
Son bir haftadır Semih sabahları erken kalkmaya başlamıştı. O gün de saat dokuzda uyanmıştı. Ama pandeminin son dört ayı hiç öyle değildi. Çok geç uyanıyordu, saat dörtte, beşte ancak yataktan kalkıyordu. Toplasan günde en fazla altı yedi saat ayakta kalıyordu. Erkenden de uyuyordu. Canı hiçbir şey yapmak da istemiyordu. Biraz bir şeyler yiyor, bolca sigara içiyor sonra da telefonla oynuyordu. Kitap okumak ya da film izlemek içinden gelmiyordu. İştahı da enerjisi de hiç yoktu o zamanlar, kimseyle görüşmek istemiyor evine kimsenin gelmesini de istemiyordu. Bir ay önce yakın bir arkadaşı ziyaretine gelmek istemiş kibarca reddetmişti. Kız arkadaşı da yoktu bu sıralar. Daha doğrusu pandemide ayrılmıştı sevgilisinden. Kızıl saçlı mavi gözlü bir sevgilisi vardı.
Cihangirin altında Kabataş’a inen bir yokuşun hemen başında bir artı bir evde yaşıyordu. Üçüncü kattaki dairenin camını açıp da şöyle kafanı çıkarıp sağa doğru baktığında bir parça deniz görülüyordu. Keman virtüözüydü Semih. Geçimini barlarda müzik yaparak sağlıyordu. Fakat aylardır iş yapamamıştı. Çok güzel ve pahalı bir kemanı vardı. Şimdi satsa en az yüz bin lira ederdi. Babası zamanında Avrupa’nın en ünlü mağazalarından birinden almıştı bu kemanı. On beş yıldır kullanıyordu ve toz dahi konmazdı kemanına.
O gün ise biraz enerjisi vardı pandeminin bitişi onu umutlandırmıştı. Bir banyo yaptı. Temizlendi. Üç haftadır yıkanmıyordu. Aynaya baktı uzun uzun. Uzun boylu, kıvırcık saçlı mavi gözlüydü Semih. Saçı sakalı birbirine karışmıştı şimdi. Tıraş olmak lazım dedi kendi kendine. Bunun için para lazımdı. Cüzdanına baktı yetmiş lira parası kalmıştı. Canı sıkıldı. Geçen ay artık babasından para istememeye karar vermişti. Üvey annesi rahatsız oluyordu. Zaten babasının da durumu o kadar iyi değildi. Pandemide o da iş yapamamıştı. Ayrıca iki kardeşi daha vardı ve onların masrafları babasını hayli zorluyordu. Annesi semih on beş yaşındayken öldüğünde babası yeniden evlenmiş iki çocuğu daha olmuştu. Kardeşleri biri on biri on iki yaşındaydı semih ise yirmi dokuz yaşındaydı.
Canı kahvaltı yapmak istedi. İştahı yerine geliyordu. Buzdolabındaki altı adet zeytinden başka evde hiçbir şey yoktu. Börek çayla kahvaltı yapmak için yetmiş lira yeterliydi. Sigara almaya para da kalırdı. Üstünü giyinmeye başladığı sırada kapı çalındı. Kapıya baktı ev sahibiydi. Kirayı isteyecekti.
-Selamünaleyküm dedi altmış yaşlarındaki mavi gözlü kır saçlı adam.
-Aleykümselam dedi, Semih.
-Bak delikanlı dedi, pandemi bitiyor, her yer açılıyor sekiz aydır kirayı vermiyorsun. Ben de bu kirayla geçiniyorum. Yarına kadar kırk bin lirayı getirmezsen ertesi gün çıkarsın. Eşyalar da benim zaten.
-Semih birkaç saniye durdu, sonra mavi gözleriyle dalgın dalgın adama baktı, hiçbir şey söylemedi.
-Duydun mu beni delikanlı, dedi adam
Semih bir an irkildi.
– Evet Kemal amca dedi, adamın gözlerinin içine bakıyordu bu safer, bugün getireceğim kiranı. Adam gitti. Kapıyı kapattı.
Eşyalar gerçekten de ev sahibinindi, Semih’in evde kendisine ait kıyafetleri haricinde eski bir bilgisayarı ve kemanı vardı. Diğer eşyalar ise, yatak odasında bir yatak, komodin, fiskos masası, cevizden küçük bir gardırop, salonda bir kanepe yemek masası iki sandalye buzdolabı ve banyodaki çamaşır makinesinden ibaretti.
