
Héctor Tizón’un Dünyanın Güzelliği adlı romanı, bu cümleyi yalnızca bir düşünce olarak değil, insanın varoluşuna eşlik eden kaçınılmaz bir hakikat olarak ele alır. Bu roman, kaçmanın bir kurtuluş olmadığını, mekân değiştirmenin geçmişi silmediğini ve insanın hayatını nereye taşırsa taşısın kendisini de beraberinde götürdüğünü anlatır. Tizón’un anlatısı gürültüden uzak, sakin ve ölçülüdür. Büyük olaylar yerine küçük kırılmalarla ilerler. Okuru acele etmeyen bir okuma ritmine davet eder ve tam da bu nedenle derin bir etki yaratır.
1929 yılında Arjantin’in kuzeyinde doğan Héctor Tizón, Latin Amerika edebiyatında kendine özgü bir yer edinmiş yazarlardan biridir. Hukuk eğitimi almış, gazetecilik yapmış, diplomat olarak görev almış ve uzun yıllar yargıçlık mesleğini sürdürmüştür. Bu çok yönlü yaşam, onun edebiyatında insanı tek boyutlu bir varlık olarak ele almamasını sağlar. Tizón, karakterlerini ne tamamen masum ne de bütünüyle suçlu olarak çizer. Onları çelişkileriyle, suskunluklarıyla ve eksiklikleriyle anlatır. 1976 askeri darbesinin ardından ülkesini terk etmek zorunda kalması, yazarın dünyaya bakışında derin bir iz bırakır. Sürgün, onun için yalnızca fiziksel bir uzaklaşma değil, insanın kendi geçmişiyle kurduğu ilişkinin yeniden tanımlandığı bir hâl olur. Aidiyet, bellek, yersizlik ve dönüş temaları bu dönemden sonra eserlerinin merkezine yerleşir.
Dünyanın Güzelliği, Lucas adlı bir arıcının hikâyesi etrafında şekillenir. Lucas’ın hayattan beklentileri son derece sadedir. Çalışmak, sevilmek ve günün sonunda huzur bulmak. Laura ile yaptığı evlilik, onun için bu sade hayatın doğal bir devamı gibi görünür. Laura içinse bu evlilik, şiddet dolu bir çocukluktan kaçış umududur. Ancak roman, bu umudun kısa sürede yerini huzursuzluğa bıraktığını gösterir. Çünkü Tizón’un dünyasında insan, dış koşullar değişse bile içindeki boşluktan kolayca kurtulamaz. Laura’nın içindeki rahatsızlık, bastırıldıkça büyür. Metin boyunca geçen “kadını çiçeğe benzetsen de kadındır” ifadesi, kadına yüklenen idealize edilmiş rollerin sorgulandığı güçlü bir durak hâline gelir.
Laura’nın Venancio ile kaçışı, romanın yönünü değiştirir. Ancak bu olay, melodramatik bir ihanet anlatısına dönüşmez. Tizón, ihanet kavramını tek bir eylemle sınırlamaz. Romanda açıkça hissedildiği üzere gerçekte ihanetin bir çeşidi olabilir. Bazen bu, bir başkasına değil, insanın kendi hayatına yönelttiği bir yüz çevirmedir. Lucas’ın ardından çıktığı yolculuk, bir intikam ya da geri kazanma çabası değildir. Bu yolculuk, insanın kendisiyle baş başa kalmak zorunda kaldığı bir iç sürgündür.
Lucas’ın yolu, Homeros’un Odysseus’unu anımsatan bir yapı taşır. Ancak bu yolculuk destansı zaferlerle değil, sessiz fark edişlerle ilerler. Karşılaşılan insanlar, geçici işler ve doğanın sakinliği, Lucas’ın iç dünyasını yansıtan aynalara dönüşür. Tizón’un anlatısında doğa, insan ruhunun bir uzantısı gibidir. Sessizlik, zaman ve mekân, karakterin iç hâlleriyle birlikte akar. Geçmiş bu yolculukta silinmez. Aksine her adımda biraz daha belirginleşir. Çünkü hayat tektir ve insan onu nereye giderse gitsin yanında taşır.
Uluslararası edebiyat çevrelerinde Héctor Tizón, Latin Amerika edebiyatının sessiz ustalarından biri olarak anılır. Avrupa’da yayımlanan eleştirilerde onun dili için dingin, sade ve yoğun tanımlamaları yapılır. Eleştirmenler, Tizón’un romanlarının insanın iç dünyasını büyük olaylarla değil, küçük çatlaklarla anlattığını vurgular. Onun metinleri hızlı tüketilen anlatılar değil, okurdan sabır ve dikkat talep eden metinler olarak değerlendirilir. Bu nedenle Tizón, edebiyatı bir düşünme alanı olarak gören okurlar için özel bir yere sahiptir.
Dünyanın Güzelliği, büyük cümleler kuran bir roman değildir. Gösterişli bir anlatım sunmaz. Ancak insanın kendi gölgesiyle kurduğu ilişkiyi dürüst ve derinlikli bir biçimde ele alır. Roman sona erdiğinde okur, yüksek bir final duygusundan çok, uzun süre zihinde kalan bir sessizlikle baş başa kalır. Bu sessizlik, Tizón’un edebiyatının en güçlü yanıdır.
Bu eser, Héctor Tizón’un Türkçede yayımlanan ilk çevirisiyle okurla buluşuyor. Bu incelikli ve ritmi güçlü metni Türkçeye büyük bir özenle kazandıran Murat Tanakol’a ve eseri yayımlayarak Türk okuruyla buluşturan Paris Yayınları’na teşekkür etmek gerekir.


















