“İlk romanlar hep otobiyografiktir”| Metin Celâl

Aralık 10, 2025

“İlk romanlar hep otobiyografiktir”| Metin Celâl

Nejat İşler’i iyi bir oyuncu olarak tanıyoruz. Pek çok televizyon dizisi ve sinema filminde izledik. Çok sevildi. Bunda kuşkusuz, “doğal, süssüz, sakınmasız” tavrı da önemli bir etkendi. Okuların ilgisini çekmesinde sahaflığının da etkisi de sanırım. Sahaf dükkanını bulup onunla karşılaşmayı, iki satır konuşmayı, bir kitap tavsiyesi almayı uman çok okur ve de yazar tanıyorum. 

Sonra da kitaplarıyla okur karşısına çıktı. İlk kitabı “Gerçek Hesap Bu” Can Yayınları’ndan 2016’da yayınlanmış. “Kendi hikâyelerimizi anlatalım, gerçekleri bizim gibi yaşayanları da anlatmak lazım” demiş kitabın tanıtımında. Teşvikiye’deki çocukluğunu, tezgâhtarlık günlerini, meşhur olma sürecini ve Gümüşlük’e kaçışını anlatıyormuş. İkinci kitabı “Ben Hep Senin Yanındayım”ın yayın tarihi 2019. Bu kez Can Yayınları’nın markası Mundi’den çıkmış kitap.  Günlük yaşam, ilişkiler, insan doğası, kayıplar, aşk gibi temaların öne çıktığı öyküler, denemeler yer almış kitapta. “Çok iddialı edebi bir eser değil; ama samimi, okunabilir, ‘hayatın içinden’ bir şeyler arayanlar için uygun” diye değerlendirmiş okurlar.

Yazarların anlatmaya, yazmaya genellikle kendi hayatlarından yola çıkarak başlamaları sık rastlanan bir özellik. Hele ilk romanınızı yazıyorsanız, bunun “otobiyografik” olması hiç şaşırtıcı değil. Deneyimli yazarların, eleştirmenlerin ve editörlerin genç yazarlara ilk tavsiyesi genellikle “Bildiğini yaz”dır. Yeni yazmaya başlayan bir yazar için en ulaşılabilir, en detaylı ve üzerinde araştırma yapmasına gerek olmayan ilk ve tek “hazır malzeme” kendi geçmişi, anılarıdır. Yazar, çocukluğunu, arkadaşlarını, evini, ailesini veya yaşadığı ilk aşkı, ilk kalp kırıklığını, hiç gitmediği bir ülkeyi ya da hiç yaşamadığı bir dönemi anlatmaktan çok daha sahici bir şekilde betimleyebilir. Tabii yazma ihtiyacında kişinin “hesaplaşma” ve “iç dökme” ihtiyacı da (katarsis) çok ağır basan bir unsur. O nedenle, “İlk roman, yazarın geçmişiyle barışma veya onu geride bırakma ritüelidir” diyorlar. Yazmaya başlama nedenlerinin en önemlisinin kişinin yıllardır içinde biriken, söylemek isteyip de söyleyemediği şeyleri yazıya dökmesi olarak da düşünebiliriz. Nejat İşler’in ilk iki kitabını da böyle değerlendirmek mümkün.

Üçüncü kitapta bu bağlamdan kopma beklenebilirdi ama “Miras”, Nejat İşler’in bir “roman” (kurgusal akışı olan bir anlatı) formatında yazdığı ilk eser. Ve evet, tam da konuştuğumuz tezi doğrulayan bir yapısı var.

“Miras” şöyle tanıtılmış arka kapağında: “Sene 2000, mevsimlerden bahar. En kıymetli dostu, abisi, evine uğramadan günü bitirmediği Barış Abi ve kızı “Şoför Nebahat” Güler’le, kıvrıla kıvrıla inen Ege yollarında ilerleyen, gencecik bir Nejat İşler. Verilen sözler, kurulan dengeler, el yordamıyla yoklanan hisler… Yakında vadesinin dolacağını bildiği bir dostla gezmek nasıl bir his olsa gerek? Ya şu ileride gözüken, aşkın gölgesi mi sanki? Yola çıktığında başka, menzile vardığında başka birisin artık. Yol hikâyeleri böyledir, bunu herkes bilir.”