Dört aydır kemanı eline almamıştı. Biraz çalmak istedi, başladı çalmaya. Bildiği en güzel klasik parçaları çalıyordu. Çaldıkça coşmaya başladı. iki saat boyunca durmaksızın Vivaldi’den, Paganini’den, Monti’den, Bach’dan, Mendelsohn’dan parçalar çaldı, özellikle Vittorio Monti’nin Czardas’ını tam beş kez çaldı. Çok yoruldu. Kanepeye oturdu. Paketinde kalan son iki sigarayı içti. Kemanını kutusuna koydu. Kemanını alıp evden çıktı. Taksim’e yürüdü. Fransız konsolosluğunun önüne geldiğinde durdu, cadde epey kalabalıktı. Kemanını çıkardı, kutusunu yere bıraktı, kapağını kapattı, Czardas’ı çalmaya başladı. Olağanüstü çalıyordu. İnsanlar etrafında toplandı. Parça bitince tekrar çalmaya başladı. İnsanlar para çıkartıp keman kutusuna atıyordu ama o bir taraftan çalıyor bir taraftan da kafasını iki yana sallayıp “hayır istemiyorum” der gibi reddediyordu. Çaldıkça coşuyordu yine. Kendinden geçiyordu. Parça bittikten sonra aynı parçaya yeniden başlıyor insanlar kalabalıklaşıyordu. Kafasını sallamayı da bırakmıyordu. Hem keman çalıyor hem kafasını sallıyordu. Enerjisi gittikçe artıyordu. Gözleri fal taşı gibi açılıyor, parıl parıl parlıyordu. Parçayı dokuzuncu kez çaldıktan sonra durdu. Dokuzuncu kez kendisini alkışlayan kalabalığı selamladı, kemanını kutusuna koydu. Sağa sola saçılmış paraları topladı kendisini seyreden iki çingene çocuğuna verdi. Galata’ya doğru yürüdü. Yürürken kafasını sallamaya devam ediyordu. Kendi kendine de hafif sesli bir biçimde hayır istemiyorum, hayır istemiyorum diyordu. Kalabalıktan bazıları durmuş arkasından bakıyordu.
Yürürken sevinçliydi, gözleri yine parlak yine fal taşı gibi açıktı. Caddedeki herkesin hareketlerine dikkat kesiliyor sanki herkesi görüyor, herkesi duyuyor, sanki herkesle konuşuyordu. Hızlı da yürüyordu. Saat ikiyi geçmişti. Müzik aletleri satan bir dükkâna girdi.
Mavi gözlü, sarı saçlı kırmızı suratlı bir adam karşıladı onu.
-Buyurun dedi dükkândaki adam
-Bu kemanı satmak istiyorum, dedi Semih, kemanı çıkardı adama uzattı, kaç para verirsiniz, dedi.
Adam aldı kemanı, dikkatlice inceledi,
-Kemandan iyi anlarım dedi adam, senin de anladığın çok iyi baktığından belli, ben kırk bin lira verebilirim buna dedi adam ve kemanı uzattı.
-Semih gülümseyerek kırk iki bin lira verirseniz bırakırım dedi.
Anlaştık, dedi adam, parayı nasıl istersin elden mi yoksa İBAN’a mı atayım dedi.
-Elden olsun dedi Semih, elindeki kemanı kutusuna koydu ve eline aldı.
Adam içerideki ofise gitti üç dört dakika sonra parayla geldi
-Buyur say, dedi
Semih saydı parayı, bunu koyacağım bir poşet gibi bir şey var mı dedi.
-Getireyim dedi adam, siyah bir poşet getirdi.
Semih parayı poşete koydu, teşekkür ederim dedi kapıya döndü çıkmak için yürüdü, adam arkasından;
-Kemanı vereceksin değil mi dedi gülerek.
Semih şaşırdı, keman elinde gidiyordu çünkü.
-Affedersiniz dedi, alışkanlık, hiç yanımdan ayırmazdım da.
-Fark ettim dedi adam. Kusura bakma, dedi.
– Sen kusura bakma dedi Semih.
Semih döndü arkasını çıktı. Kapıdan çıkarken gözünden bir damla yaş geldi. Fark etti yaşı. Sildi eliyle. Mavi Gözleri yine fal taşı gibi açılmaya başladı. Taksim’e doğru yürüdü, Taksimden Elmadağ’a geçti. Ev sahibi orada oturuyordu. Adamı bulup kırk bin lira borcunu verdi.
Sonra da, önce bir berbere gideyim dedi kendi kendine. Berberde saçını sakalını kestirdi. Karnı çok acıkmıştı tekrar Taksime gitti. Çok iyi bir lokantada karnını doyurdu. Sigara aldı. Saat dört olmuştu artık. Üç tane bira ve çerez aldı. Hala cebinde biraz parası kalmıştı. Eve gitti biraları dolaba koydu.
Evi temizleyecekti. Neyse ki deterjan ve vileda gibi şeyler vardı. Kirli bulaşıkları yıkadı. Mutfağı pırıl pırıl yaptı. Salonu ve yatak odasını da temizledi. Kirli giysilerini bir poşete koydu. Saat sekiz olmuştu. Dolaptan biraları çıkardı. Üçünü de içmesi bir saat sürmedi. Çerez kabuklarını yere dökmemeye özen göstermişti. Bira şişelerini bir poşete koydu, evdeki bütün çöpleri de ayrı bir poşete koydu. Kirlileri ve çöpleri alıp çıktı. Sokağın başındaki çöp kutusuna elindeki poşetleri attı. Kabataş’a doğru indi. Saat ona geliyordu, mayıs ayının son günüydü. Karaköy’e doğru yürümeye başladı. Mavi gözleri yine fal taşı gibi açılmaya başlamıştı ve yine parlıyordu.
Galata köprüsüne çıktı. Kendisine doğru birkaç evsiz geliyordu. Cebindeki bütün parayı çıkarıp adamlara verdi. Adamlar:
-Eyvallah birader, dediler.
Köprünün tam ortasına kadar yürüdü. Durdu. Mavi gözlerinden birkaç damla yaş geldi. Fark etti yaşları sildi. Korkulukların üstüne çıktı, kendini denize bıraktı.


















