Sahip Olmak ve Var Olmak “Ya ölüm norm olsaydı, yaşam ise sadece geçici bir bağımlılık?” | Özlem Sipahioğlu

Ekim 31, 2025

Sahip Olmak ve Var Olmak “Ya ölüm norm olsaydı, yaşam ise sadece geçici bir bağımlılık?” | Özlem Sipahioğlu

Belçikalı yazar Dimitri Verhulst, çağdaş Avrupa edebiyatının en özgün, en kışkırtıcı ve en insani kalemlerinden biri olarak anılır. 1972 yılında Aalst’ta doğar. Çocukluk dönemini çalkantılı koşullar içinde geçirir; ailesindeki huzursuzluklar, geçici yuvalarda geçen yıllar ve erken yaşta tanık olduğu yoksulluk, onun insan ruhunun karanlık tarafına duyduğu ilgiyi şekillendirir. Bu kırılganlık, eserlerinin merkezine yerleşir. Verhulst’ün karakterleri genellikle toplumun kenarına itilmiş, “başarısız” addedilen ama kendi varoluşlarını koruma konusunda inatçı insanlardır. Yazarlık serüveni boyunca bu karakterleri aracılığıyla hem topluma hem de bireyin kendine karşı dürüst olma cesaretine dair keskin gözlemler sunar.

Verhulst’ün dili sade ama yankısı derindir. Kara mizahı, şiddetli duyguların içinde bir nefes aralığı gibi kullanır. Okurunu kahkaha attırırken, aynı anda kalbinde ince bir sızı bırakır. Eserlerinde sıradan insanların iç dünyasında dolanır; küçük, önemsiz görünen hayatlara büyük anlamlar yükler. Mizahı hiçbir zaman yalnızca gülme amacıyla değil, acının içinden bir farkındalık yaratmak için kullanır. Bu yönüyle onun edebiyatı hem sert hem de şefkatlidir.

Son romanı Sahip Olmak ve Var Olmak, yazarın olgunluk dönemine ait, kısa ama yoğun bir metin. Roman, yaşam, ölüm ve bağımlılık kavramlarını ters yüz eden kışkırtıcı bir fikirden yola çıkar. Verhulst okura şu soruyu yöneltir: “Ya ölüm norm olsaydı, yaşam ise yalnızca geçici bir bağımlılık?” Bu tek cümle, romanın tüm yapısını belirler. Yazar, ölümün değil yaşamın bir tür hastalık, bir alışkanlık, bir saplantı olduğu fikrini anlatısının merkezine yerleştirir. Böylece okuru, hem var olmanın anlamı hem de ölümü kabullenmenin doğası üzerine yeniden düşünmeye davet eder.

Romanın başkahramanı Malodot, sıradan, silik bir adamdır. Hayatında iz bırakacak hiçbir şey yapmamıştır; yaşama isteği neredeyse tükenmiş, ama ölmeye de cesaret edememiştir. Ölümden sonra kendini “ölü olabilmek için hayata bağımlılığından kurtulması gereken” insanların bulunduğu tuhaf bir klinikte bulur. Bu klinikte, yaşam bir hastalık, ölüm ise arzulanan bir iyileşme biçimi olarak görülür. Malodot’un çevresindeki diğer karakterler, kendi pişmanlıkları, başarısızlıkları ve korkularıyla bu garip iyileşme sürecine katılır. Hepsi kendi geçmişleriyle hesaplaşmaya çalışır; kimisi yeniden doğmak ister, kimisi yalnızca unutulmayı.

Verhulst, bu atmosferi hem ironik hem de dokunaklı bir dille kurar. Romanın dünyası, absürtlükle felsefi derinlik arasında gidip gelir. Yazarın kara mizahı, hikâyedeki trajediyi yumuşatmaz; tam tersine, acının kendisini görünür kılar. Okur, Malodot’un iç sesinde hem kendi korkularını hem de yaşamın anlamsız rutinini bulur. Ölüm, Verhulst’ün elinde bir yok oluş değil, bir aydınlanma biçimine dönüşür. Romanın sorduğu asıl soru şudur: Gerçekten yaşamak mı cesaret ister, yoksa nihayet vazgeçebilmek mi?

Yazarın dili, yüzeyde yalın görünse de cümlelerin ardında katman katman bir ironi gizlidir. Her satırda felsefi bir arka plan sezilir. Verhulst, basit sözcüklerle karmaşık duygular yaratır; ironiyle beslediği bu anlatım biçimi, onun edebiyatta ayrı bir yer edinmesini sağlar. Sahip Olmak ve Var Olmak, bu üslubun en rafine örneklerinden biridir.

Roman, modern insanın varoluşsal bunalımına da keskin bir ayna tutar. Günümüz toplumunun “sahip olmak” üzerine kurulu yapısını sorgular; daha çok şeye sahip olma isteğinin, insanın kendisini yaşama bağımlısı hâline getirdiğini ima eder. Verhulst’e göre asıl özgürlük, “var olmanın” yalınlığında gizlidir. Malodot’un yolculuğu, bu farkındalığın alegorisi gibidir: insanın sahip olduklarını değil, bıraktıklarını tanıdığı ölçüde huzura ulaşabileceğini anlatır.

Yazarın Türkçeye kazandırılmış önceki romanlarından Geç Kalan, onun kara mizahının en canlı örneklerinden biridir. Roman, yetmişli yaşlarında bir adam olan Désiré’nin sıradan hayatından ve dırdırcı karısından kurtulmak için kendi bunama sürecini sahneleyişini anlatır. Désiré’nin planı, bir huzurevine yerleşip özgürlüğünü orada aramaktır. Bu çılgın fikri nasıl uyguladığını ve huzurevinde neler yaşadığını anlatırken Verhulst, okuru hem kahkahaya boğar hem de derinden yaralar. Çünkü mizahın altına gizlenmiş hüzün, onun en belirgin imzasıdır.

Geç Kalan, yaşlılık, yalnızlık ve toplumun yaşlı bireylere bakışındaki acımasızlığı taşlamayla ele alırken, Sahip Olmak ve Var Olmak bu temaları daha soyut ve felsefi bir düzleme taşır. Her iki roman da yaşamın ağırlığını mizahın inceliğiyle hafifletir. Verhulst’ün karakterleri, dünyayı ciddiye almadıkları ölçüde özgürleşirler; onların umursamazlığı bir tür direniştir.

Dimitri Verhulst, bu son romanında insanın var olma biçimini yeniden tanımlıyor. Sahip Olmak ve Var Olmak, yaşamın ağırlığını hafifleten, ölümü olağanlaştıran bir metin. Kısa, keskin ve unutulmaz. Yazarın kara mizahı, bu kez dingin bir felsefi derinlikle birleşiyor; ortaya hem sarsıcı hem düşündürücü bir anlatı çıkıyor. Roman, okuruna kendi varlığını bir anlığına dışarıdan görme imkânı sunuyor. Belki de Verhulst’ün söylediği gibi: “Gerçek özgürlük, hayata değil, hayattan kurtulmaya cesaret edebilmekte gizlidir.”

Yorum yapın