Müge Murat: “Böyle Olsun İstemedim,  her dönemde karşımıza çıkacak bir hikâye.”

Kasım 14, 2025

Müge Murat: “Böyle Olsun İstemedim,  her dönemde karşımıza çıkacak bir hikâye.”

Söyleşi: Aynur Kulak

Müge Murat’ın Alakarga Yayınları tarafından yayımlanan ilk romanı Böyle Olsun İstemedim ile çağdaş edebiyatın içerisindeki yerini dikkat çekici şekilde alıyor. Böyle Olsun İstemedim, 1970’li yılların Türkiye’sini çalkantılar içerisinde savrulan ülkücü Seyid’in gözünden anlatıyor bizlere. Yakın dönem sosyo-politik tarihimize dair pek de okumadığımız tarafın kapısını aralayan Müge Murat, tüm insani yönleriyle bireysel bir tarihi anlatısı yerleştiriyor merkeze ve dönemin toplumsal gerçeklerine de ışık tutuyor. Müge Murat ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi için buyurun lütfen.

İletişim alanında mesleki tecrübeleriniz sonrası ilk romanınız Böyle Olsun İstemedim ile edebiyat dünyasına giriş yaptınız. Edebiyatla olan bağınızın nerelere dayandığını sormak istiyorum; fakat bu bağı bir iletişim biçimi olarak edebiyat nasıl rotalara tekabül etti sizin için diye farklı bir yerden sorsam cevabınız ne olur?

Ortaokuldan beri yazmaya ilgim vardı. Hatta orta sonda, Amasya Lisesinde, Atatürk konulu kompozisyon yarışmasında il birinciliğim var. Fakat o günlerde bir gün roman yazacağım aklımın ucundan geçmezdi. Hindistan’a gidip geldikten sonra Ayurveda üzerine yazmak üzere yola çıktım. Aldığım eğitimler beni buraya getirdi. Tabii mesleğim, işim, yazmaktan, insan duygularından çok uzak değil. Bunun çok fazla katkısını gördüm.

Böyle Olsun İstemedim ilk romanınız. Bir dönem anlatısı -70’li yılların Türkiye’si- ile karşı karşıyayız. İlk olarak şunu sormak istiyorum: Neden ilk romanınızın bir dönem anlatısı üzerine olmasını istediniz?  

Çocukluğumda denizin ortasında duran, hatta 90’lı yıllara kadar denizin ortasında kalan bir gemi var. Biz trenle yada arabayla yanından, sahil yolundan öyle gidip geçiyoruz. Bugün hafızalardan silinmiş, unutulmuş gitmiş bir olay. Halbuki İstanbul Boğaz’ında yaşanan gelmiş geçmiş en büyük gemi kazası. Ben bu gerçekliğe bağlanan bir roman yazmak üzerine yola çıktım. 1979 yılındaki bu kazayı merkez alınca roman otomatikman 80 öncesi dönemi içerdi.

70’ler mevzu bahis ama 80’lerin ayak sesleri duyulmaya başlanmış ve biz hikaye boyunca bu ayak seslerini duya duya ilerliyoruz.  İkinci olarak aslında bir dönem anlatısı mı demeliyiz Böyle Olsun İstemedim için, bu anlamda bir çerçeve çizmeli miyiz?

Böyle Olsun İstemedim, geçtiği zaman itibariyle evet bir dönem romanı. Ama hikâyenin içine girdiğinizde, her dönemde karşımıza çıkacak bir hikâye. Yani zamansız bile diyebiliriz. Liseli bir gencin varlık gösterme, kendini gerçekleştirme ve aitlik duyguları, düşünceleri ve eylemleri üzerine geliştirilmiş bir roman. Dönem ve dönemin aparatları bu meseleyi anlatmak için birer araç benim için.

Böyle Olsun İstemedim’i yazma sebeplerinizi, özelikle ana odak noktaları adına merak ediyorum. Neydi sizi masanızın başına bu hikayeyi yazmak için oturtan sebepler? Mesela Seyit’in hikayesini yazmak istediniz belki, belki de kavramsal bir yerden yola çıkarak hayat mücadelesinin içine nelerin karıştığını yazmak istediniz dönemden bağımsız olarak.

