
I.
Yazmak, hele roman yazmak sözkonusu olduğunda tekrar eden bazı zorlayıcı hallerden kaçış yok. Bunların en görkemlilerinden, en kaçınılmazlarından biri her an coşarak kendini çoğaltmaktan bir an bile geri duramayan karşıtlıklarmış gibi geliyor bana. Yazının bize hiç durmadan, bıkıp usanmadan adeta büyük bir ataklık ve hevesle, işgüzarca taşıyıp durduğu karşıtlık olgusunu, buradan türeyen halleri görmezden gelmek elbette mümkün değil. Ama onu soğukkanlılıkla tanımlamak; yaltaklanırcasına suyuna gitmek; gözükara savaşlara girişmekse toptan beyhude çaba. Yazın toprağına faydası da zararı da eşitse ritmi iyi kollamaktan başka ne gelir elden.
Böylesi meselelere yaklaşırken birilerinin bize etkin ile edilgenin yakınlığını tekrar tekrar hatırlatması gerekecek. Karşıtlık olgusu sürekli vites değiştirmekle kalmayıp odağı şaşırtarak, yorulmak bilmeksizin sonsuz ihtimaller yaratarak pes etmelere davetiye çıkartsa da hep olumsuz yanlarına odaklanıp onu kökünden kesmeye yeltenmenin herhangibir çözüm sunmayacağını duyuruyor. Bu hamleler bir bakıma canlılığın yıkımı olurdu. Yazarın bindiği dalı kesmesi. Yaratıcı kaynaşmaya neşter.
Peki karşıtlığı hizaya getirmek asla önerilmeyecekse; bu da bir bakıma yıkım anlamına gelecekse işler iyice sarpa sarmaz mı?! Sahiden, biz ölümlüler karşıt güçlerle nasıl uyumlanacağız? Çalışkanlık, iyi niyet, ısrar vb. vb. yetecek mi?
II.
Karşıtlık, yazarını her an yepyeni ayarlar yapmak zorunda bırakan talepkâr bir karakterken onun hiçbir biçimde uzlaşmacı tavır sergilemeyeceğini kabullenmek ne kadar zor. Sağı solu belli olmayacağı gibi sürekli diken üstündelik buyurur. Pes etmeye davetiye çıkardığını sanarak havlu atanlara sık rastlanmıştır da deneyim(in)den formül geliştirenlerin nüfusu daha azdır. Yazar(lığ)ın seyrini ve niteliğini karşıtlıklarla birarada yaşama becerileri(miz) belirleyecek dense yeridir.
Bu uğurda yola devam etmek niyetinde olanlar için son nefese dek sürecek yaz(g)ı. Tartışmanın mahsulüyse yazı dağı.
III.
Yazar elbette kestirmelerden medet umarak, tekrara düşmeyi umursamadan yaratıcı alanın kaprisi sayılabilecek karşıtlık sorunsalını cennet ya da cehennem diye yaftalayıp geçmeyi, anlamazdan gelmeyi, bunun üzerinde hiç durmamayı seçebilir ama yazmanın aynı zamanda karşıtlıklar sayesinde dinçleştiğini iyi bildiğinden —evet, işte bir karşıtlık daha— onunla mesainin bir yandan da ömre ömür katan gönüllü bir uğraş olduğu gerçeğinden kolay kolay kaçamayacaktır.
Yazma âlemlerinde hayati sorular kendini çoğaltıyor. Yazan her öznenin her ânı için ayrı cevap. Şimdi kendisini meselenin bu virajına getirmiş kişi karşıtlığı kişileştirmiş, yazıhanesine davet etmiş; gözlerinin içine bakmakla işe başlıyor. Ardından sabrını kaçırmayacağı bir koyakta yapıcı bir sohbete, anla(ş)maya davet edecek. Bütün becerilerini sergilesin bakalım. Yazarın niyetini saydamlaştırmak uğruna en duru haline dönmesi. Romanda yeni bir boyut. Bir sonraki kitabın içe doğuşu.
