Söyleşi serimizin yeni konuğu, Mimas Yayınları’ndan çıkan “Uçacak Ninnisi” adlı ilk kitabı ile Gül Parlak.
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplarla ve yazmakla olan ilişkiniz nasıl başladı?
Çocukluğum Torosların eteğinde güzel bir iklimde geçti. Yeşili, sarısı, sıcağı bereketli topraklarda, babacığımın her gece anlattığı hikayelerle büyüdüm. İlçenin tek kitapçısının hediye ettiği kitaplarla başladı okuma serüvenim. Çok erken yaşlarda günlük tutmaya başladım. Ruhumun rengine göre, İstanbul çiçeği pembe açtı, dut ağacı yaprak döktü, gökyüzü zifiri karanlık küskün olmalı gibi cümleler kurdum. Günlük yazmak, kendime kendimi anlatmanın bir yoluydu sanırım. Kendimi eğlemek için bulduğum bir yöntem. Yaşadığım yerle, ilişki kurduğum insanlarla aramdaki olan biteni, duygularımı, hissettiklerimi tahlil etme aracıydı kelimeler. Zamanı yakalayabilmek, şimdi olduğum benin geçmişine bakabilmek yazmakla mümkündü.
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma sürecinde neler yaşadınız?
İlkin çok kısa öykülerle başladım. Daha çok doğaya güzelleme ve oluş haliyle içime dokunan kimi olayları o olaya konu insanları yazdım. Daha sonra benden önce yazı yolculuğuna çıkanların önerisiyle yazı atölyelerine katıldım. Bilen eller el attı aşı tutu cümlelerim. Uzadı, genişledi, dosya bütünlüğüne kavuştu.
Kitap adını, içindeki öykülerden birinden aldı. Öykülerin sıralaması, isimlendirilmesi sürecinde birlikte çalıştığım yazar arkadaşımla, Uçacak Ninnisi olsun dedik, oldu. Kitaptaki diğer öyküleri de içine alan, bir ad oldu diye düşünüyorum. Hem varlığın uçuculuğunun, zamanın geçiciliğinin hüznüne hemde içinde bulunulan anın neşesine ilişkin masalsı bir ad.
Yazma sürecinde, masamda oturup kalemden dökülen kelimelerin mucizesine tanık oldum. Konuşurken yardımıma gelmeyen kelimeleri yola getiren, kağıda düşüren kalemin büyüsüyle tanıştım. Yazının gücüne inandım.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Kitapta sizi en çok etkileyen bölüm hangisi?
Uçacak Ninnisi, yirmi bir öyküden oluşuyor. İlhamını, bahçe toprağından, patika yoldaki yaban nanelerinden, çöken çinko damdan, çiviye asılı kalan tozlu ceketten alan öyküler. Yazı yolculuğum, doğanın canlılığı ve insanın günlük sıkıntıları, kayıpları arasında sürüp gidiyor dersem yanlış olmaz.
İlk kitabı yayımlamanın en büyük heyecanı ve en büyük zorluğu neydi? Kitabınız yayımlandıktan sonra aldığınız tepkiler nasıldı?
Yazmanın heyecanı ve coşkusuyla gül bahçelerinde gezerken, yayımlanma sürecinde dikensiz gül bahçesinin imkansız olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Dosyamı gönderdiğim bir kaç yayınevinden ret gelince geri çekildim. Neyseki bu süreç uzamadı. Öykülerimi okuyan, kalemime güveni olan yazar arkadaşımın kuvvetli etkisiyle dosyamı Karaburun Sanat Kampı Öykü Ödülü Yarışmasına gönderdim. Kazandığımı öğrendiğim an mutluluğum tarifsizdi. Gül bahçesinin kapısı tekrar açılmıştı.
İlk kitabınızı yayımladıktan sonra yazarlık konusunda düşünceleriniz değişti mi?
Yazarlık konusunda değil ama yazmak üzerine, uğraşım, eşim, yoldaşım diyebilirim. Edebiyatın içinde, kitapların arasında olmak, kafamda kelimelerin bir yakadan diğer yakaya dönüp durması, öykülerin başımı döndürmesi ruhuma iyi geliyor.
Yeni bir kitap için çalışmalarınızı sürdürüyor musunuz? Henüz kitabı yayımlanmamış yazarlara tavsiyeleriniz neler olur?
Bütünlenmemiş, yarım, çeyrek, öykülerim var. Onların içini doldurmayı, sarıp sarmalamayı düşünüyorum. Tavsiye için yetkin değilim.
Uçacak Ninnisi’ne yer ayırdığınız için çok teşekkürlerim ediyorum.
















