
“Aile işe gidebilmemizin, işe gitmek zorunda olmamızın ve hatta işe gitmeyi istememizin sebebidir. Bu da temelinde, toplumumuzda bakımın özelleştirildiği gerçeğine verdiğimiz isimdir. “Aile” bakım ve özenle özdeşleştiği için yurttaşlık bilincine sahip olan her bireyin mükemmel varlık nedenidir: Görünüşte bireyci olmayan bir inanç ve kişinin düşünmeden, gönüllülük esasıyla kaydolduğu bencil olmayan ilkedir. Peki alternatifler ne olabilir?”
Sophie Lewis’in Ailenin İlgası: Bakım ve Özgürleşme İçin Bir Manifesto (Abolish the Family: A Manifesto for Care and Liberation) “Aile”yi (özellikle çekirdek aileyi) salt duygusal bir bağ ya da özel bir tercih alanı olarak değil, bakım emeğinin sömürülmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretilmesi ve kapitalist yeniden üretimin kilit mekanizması olarak ele alması adına “kutsal” olarak adlandırılan bir kuruma dair yepyeni manifestolar üretiyor. Bu manifesto içeren ilgaları gerçekleştirmek hiç de kolay değil, özellikle konu kutsal olarak atıfta bulunulan “Aile” ise. Yerçekimini ortadan kaldırmak bile olabilir ama “Aile” imkansız.
Neden “Aile” yi ilga etmek imkansız? “İlga etmek” ifadesinin kısa ama net ilk tanımı şöyle: Bir şeyin varlığını ortadan kaldırmak. Topluma, kültüre, iktisadi denkleme ve sosyal düzenlere yönelik birçok kurumun ortadan kaldırılamayacağı düşünülürse ve “Aile” bunun en başında gelen kurum ise varlığının ortadan kaldırılması söz konusu değil elbet. Diğer yandan “İlga etmek” ifadesinin İngilizcedeki “abolish” kavramının karşılığı olarak ele aldığımızda kitabın yazılma sebepleri, benzer kitaplardan farkları, itiraz ettiği ve konu ile ilgili neden yeni manifestolar üretilmek istendiği netlik kazanıyor. Yalnızca bir kurumun sona erdirilmesini değil, onun yerine daha adil ve özgürlükçü bir yapının kurulmasını hedefleyen radikal bir dönüşüm çağrısını ifade ediyor “İlga etmek”. Bu tanım aile, polis ya da hapishane gibi yapılarla ilgili kullanıldığında, reform değil köklü bir alternatif düşünce anlamına geliyor ki, düşünceleri kırmak, yenilemek, değiştirmek, dönüştürmek bir yapıyı kurmak veya yıkmaktan daha zor. Sophie Lewis tüm bu zor durumların farkında olarak başlıyor kitaba.
“Ailenin ilgası mı? Yer çekimini ya da Tanrı’yı da ilga edelim bari. Solcular şimdi de büyükannemi elimden alıp çocuklarıma el koymaya çalışıyor. Bu gerçekten ilerici bir hareket mi? Daha neler!? “Ailenin ilgası” ifadesini ilk defa duyan çoğu insan bu tepkiyi verir. Bu tamamen normal bir tepkidir. Sloganın barındırdığı ağır duygusal yükten ne kaçabilirim ne de bunu inkâr edebilirim. Buradaki amacım kısmen de olsa aileyi ilga etmek ile ilgili kolayca oluşabilecek pek çok yanlış anlamayı açıklığa kavuşturmak ve düzeltmektir. (…) Eğer dünya baştan aşağı yeniden yaratılmak isteniyorsa kişi de kendini yeniden yaratmaya istekli olmalıdır. Bunu algılayabiliyoruz. Çekirdek aile ve ödipal akrabalık ilişkileriyle (anne baba figürü ve çocuk) işlemeyen bir dünya hayal etmek çok zor, hatta imkânsız görünebilir. Ancak birey olma durumu tarih boyunca bu ilişkilerle süregelmemiştir. Bu da istersek bu durumu değiştirebileceğimiz anlamını taşır. “Aileyi ilga etmek” ifadesini duyunca verdiğiniz ilk tepki “ama ben ailemi seviyorum” ise şanslı insanlardan biri olduğunuzu ve sizin adınıza sevindiğimi belirtmek isterim. Fakat herkes bu kadar şanslı olmayı hak ediyor, sizce de öyle değil mi?”
Sophie Lewis, Ben Ailemi Seviyorum!, Hangi Aileyi İlga Edelim?, Aile İlgasının Kısa Tarihi, Akrabalığa Karşı Yoldaşlık başlıklı bölümlerle konuyu mercek altına alıyor. Bölümler boyunca aile kurumunun temel işlevlerini yeniden sosyalize etmeyi öneriyor Lewis: Bakım emeklerini kamusallaştırmak, akrabalık ve bakım ilişkilerini devlet, piyasa ve heteronormatif beklentilerden koparmak gibi. Kitabın yalnızca bir eleştiri değil aynı zamanda olumlu bir vizyon —paylaşılan bakım altyapıları, ortak yaşam pratikleri, “kinlessness” (akraba-olmama/akrabalıktan kopuş) ve kolektif sorumluluk— üretmek istediği ve önerdiği gözden kaçmamalı.