Roman, 2000 yılının bahar aylarında geçiyor, yani Nejat İşler’in henüz bugünkü şöhretine kavuşmadığı, gençlik dönemlerine bir dönüş söz konusu. Genç Nejat’ın Teşvikiye’de bir sahaf tezgahı vardır. Ufak tefek rollerde de oynamakta, oyunculuk yolunda ilk adımlarını atmaktadır. Biraz Bukowski’nin romanlarındaki tipleri anımsatan biridir ve onlar gibi bir yaşamı vardır. Kazandığını hemen o gün harcamakta, nerede akşamı edeceği, nerede uyanacağı belli olmamaktadır. O yılların İstanbul’unu, Teşvikiye’nin sokak insanlarını, barları, meyhaneleri, birahaneleri ile bohem diyebileceğimiz hayatı görürüz anlattıklarında. Çat kapı uğranabilecek dostları, bol sohbet, bol tartışma ve bol içki ile geçirilen geceleri samimi bir dille anlatıyor. Kendini de hedef almaktan geri durmayan mizahi bir dili var ve kurduğu dost ortamı bana Ertem Eğilmez filmlerini de anımsattı.

Mahalle, dostluk, kaybolan değerler, erkeklik halleri, “eski İstanbul” nostaljisi gibi temalar güçlü bir gözlem yeteneğiyle işlenmiş. Hayata içeriden bakıyor. Türkiye’nin son 25 yılındaki sosyal ve dolayısıyla siyasal dönüşümünü bireysel hikâyeler üzerinden anlatıyor. 90’ların an’ı yaşayan sorumsuz gençleri 2000’lerin başında umutsuzlaşmaya başlamış, yorgun, sorgulayan, yarınlarından endişelen kişiler halini almış. 

Sahaf Nejat’ın kapısını sıkça çaldığı biri de kendinden yaşça büyük ama hem entelektüel donanımı hem de hal ve tavırlarıyla örnek alabileceği bir kişi olan Barış Abi’dir. Sohbet gecelerinde hayal edilen gezi sonunda hayata geçirilir ve Barış Abi ve kızı Güler’le yola koyulurlar. Yol boyunca Barış Abi’nin geçmişte kalmış dostlarının ve anılarının izlerini sürerler. O dostlar Barış Abi’nin gizli tuttuğu hayat hikayesini aydınlatırken aynı zamanda Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan acıları, insanların inançları uğruna ne bedeller ödediğini de anımsamamızı sağlar. Bu yol hikayesine bir de aşk karışır. Nejat’la Güler’in abi-kardeş ilişkileri bir aşka evrilir.

Nejat İşler, kendi hayat öyküsünden, anılarından, geçmişte tanıdığı, dostluk kurduğu insanlardan yola çıkarak sıcak bir anlatı kurmuş Miras’ta. Sanki Teşvikiye’deki sahaf tezgahının kenarına oturmuşsunuz ya da bir birahanede buluşmuşsunuz da size o eski günleri anlatıyormuş gibi bir anlatımı var. Samimi ve içten olduğunu her satırda hissediyorsunuz. Bu tavrı da sizi kitaba bağlıyor. 

Miras bir roman olsun diye kaleme alınmış ancak yapısal olarak bir “anı anlatısı”. Bir romanın gerektirdiği derin olay örgüsü, yan hikayeler ve çatışma katmanları yerine, daha düz bir çizgide ilerliyor. Sanki anılar ya da öyküler birbirine ekleniyor. Kitabı okurken sık sık “Bu Nejat İşler’in bir anısı mı yoksa kurgu mu?” diye sormadan edemiyorsunuz.

Nejat İşler, bu kitapla, 25 yıl önceki gençliğine, “gencecik Nejat”a selam gönderiyor ve kaybettiği bir dostuna vefa borcu ödüyor. Miras, “İlk romanlar otobiyografiktir, yazarın geçmişiyle hesaplaşmasıdır” tezini doğrular nitelikte bir kitap.

Yorum yapın