleri konuşuyoruz, tartışıyoruz sanki. Bu anlamda Türkiye’de zaman bir yere sabitlenmiş mi sizce? Bu konuda ne demek istersiniz?

Maalesef öyle. Sadece 90’larla sınırlı bir durum da değil bu. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri farklı biçimlerde tezahür etse de aşağı yukarı aynı temel meseleler hakkında didişip durduğumuzu görüyoruz. Bir de üstüne bugün, gündelik siyasetin alanı aşırı genişlemiş, hayatımızın manasız derecede fazla alanına tahakküm eder durumda.

Özellikle son bir kaç yıldır 90’lı yıllar özlemle anılmakta ve farklı bir yere konumlandırılmakta. Aziz de romanda gençliğine 90’lı yıllara dönüyor. Kitapta da 90’lı yıllara özgü durumları ince detaylarla anlatıyorsunuz. 90’lı yılları özel kılan neydi sizce?

Her dönemi özel kılan şeyler vardır aslında. Kan ve Gül bağlamında 90’ları Aziz için önemli kılan, hayatının kritik bir dönüm noktasını oluşturması ve bir de kanımca X kuşağının ruhsal bitişini imlemesi. Siyasi meselelere gelince, büyük ihtimalle Cumhuriyet tarihinden rastgele alacağınız herhangi bir kırk gün de en az romandaki kadar çalkantılı bir döneme denk gelecektir. Tarihin bir durup nefeslenemediği bir coğrafyada yaşıyoruz maalesef.

Modernizmin getirisi olarak zaman çok hızlı akmakta bunun sonucu olarak da nostalji kültürünün çok yükseldiğine tanık olmaktayız. Bu durum son yıllarda Türkiye’de de yükselmekte. Siz bu yükselen nostalji kültürü için ne demek istersiniz? Gelecekten biraz fazla mı ümidimizi kestik?

Öyle bir tarafı da var korkarım, haklısınız. Öte yandan nostalji insani bir duygu. Masumiyet ve deneyim insanın hayata yaklaşımını belirleyen, birbirine zıt iki hal. Deneyim arttıkça masumiyet kayboluyor. Geçmişe özlem biraz da masumiyete ve aynı hataları yeniden yapabilme lüksüne dair bir arzudur diye düşünüyorum.

Kan ve Gül’den sonraki çalışmanız ne olacak? Yeni bir Alper Kamu hikayesiyle karşılaşacak mıyız?

Evet evet. Yeni bir Alper Kamu hikayesi yazıyorum. Şimdilik adı ‘Kıyamet Park’ olacak gibi görünüyor. Kısmetse, önceki kitaplarıma göre daha kısa bir zaman içinde bitirmeyi de umuyorum doğrusu.

edebiyathaber.net (5 Mayıs 2017)

“Alper Canıgüz: “Tarihin bir durup nefeslenemediği bir coğrafyada yaşıyoruz maalesef”” üzerine bir yorum

Yorum yapın