Etik ufuklarda çözülen post-hümanist bir eko-gizem | Feyza Toprak

Mart 8, 2022

Etik ufuklarda çözülen post-hümanist bir eko-gizem | Feyza Toprak

Edebiyatta ‘yaşlı’ ve ‘feminist’ bir hayvan aktivistinin bakış açısının yansıtıldığı ve polisiye roman türünün kara komediye karıştığı metinleri pek de sık görmeyiz. 2018 Nobel Ödüllü Olga Tokarczuk’un bu eseri sınırları yok ederek var olmanın ve egemen kültüre direnmenin yollarını ararken, kurgusunu bu öğelerle kuruyor. Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde İnsan-hayvan, erkek-kadın, gerçek-kurgu, tarih-mit, yeryüzü-gökyüzü, rüya-gerçek arasındaki sınırların yanı sıra uluslar ve ülkeler arasındaki resmi sınırları da bulanıklaştırdığından post-hümanist bir roman hüviyetine bürünüyor.

Konusu, yakın geçmişte Polonya ve Çek Cumhuriyeti arasındaki sınır bölgede, yedi evden oluşan rüzgârlı bir platoda geçiyor. Roman, Klodzko Vadisi’ndeki küçük bir köyde gecenin ve ölümün yalnız karanlığında başlıyor ve kahramanın sınırdan Çek Cumhuriyeti’ne kaçması ile aydınlık bir yeni hayat vaadi ile bitiyor. Yazar, roman boyunca okuyucuyu doğanın yaşam ölüm döngüselliğine ilişkin bu vurguya pek çok defa şahit ediyor. Ana karakter ve birinci şahıs anlatıcı Janina Duszejko’nun hayatını, bir kıştan diğer kışa takımyıldızlarda yansıtılan doğal döngülerle ve gezegen hareketleri ile beraber takip ediyoruz. 

Roman, kahramanın komşusu olan Oddball’ın gecenin bir yarısı evine gelmesi ve korkunç bir halde ölü bulduğu diğer bir komşusu Koca Ayak’ın evine kadar ona eşlik etmesini istemesiyle kurguya giriş yapıyor. Anlatı boyunca, Koca Ayak’ın cesedine ek olarak, tümü şiddetli bir ölüme maruz kalan, devletin, sermayenin ve dinin güçlerini kötüye kullanan, soğuk, alaycı ve araçsal rasyonaliteye sahip dört ceset daha beliriyor. Bir ‘Polis Müdürü’, bir ‘İş Adamı’, bir ‘Kulüp Başkanı’ ve bir ‘Peder’. Birinci tekil şahıs anlatıcı eko-feminist amatör astrolog Janina Duszejko, polis soruşturmalarına sürekli müdahale etmesine rağmen polis onu ısrarla görmezden geliyor. O failliği tanınmayan bir ‘öteki’ olarak kurguda son ana kadar gizleniyor.

Bu arada Duszejko’nun sadece gezegenimizi değil, aylar ve yıldızlar da dahil olmak üzere tüm gezegenleri kapsayan ve kozmik düzene saygısızlık eden insan-merkezciliğe yönelik eleştirisini adım adım tanıyoruz. Duszejko yaşam döngüsü ve kozmik hareketi birbirine bağlıyor. Bu döngü, gezegenlerin hareketinden hücrelerimize kadar her şeyi belirleyen organik bir süreç olan apoptoz yoluyla kendini gösteriyor. Ona göre her canlı organizma aynı yasalara tabi. Doğuyor, büyüyor, yaşlanıyor, ölüyor. Apoptoz, maddenin yorgunluk ve bitkinliğinin neden olduğu doğal ölüm. Yunancada bu kelime ‘yaprakların dökülmesi’ anlamına geliyor. 

Duszejko’ya göre, apoptoz süreci sadece canlı organizmaları değil kelime ve anlamları da etkiliyor. Kadim değerler, özellikle geleneksel olarak kadın veya dişil ilke tarafından korunan değerler, günümüzde anlamlarını yitirmiş ve değersizleşmiş halde bulunuyor. Bu kozmik düzen, insanlık ve doğal dünya için sürdürülebilir bir gelecek sağlayabilecek tek düzen olduğu için Duszejko bu yüksek değerleri korumak istiyor.

Duszejko, toplumdaki en savunmasız olanların ve hayvanların sömürüldüğü, ayrıca doğanın yağmalandığı bu durumda bir isyanın gerekli olduğunu düşünüyor. Duszejko’nun eko-feminist isyanı farklı kurumlarıyla ataerkil iktidar yapısını hedef alıyor. Ona göre gezegensel hareketler tarafından yönlendirilen doğal yaşam, ölüm ve yeniden oluşum döngüsünü koruyacak olan kayıp bir kozmik düzeni yeniden kurabilmenin yolu bir müdahale ile mümkün. 

Roman yeni materyalist feminizm, post-kolonyal teori ve duygulanım teorisi mirasına dayanan eko-feminist eleştirinin güzel bir örneği. Toplumsal cinsiyet ve çevresel adalet sorunlarının belli belirsiz iç içe geçtiği bu romanda ana odak hayvan etiğinin incelenmesi ve insan-hayvan ilişkisinin sorunsallaştırılması. Janina Duszejko’nun, köprü mühendisi, öğretmen, serbest çevirmen ve tatil evlerinin bekçisi olarak hayat boyu edindiği deneyimlere dayanan feminist inançları, ona toplumsal cinsiyetin mevcut ekolojik ve kozmik düzenle yakından ilgili olduğunu göstermiş. Kahramanın bu deneyimi romandaki eko-feminist boyutun olay örgüsü yapısına, karakter analizlerine, motiflerin ve temaların içine kolaylıkla sızmasına yardımcı oluyor. Roman, yakın tarihte radikal bir paradigma değişikliğinin gerçekleşmemesi halinde, İnsanların hayvanlara uyguladığı zulmün insanlığı nasıl toplu bir felakete götüreceğini göstermek için kaleme alınmış. 

Metin ayrıca okuru ekolojik düşüncenin ve hayvan hakları hareketinin erken öncüsü olan İngiliz şair, William Blake’in insanın doğayı katline dair keskin ifadelerinin yer aldığı mitsel şiirsel evreni ile de buluşturuyor. Her bölüm Blake’in edebiyatından bir alıntıyla başlıyor, Blake’e ait bu bölümler metinlerarası zincirler şeklinde konumlanıyor. Romanın başlığı da doğrudan Blake’in “Cehennem Atasözleri” adlı şiirinden alınmış. Tokarczuk romana konu cinayetin gizemini, komedi unsurları, varoluşsal meselelere dair etik anlatılar ve William Blake alıntıları hattında çözüyor.

edebiyathaber.net (8 Mart 2022)

Yorum yapın