Acıyla yoğrulmuş acılar: Onca Günah Varken | Mustafa Oğuz

Temmuz 20, 2025

Acıyla yoğrulmuş acılar: Onca Günah Varken | Mustafa Oğuz

İlay Bilgili, günümüz öykücülerinden. Üçüncü öykü kitabı Onca Günah Varken ile 2025 Sait Faik Abasıyanık Hikâye Ödülü’nde kısa listede yer aldı. Daha önce Talan ve Leyla, Mektubum Eline Ulaştı mı? adlı iki hikâye kitabı yayımlamış. Talan, 2019 yılında Vedat Türkali Hikâye Ödülü’nde kısa listede yer almış.

Antakya doğumlu olan, üniversiteye başlayana kadar Adana’da yaşamış. Doğup büyüdüğü coğrafyadan hikâyeler anlatıyor bizlere. Savaşı, depremi, aşkı, kadın cinayetlerini, aile dramlarını, bir anneden bir fahişe çıkaran acı hayatı, evi, anneyi, korkuları yazıyor hikâyelerinde. Kısacası bütün yalın ve çıplak halleriyle insanı… Bu söylediklerim en belirgini son dönemde yazarın doğup yaşadığı bölgede derin izler bırakan deprem. Yazar, kitabını bu derin izlere dikkat çekmek için “Bulunamayanlara” ithaf etmiş. Bu söz bile uzun ve derin bir hikâye değil midir ülke tarihinde?

Kitaptaki Herkesin Her Şeyi, deprem sonrası küçük bir yerleşim yerinde yaşanan dramlar üzerine kurulu bir hikâye. Ancak 12. günde yardım gelen bu yerde depremin ardından yaşanan sel olayının acıları da ekleniyor depremzedelerin acılarına. Yazar, bunca acının içine gülümseten şeyler de ekliyor. 42 yıllık kocasını enkazdan çıkaramayan Nermin teyze, kocasından çok buzdolabında kalan etlerine hayıflanır. Hikâyenin anlatıcısı olan genç kız ise deprem telaşında nevresim takımlarının peşine düşen annesine kızar. Yardım getiren kadından aldığı saç boyası ile susuzluğun ortasında saçını boyamaya çalışan ablasına güler. Biraz mizah, çokça dram ve acı ile örülmüş bu hikâyede deprem gerçeğini olanca çıplaklığı ile anlatıyor İlay Bilgili.

Uzakta Bir Yerde Ama Orada başlıklı hikâye, coğrafyanın acılarla yoğrulmuş resmidir adeta. Hikâye, Gülsüm adındaki genç kadının kızını doğurması ile başlar. Doğumdan sonra evini ve kocasını kaybeden Gülsüm’ü yaşadığı yerlerden kilometrelerce uzakta, dilini bilmediği başka bir ülkede görürüz. Sırtında kızı ile sokaklarda karnını doyurmak için yiyecek arayan, dilenen bir annedir Gülsüm. Yazar, hikâyede Gülsüm’ün regl dönemini, bir ped bile bulamadığı için yaşadığı zorlukları, kendine yardım eden yabancı bir kadının kızı için aldığı çocuk bezini ped olarak kullanmasını anlatır. Yazar, hikâyelerde pek görülmeyen bu konuyu, bir kadın olmanın sağladığı avantajlar ile başarılı bir şekilde işliyor.

Cinayet Mahalli, Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ikinci sınıfında okurken kaybolan Gülistan Doku’nun öyküsü. Yazar, bu genç kızın anısına olayı onun ağzından yazıyor.

“Bu topraklar altında çoğuz biz. Kimisi yakılmış, kimisi elsiz, ayaksız, başsız ve bulunamamış, talan edilmiş bedenleriyle ne çoğuz bir bilsen.” “Yarın dokuz yüz yetmiş dört gün olacak. Beni bulamadınız. Burada ya da bir mezarda aynı uykuyu uyuyorum ben, merak etme.” “Kalbim ve yanaklarım çürüdü, aşk çürümedi anne.” cümleleri, hikâyede beni etkileyen, altını çizdiğim, Gülistan Doku’nun haykıran sessiz sesleri.

Kün, kitapta Uzakta Bir Yerde Ama Orada ile birlikte beni çok etkileyen bir hikâye oldu.

Genç erkek bir kahramanın ağzından yazılan hikâye, Sultan’ın defnedilmesi, üzerine toprak atılması ile başlar, sonra hikâyeye dönülür.

Sultan, bir kaçakçı olan Osman’ın Suriye’den getirdiği gencecik bir kızdır. “Bir kuş gibi narin, bir dağ menekşesi gibi güzeldi.” der anlatıcı onun için. İlk gördüğünde âşık da olur Sultan’a. Kaçakçı Osman’ın imam nikahlı karım dediği Sultan’dan iki oğlu olur. Zamanla geceleri eve adamlar getirmeye başlayan Osman, Sultan’ı satmaktadır. Yazar, bu noktada köyün olaya bakışı ile ilgili çarpıcı bir saptama yapar: Köyün kadınları “Osman serseridir, ittir ama böyle günaha bulaşacak çocuk da değildir. Buraların çocuğu ne de olsa. Bu kızdan sonra girdi günaha çocuk, kız ayarttı bunu.” derken “kahvehanede adamlar, sultan kendilerine değil civara yâr oluyor diye kızgınlardı. Karılarından Allah’tan korkar gibi korkan bu adamların neredeyse hepsi, “Onlara düşen bize de düşer.” diyordu. Kaçakçı Osman, bir gece sınırda vurulur. İki çocuğu ile kalan Sultan’a köylü sahip çıkmaz, erkekler ondan yararlanma yolunu arar. Bir gün depremle yerle bir olur yaşadıkları yer. Acı çığlıkların göklere yükseldiği noktada Sultan, “Lanetli bir orospudan lanetli bir canavara dönüşür.” Oğullarını enkazdan çıkaramaz. “Ne asker ne polis geldi. Günler günleri kovaladı. Enkazın altında donarak, çıldırarak ve delirerek öldü insanlar.” cümlesi ile anlatır o günleri yazar.

