O sözlerin döngüsü var şimdi zihnimde. Ayırdına varmak istediğim sesleri tanımak, keşfetmek için telaşlıyım. Her geç kalınmışlık öyle değil midir?
Kuşların sesine daha erken yaşlarda kavuşabilir, onların varlığının keşfine çıkmak için çoğu şeyden vazgeçmeyi göze alabilirdim.
O sözleri yineleyip durduğum Çaltıözü sabahındayım gene:
“Hayatımızın küçük ve büyük anılarında tüy dökmeye, tutulma dönemlerine izin verelim. O zaman daha güçlü, daha güzel geri döneriz: kuşlar gibi hafif.” (*)
Belki de yer değiştirme özlemi o hafifliği yakalamak arzusunun beslediği bir duygu…
Gene de; burada kuşların evrenine yüzümü döndüğümde, onların varlığının anlamlarını kavramaya çalıştığımı söylemeliyim. Bir koro halinde bazen, ardı ardına kesilmeyen serenad… Uçuşup kaçışmalara… Varlığını hiç göstermeden sesiyle kendini anlatan gizemli kuşlar…
Guguk kuşuyla uyanışın ezgisi çocukluğumdan kalan duyguları depreştiriyor. Bülbül sesinin ayrımındayım elbette.
Üveyik kuşunun gurlaması bir anda durduruyor beni. Yakın uzak seslerin ayrımında olabilmek için çıkıp yürümek gerekiyor.
Uzayıp giden kırların yayıldığı vadi, Aladağların bulutlanan zirvesi yürüyüş rotanı belirleyecek belli ki…
Kendini alamıyorsun kuş seslerinden.
Kuşlar kolonisinin çevrelediği yerdesin. Bunca ses, kıpırtı, dalgalanmayı başka türlü adlandıramıyorsun.
Giderek onların da bir yaşama felsefesi olduğunu anlıyor, gözlüyorsun.
Çocukken daha çok yuvalarını keşfetmeye verirdin kendini. Çerden çöpten yapılan yerlerin nasıl kurulduğunu merak ederdin. Sonra yumurtaları, yavruları, onları besleme telaşı…
Çiko ile Maya’nın sese karşı duyarlı olmalarına şaşırmıyorsun artık. Belki de doğanın dilini en iyi anlayan onlar. Durup dururken asla havlamazlar. Ses ve koku onların uyaranı.
Bakışların dağın eğiminde. Sis bulutlarının ayrımına varıyorsun. Bu kez dağ uzaklaşıyor adeta! Beliren yamaçlardaki evlerin çatıları göz alıyor. Vadi canlanıyor birden. Kuş sesleri dağlıyor.
Kuşların gecesini düşündün sabahın erliğinde. Güne başlama telaşları uyanışın sesiydi aslında. Dağı buğulayan bulutlar bir süre sonra dağın rengini kendi rengine dönüştürüyor. Adım adım izliyorsun bu değişimi. İçini sakinleştiren sesler başkalaşıma çağrı gibi geliyor sana.
Burada Raimond Gaita’nın sorusuna dönüyorsun, Çiko ile Maya’nın oynaşmalarını seyrederken:
“Aşk olmadan örneğin, içtenlik, sadakat, cesaret ve arkadaşlık olmadan, nerede olurduk?”
Onların birbirine bağlılıkları etkiliyor seni. Her türlü hengâmeden uzak, teknolojinin çok az ulaştığı bir yerdeki hayatlarını düşününce kuşların, ağaçların, börtü böceğin çevrelediği bu ıssız yerde mutlu görünüyorlar. Sense, onlara bakarak hayata dair yeni şeyler düşünüyorsun.
Onları birer “köpek” gibi görmüyorsun, örneğin.. Adlarının varlığı her birine dair yeni şeyleri anlatıyor sana.
Leandros, çekingen tavırlarla Çiko ile Maya’ya yaklaşırken; iletişim kurmaya çalışmakta, ama gene de temkinli.
Sessizliğin keşfindeyim burada; ormanın ve kuşların dilini öğrenmeye veriyorum kendimi.
Bir Ömrün Tanıklığı…
Mimar Erol Ünsal’ın, şantiyedeki çalışma masana bıraktığı kitabı ellerinin arasında tuttuğun anı hatırlıyorsun şimdi… turuncu bir kapak, günışığı, gökte kanatlanan bir güvercin… Kitabın kapağını aralıyorsun; “Yaşadığın zamanları itiraf edeceğin günlere…” diye bir armağan sunuşu sana… Yıl, 1975.
Siyasal toplumsal dalganın yükseldiği yıllar. Neruda’nın şiirleri dillerde. O heyecanla okuyorsun onun “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” adını verdiği anılarını. (**) Sende derin izler bırakıyor. Yıllar sonra, ona dair, “Isla Negra Yolcusu”nu yazıyor, dostun Aytekin Karaçoban’ın çevirisi kitabı yayımlıyorsun: “Senin Zamanın: Pablo Neruda,Volodia Teitelboim”…
Bu ıssızlık ikliminde gene onun dil/düş/imge yurduna dönüyorsun.
Seviyorsun şu sözünü daha ilkten:
“Burası dikine bir dünya; kuşlardan bir toplum, yapraklardan bir kitle…”
Kolları uzatıp kucaklamak istediğin yeşil örtü yurt coğrafyasının ne denli renkli ve çeşitli olduğunu hatırlatıyordu sana.
Şili’yi anlatırken şunları söylüyordu Neruda:
“Şili’nin kıyıları bazen kayalıklar ve tehlikeli engellerle doludur. Fakat bu kayalar çok yerde birden ortadan kaybolur ve göz alabildiğine, ucu bucağı bilinmeyen kumsallar uzanır. Kutup denizinin gürlediği güneyden başlayıp, ta yukarlara kadar uzanır giderler.”
Şimdi, yollara düşüyorsun. Dağların yol verdiği yerlere uzanarak yurt coğrafyasının keşfine çıkacaksın…
(*) Kuşların Felsefesi, Philippe J. Dubois-Élise Rousseau; Çev.: Murat Erşen, 2020, Domingo Yay., 160 s.
(**) Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Pablo Neruda; Çev.: Ahmet Arpad, 1998, Milliyet Yay., 462 s.
edebiyathaber.net (20 Haziran 2023)