Evet kavramsal bir noktadan yola çıktım. Bir kere aile kavramı, aileyi bir arada tutma mücadelesi itici bir duygu oldu benim için. Sonra ana karakter ve ana karakterin kendini var etme inşası geldi Burada biraz mesleki bilgi devreye giriyor. Maslow’un Humanist Modelini pazarlamanın temelidir. Model piramit şeklindedir ve bize şunu söyler: insan önce fizyolojik ihtiyaçlarını giderir; barınma, beslenme, sağlık gibi. Sonra güvenlik gelir; aile, ahlak, iş, mülkiyet. Bir üstünde sevgi, ait olma vardır; aile, arkadaşlık içerir. Saygınlık; özsaygı, özgüven, başarı, takdirle ilgilidir. En üstte kendini gerçekleştirme yer alır, maneviyat, yaratıcılık, problem çözme.

Aileyi bir araya tutmak istediğiniz de artık sadece fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik yeterli olmaz. Kendinizi ispat etmek için aitlik, sevgi ve kendinizi gerçekleştirmeye ihtiyaç duyarsınız. Mesele böyle ortaya çıktı; aitlik, saygınlık ve kendini gerçekleştirme duygusu. Yazmak istediğim dönemde bu mesele için çok uygundu. Bana derdimi anlatmada yardımcı oldu.

70’ler ve adım adım gelen 80’lerin yapılanmasında önemli rol oynayan solcu kanatla değil de sağcı kanatla, romanda Ocak olarak geçen ülkü ocakları yapılanması ve bu yapılanma içinde yerini alan ülkücü bir gençle karşı karşıyayız. Dönemle ilgili çok fazla solcu içerikli –kurgu veya kurgu dışı-kitap okuduk fakat ülkücülük konusu ile ilgili kaynak çok az veya içeriği belli belirsiz, gölgeli yanlarıyla üstün körü ele alınmış. Burada sizin seçiminizi ve bir gencin hikayesini neden bu az gördüğümüz, az bildiğimiz, gölgeli tarafları çok olan bir yerden yazmak istediniz konusunu konuşmak istiyorum.

Ben ilk olarak romanın akışını yazarken sağ edebiyat hafızası olmadığını bilmiyordum. Ne zaman evet ben bu romana çalışmalıyım dedim ve Bilgi Üniversitesi Siyaset Bölümü Öğretim Görevlisi Mehmet Ali Hocama (Tuğtan) gittiğimde bu farkındalığı yarattı bana. Edebi kaynak yoksunluğuna takılmadan, araştırma, inceleme, kitaplarından dönemi, dönemin dinamiklerini (sağ-sol ayırt etmeden ama ağırlıklı sağ politikaları okuyarak) öğrenmeyi tercih ettim. Önemli bir yere değiniyorsunuz; bilinen kaynak az, ama bilinmeyen; çok az basılmış yayınlar, gazeteler, dergiler mevcut. Okuduğum kaynaklar sadece romanı döneminin içinde canlı tutmaya, gerçeklikle bağının kopmamasına yardımcı oldu.

Bir yazar için öteki olmamalı. Odaklandığım nokta o gencecik çocuğun duyguları, düşünceleri, özünden kopup giden varlığı oldu. Nasıl koptu, nasıl kopartıldı? Bu meseleye odaklıydım. Seyid benim için öteki, gölgeli tarafta kalan olmadı. Hepimizin yaşayabileceği bir hikâye, belki de çok yakınımızda olan birisiydi. Ben onu anlamaya, anlatmaya çalıştım. Seyid’i aynı duygu ve isteklerle alın, başka bir yerde aparat haline getirin, hikayesi çok benzer olur.

Roman çok güçlü bir atmosferle açılıyor ve kendi hikayesini bize anlatan Seyit ile tanışıyoruz. Anlıyoruz ki, ailesini, sevgilisini, yaşadığı şehri arkada bırakarak bir şeylerden kaçmak zorunda. Bu kaçış atmosferi hikâyeyi baştan sona kadar domine ediyor. Her şey olup bitmiş ve tüm sular durulmuş bir yerden de başlayabilir, geriye dönük akabilirdi hikâye ama o dönemin hareketliliğini, kaotik yapısı adına mı böyle bir başlangıç seçtiniz yoksa tam tersi masanıza oturdunuz ve atmosfer kendiliğinden oluştu ben de yazmaya mı başladım dersiniz?