Sultan’a âşık olan kahraman, depremde anne babasını evden çıkardıktan sonra Sultan’a koşar, onu çaresizce evin enkazı etrafında görür, çevredekiler ne der diye çekinerek yardım etmeden geri döner, sonrasında bunun pişmanlığını yaşar. Deliren Sultan’ı kadınlar da erkekler de sahiplenir. Kadınlar onu yıkarlar, bakımını yaparlar. Erkekler “Baba oldular, abi oldular ama bir daha hiç huzurlu olamadılar.” Aradan yıllar geçtikten sonra kalp yetmezliğinden ölünce kadınlar cenazesini yıkar, koynunda dindirdiği adamlar tabutunu omuzlar.

Hikâyedeki kahraman anlatıcı yıllar sonra mezarına geldiğinde onu görür, “Mezarın başında oturmuş saçlarını tarıyordu yine.” der. Sultan, olağanüstü özellikleri olan bir menkıbe kahramanıdır artık. Hikâye, “O depremde herkesin tepesine binalar, bizimkine ise Sultan çökmüştü Ne yaptıysak onu gömemedik.” cümlesi ile biter. İlay Bilgili, Anadolu’da benzeri defalarca yaşanmış, birçok yazarın benzeri konuları hikâye ettiği bu olayı olanca çıplaklığı ile başarılı bir şekilde anlatmış. Benim “Gül gibi kızlardan fahişeler çıkaran hayat” diye bir dizem vardı bir şiirimde. Bu hikâye, gül gibi bir kız olarak gelen Sultan’dan bir “lanetli orospu” çıkaran, onu delirten hayatın hikâyesi. İnsanın içini yaka yaka okunacak bir hikâye.

Hayriye’nin Evi Yıkışı, depremde orta hasarlı olan evin yıkılışı, Hayriye’nin evi ile vedalaşması, Boşluk’ta ise depremde sağ kolunu kaybeden Damla’nın hikâyesi anlatılmaktadır. Serap G’nin Karabasanları‘nda korkular, korkuyla yüzleşme, korkulan şeyin aslında olmadığının anlaşılması anlatılır. Psikolojik bir hikâyedir bu. Ana karakteri Kız Hüseyin olan Siz, Siz, Onlar başlıklı hikâyeyi de psikoloji ağırlıklı bir hikâye olarak okuyabiliyoruz.

Dokuz Sekiz’de bir roman mahallesine gelen yıkım ekibine, mahallelinin karşı koymasını okuyoruz. Yazar, kent yaşamında hayatın bir başka gerçek yüzünü birkaç roman insanın dünyasından yansıtır.

İlay Bilgili, hikâyeciliğinin üçüncü durağında bizlere başarılı bir yapıt sunuyor. Bir roman veya hikâye için ilk cümle çok önemlidir. Yazar, hikâyelerine etkili bir cümle ile başlıyor ve daha bu ilk cümle ile, güçlü anlatımı ile okuru hikâyenin içine çekmeyi başarıyor. Uzun uzun girişler okuyup da daha olaya gelemeden okumaktan vazgeçtiğim birçok metinle karşılaşmışlığım vardır. İlay Bilgili, bu handikapı aşmış, hikâyelerine gereksiz, atılabilecek hiçbir şey koymamış. Uzun uzadıya kendi düşüncelerini anlatmak, felsefe yapma yoluna gitmiyor. Doğrudan hikâyesini anlatmaya başlayan, akıcı bir dille, merak ögesini her zaman diri tutarak metinlerini yazan bir yazar.

Ağırlıklı olarak kahraman anlatıcı ağırlıklı bakış açısını gördüğümüz hikâyelerini hem kadın gözü, bakış açısı hem de erkek kahraman gözü ile yazıyor. Başarılı bir hikâye anlatıcısı olduğunu da gösteren yazar; olay hikayesi dediğimiz Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay çizgisinde yürüdüğünü, onların hikâyeye kattığı tatlardan tatlar taşıdığını gösteriyor hikâyeleri ile. İlerisi için yazardan daha başarılı eserler göreceğimize dair ümidim tam.

Yazar, Mahmut Yıldırım’a litera edebiyat sitesinde yayınlanan söyleşide verdiği cevapta kitabı ile ilgili şunları söyler: “Onca Günah Varken, doğanın ya da dünya dengelerinin acımadan sarstığı insanın, en basit yanlarına tutunarak bu karmaşaya galip gelebileceğini anlatan, temelimize tutunan bir kitaptır.”

Yorum yapın