Yazma uğraşında, roman güdümünde bir ömür. Saniyeler birbirine eklene eklene akacak, teller beyazlayacak, yüz tarlasında yolaklar derinleşecek. Defterler, ciltler, raflar doldukça hangi cümle neyin yankısıydı birbirine karışacak. Belleğin sayısız oyunundan biri olarak değil asla; tüm yazılanların aslında tek kitaba varmasından. Tekil kurgunun yüzü netlikle kendini boşluğa yansıtacak.
Bakın, görüşme isteği iki tarafı da beklentilerinin ötesinde canlandırdı, neşelendirdi. Bununla da kalmadı; durgunlaşmaya teşne suları daha bir harekete geçirdi. Tek seferlik bir görüşme olmayacak. Olamazdı. Başından beri bilincinde. Yazma eylemi sürdükçe yinelenecek. Bu sayede yazar her bir metnine son noktasını koydukça bir anlığına tamamlandığını duyumsayacak.
Şimdi, tam da bunları konuşurken hiç üşenmeden, kendisinden beklemediği atak bir kararlılıkla yeniden sivriltti kurşunkalemin ucunu. İşlesin bakalım. Huzura ersin ki bir sonraki kasırgada yalpalamasın teknesi.
IV.
Zaman zaman enerjiyi sıfırlayan; hemen akabinde başa çıkılması neredeyse olanaksız bir güçle kuşatan bu gelgitleri dağcılar, denizciler; doğanın öngörülemez çığlıklarına ve ne kadar süreceği belirsiz dinginliklerine uyum sağlamayı başarmış olanlar çok iyi anlar. Kaçsalardı herbiri kendince doğa bilgesine dönüşme imtiyazını elde edemeyeceklerdi kuşkusuz. Ama bunu hedeflemediklerinden, bilincindeler her ufak adımla birlikte adeta doğanın bir parçasına dönüştüklerinin.
Şu bir gerçek ki karşıtlıklara uyum sağlayanların; bir bakıma formülü verilemez o özel ritmi tutturup onlarla birarada yaşayacak ortamı sağlayabilenlerin kitapları okurda karşılık buluyor. Ve karşıtlığı daima yaratıcı alanı coşturan bir olanak olarak ele alıp onunla birlikte akan yazarlar o derin söz kuyusundan, o tükenmez kaynaktan ömür boyu su taşıyabilecek çevikliğe ulaşıyor.
V.
Kendimizi adanmışlık övgülerine kaptıracağımız çağları geçtik; iyisi mi biz şimdi roman uğraşı özelinde şenlenen hücrelerimize odaklanalım. Hem de hiç o faydacı anti-aging sulara girip pazarlamacı kolaycılıklara yüz vermeden…….. Ah yazma evreninden gürül gürül yükselen nasıl bir sürekli ataklık talebidir bu. Dumanından göz gözü seçmez olmuş. Biçare dünyalı o sonu gelmez talepleri nasıl kambursuz-ağrısız yerine getirsin……
Hiç durmadı bunların üzerinde. Çekildi köşesine. Bu sayede dünyanın ağrısı da bir anlığına geriledi. Yine hücresinde; ah vah etmeden önüne bakarak romanını yazıyor. Seçilmiş bir hücre bu. Nerede olduğu önemsiz. Yazmaya başladığı ilk günlerden itibaren kalabalıklarda bile köşeye park edip silinebileceği atmosferleri yaratmaya en az kurguda sürekliliğe taktığı gibi kafayı takmış. Yaza yaza kendine talepsizliği öğretmiş. — Ya da öyle sanıyor; olsun varsın. Aldanmışların tutarlılığı da bir nevi akım. Damarlara zerkedilen, kaynağı müphem enerji.
Ve mümkün mertebe omurga sağlığını da sözcüklerin esenliği gibi gözeterek çalışmaya devam. Dış dünyaya alternatif o paralel düzlemden bildirecek. Karşıtlıkların jonglörüne dönüştüğünün farkında. Ama gösterilerin(in) hiçbiri tekrar etmeyecek. Kafayı buna takmış. Ne de olsa tazeliğin sarhoşluğu kaprissiz. Karşıtlıkların sermayesi ise tükenmez.



