Romanın ilk akışı böyle değildi; lineer bir zaman akışı vardı. Karakterlere ve duygu açılımlarına çalışırken fark ettim ki hikaye iki ölüm arasında sıkışmış. İşte bu noktada lineer akıştan vazgeçtim. Seyid’in karakter kırılımını, kendiyle yüzleşmesini hikâyeyi canlı tutmak adına başta vermeyi tercih ettim. İnsanların merak dürtülerini uyandırarak romana başlamakta mutlaka mesleğimin de payı olmuştur.

Seyit’i sadece ülkücü bir genç olarak konuşursak ona haksızlık ederiz gibime geliyor. Babasını kaybettikten sonra bir şekilde hayat ona yaşadığı çevre ile bağlantılı olarak bir hikâye rotası çiziyor. Bir varoluş sancısı çekiyor gibi ve çoklu bir bilmecenin içinde kaybolmuş gibi, ne dersiniz Seyit’i biraz bu yönleriyle konuşabilir miyiz?

Evet babasının kaybıyla, otorite, rol model kaybı yaşıyor. Ama bunun yanında baş etmesi gereken bir de görünmez olma, varlık gösterememe durumu var. Bunları birleştirince on beş yaşında bir genç için baş edilemez sorunlar. İşte bu noktada ortaya çıkan otorite figürü ona bir varlık kazandırıyor. Her şeyi bir anda elde ediyor; başarı, para, saygı, sevgi, aitlik. Bunların hepsi elini uzattığında kolaylıkla erişilebilir hale gelince kendinden ödün vermeye başlıyor. Ama verdiği her ödün onun için bir arkeolojik kazı gibi. O güne kadar ailesinden öğrendiklerini küçük küçük süpürüyor altından çıkan, çıkabilecek eseri ya gösterecek ya da iyice derinlere gömerek hayatına devam edecek. Seyid için bu bilmece çok sancılı. İşte bu noktada onu çok tatmin eden bir duygu var; erkekliğini görünür kılma. İçinde olduğu ortam da tam buna hizmet ediyor.

Ergenliğinde bir genç için bütün bu kazandıkları çok değerli, tatmin edici. Kim vazgeçer ki? Seyid’de içindeki bütün hazineyi yok sayarak yoluna devam ediyor.

Hikâyenin diğer karakterlerini de konuşmak istiyorum. Yan karakterler olmasına rağmen Seyit’in var olmak güçlenmek isteği en çok ailesi, özellikle de annesi söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor; onları koruma ve kollama iç güdüsü ile. Fakat bir yandan da Ocak var, oradaki karakterler, Seyit’in onlarla ilişkisi ve bu sistemin içine girdiği an asıl meseleler su yüzüne çıkıyor olması var. Annesi çok da memnun değil bu durumdan; yani oğlunun Ocak’a gidip gelmesinden, yaşanan olaylardan.  Seyit’le diğer karakterler arasındaki ilişki için bir tür arada kalmışlık ilişkisi diyebilir miyiz?

Anne öğretmen enstitüsünden ayrılmak zorunda kalmış güçlü bir karakter. Ama öğrendiği bir şey var; ataerkil toplumda geride durmak. Evet oğluyla, ocak özelinde, bazen görünen bazen de içsel bir çatışması, mücadelesi var. Düşünsenize o dönemde bir annenin ocağa gidip reisin karşısına oturması ne büyük hareket. Ama bunu Selim’e karşı hiç ifade etmiyor. Selim’e karşı hep geride duruş var. Anne, isterse sertleşebilecek bir anne. Tamamen kaybetme korkusuyla hep temkinli. Şimdi biz romanı Seyid’in zihninden okuyoruz, bu nedenle annenin şu duygusu ön plana çıkmıyor. Yetiştirdiği çocuğa, ona verdiği iç hazineye güven duyması. Normalde bu güven oğlunun hep bir yerden döneceğini söyler. Ama bunu hiç ifade etmiyor.