Kitabım ana tematik yapısını biraz daha mercek altına aldığımızda şu maddeleri görüyoruz:
Bakımın toplumsallaştırılması: Aile içi bakımın bireylerin omuzlarına yüklenmesinin toplumsal maliyetleri (özellikle kadınlar ve emekçi sınıflar için) vurgulanıyor. Lewis, bakımın kamusal, kolektif bir görev haline getirilmesini savunuyor.
Aile ve kapitalizm arasındaki bağ: Çekirdek aile, ücretli emeğin yeniden üretimini (yiyecek, bakım, duygusal destek) ucuzlatarak sermayenin çıkarına hizmet etmesinden dolayı aile kurumunun ekonomik bir işlevsellik taşıması konusunun altı önemle çiziliyor.
Akrabalığın yeniden düşünülmesi: Lewis, kan temelli veya heteronormatif akrabalık tanımlarını sorguluyor ve “kin”i yeniden tanımlayarak, zorunlu veya hiyerarşik akrabalık yerine gönüllü, dayanışmaya dayalı ilişkiler için alan açıyor.
Politik eylem olarak afilyasyon (affiliation): Bireysel ailecilikten kolektif örgütlenmeye geçişin yolları tartışılıyor. Kamusal bakım merkezleri, konut kooperatifleri, ücretsiz çocuk bakım ağları, esnek iş düzenlemeleri öneriliyor.
Eşitsizlik ve ırksal-cinsiyet boyutları: Ailenin farklı toplumsal gruplar üzerindeki etkileri eşit değildir deniliyor; göçmenler, siyah ve renkli bedenler, homofobiyi içeren eşcinsel guruplar farklı ve çoğu kez daha ağır biçimde etkilendiğine işaret ediliyor.
Aile kurumuna dair tematik unsurlarının inşası zor bir manifesto bu. Tüm ülkelerin tutucu, feodal gurupları adına ve böylesine vahşi bir kapitalist düzende tematik yapısı bu şekilde belirlenmiş bir manifestoyu hayata geçirmek ve uygulamak zorluğundan ziyade imkansız. Fakat cesur ve dönüştürücü bir vizyon söz konusu.
Genel hatlarıyla toparlamak gerekirse Lewis, akademik teoriyi diyalog kurmak isteyen manifestoyla harmanlıyor. Teorik olarak Marxçı feminist gelenekten besleniyor; bakım emeğinin görünmezliğini, ücretlendirilmemiş emek analizleriyle ortaya koyuyor böylece. Aynı zamanda queer teori, kürtaj/üreme politikaları ve hapishane/ceza karşıtı düşüncelerle ilişkilendirerek “aileyi kaldırma” fikrini hem cinsiyet hem ırk hem de sınıf perspektifleriyle irdeliyor. Kısa, keskin pasajlara da yer verilen içeriğe akademik referanslar ve kültürel göndermeler eşlik ediyor, ama Lewis’in hedefi okuru teorik terimlerin ötesinde politik bir hayal kurmaya zorlamak.
“Aile nedir? Ailenin insanların güvende oldukları, oradan geldikleri, onları oluşturan ve ait oldukları tek yer olduğu fikri o kadar derinlere işlemiş ki bu artık bir fikir gibi bile gelmiyor. O zaman şimdi bunu çözümleyelim: Aile işe gidebilmemizin, işe gitmek zorunda olmamızın ve hatta işe gitmeyi istememizin sebebidir. Bu da temelinde, toplumumuzda bakımın özelleştirildiği gerçeğine verdiğimiz isimdir. “Aile” bakım ve özenle özdeşleştiği için yurttaşlık bilincine sahip olan her bireyin mükemmel varlık nedenidir: Görünüşte bireyci olmayan bir inanç ve kişinin düşünmeden, gönüllülük esasıyla kaydolduğu bencil olmayan ilkedir. Peki alternatifler ne olabilir?”
Sophie Lewis’in manifestosu, konvansiyonel aile anlayışını didikleyen canlı, kışkırtıcı ve politize edici bir metin. Eksikleri ve pratik uygulama boşlukları olsa da —ki bunun bir kısmı niyetli olarak manifestonun alanında duruyor— kitap tartışma başlatmak, bakım politikalarını yeniden düşünmek ve radikal bir ütopyayı hayal etmek için mükemmel bir katalizör. Eğer bakımın politik ekonomiyle, cinsiyetle ve toplumsal yapıyla nasıl örüldüğünü anlamak istiyorsanız ve rahat bir duruştan ziyade sarsıcı bir çağrı arıyorsanız, bu kitap tam size göre.



