Ülkenin politik arka planı ister sağcı, ister solcu bir perspektifle anlatılsın her dönem sıkıntılı. Özellikle merkezde siyasi tabanlı bir yapılanma varsa politik arka plan hikâyenin tamamına etki ediyor. Bu konuyu hikâyenin gerilim unsurlarına etkisi, tekinsizliği üzerine konuşmak istiyorum sizinle. Korku, tedirginlik, belirsizliğin ne getireceği bilinmeyen karanlık gölgesi elini üzerimizden hiç çekmiyor neredeyse. Metnin genel yapısı üzerinden konuşabileceğimiz gibi, karakterleri üzerinden de konuşabiliriz; mesela Şahin, mesela Selim abi karakterleri.

Bu noktaya Seyid açısından delikanlı refleksiyle bakmak gerekiyor. Aldığı eğitimlerle gözü kara birisine dönüşüyor. Müthiş bir özgüven patlaması yaşıyor. Bunu da annesine, Selim’e, bazen de otoritelere, emir aldığı üstlerine rağmen yapıyor. Korku, tedirginlik onun için hem var hem yok. Çünkü oyun kurucu değil, olma savaşı veriyor. Vicdanıyla savaşı var. Ama Selim, Şahin oyun kurucu, güçlü karakterler. Vicdanlarıyla savaşları yok. Yaptıklarından, kendilerinden eminler. Korkusuzlar. Belirsiz değiller, rotaları belli. Onların yolu en doğru yol. Bu yolda güçleniyorlar. Önlerine kimse çıkamıyor.Şimdi onların çizdiği yola girmeye çalışan, vicdanlı, iyi, temiz bir çocuk var. Düşünsenize kavga etmeyi bilmiyor. Bu yol nasıl aydınlık olur? O çocuğun dönüşümünü en karanlık, en tedirgin edici, en belirsiz yerlerde gösterebilirsiniz ancak.

Böyle Olsun İstemedim’i devam ettirmek, bir üçleme haline dönüştürmek belki, gibi bir düşünce var mı kafanızda? Seyit’in hikayesinin günümüze doğru uzanmasını, tam da nasıl bir oluşumun içinde olduğunun netleşmesi adına hikayesinin nasıl bir koridordan ilerleyeceğini, nasıl dönüşüp, değişeceğini okumak isterim; çağdaş edebiyatımız adına güzel de bir emsal olur; ne dersiniz?

Böyle Olsun İstemedim’in devam hikayesi olmayacak. İnsan duyguları ilk çağdan beri aynı. Bu kitabı bu duygularla hangi döneme koyarsanız olur. Kendi misyonunu tamamlamış bir hikâyeyi devam ettirmek kendini tekrarlamak olur diye düşünüyorum. Ben kendimi tekrarlamak istemiyorum.

Sol kesime nazaran sağ oluşumlarda daha sınırlı sayıda kaynak var hem kurguda hem de kurgu dışında; bu yüzden belirtmek isterseniz eğer bulabildiğiniz kaynaklar nelerdi, neler okudunuz romanınızın oluşum sürecinde?

Uğur Mumcu, Tanıl Bora, Kemal Can, Fatih Yaşlı, Soner Yalçın, Doğan Yurdakul, Recep Küçükizsiz, Hakan Akpınar, Ahmet Haldun Terzioğlu, Tuncer Günay ve Ecevit Kılıç, Ali Kuzu, Turan Feyzioğlu,  Metin Turan, Saygı Öztürk ve Alparslan Türkeş’in kaleme aldığı kitaplar. HerGün gazete arşivleri, Töre dergisi de araştırma yaptığım yayınlar oldu.

Bunların yanında dönem hikayelerini daha iyi anlamak için; Vedat Türkali, Gün Zileli, Demirtaş Ceyhun, Süleyman Genç, Eylem & Özlem Delikanlı kitaplarını da okudum ve tabii ki psikolojik, sosyolojik ve felsefe kitapları bunlara eşlik etti.

Roman yazmaya devam edecek misiniz? Masanızda yeni metinler var mı?

Yazmaya devam edeceğim. Ama türü ne olur bilemiyorum. Serbest okumalar yapıyorum. Romana çalışırken sadece ona odaklı okudum şimdi günceli takip etmeye çalışıyorum.

Yorum yapın