Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Gülsel Ceren Güneş’i, Önden Üç Bilet’in kapak tasarımını da yapmış olan Yalın Atılganoğlu ile konuştuk.

1)Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Sabahın ilk ışıklarında kahvemi koymaya veya gecenin karanlığında ışığı açık kalmış diye gittiğimde Ceren’i mutfak masasının bir köşesine kurulmuş, tamamen kitabına odaklanmış bulmak benim için alışıldık bir durum. Neden bilmiyorum ama nerede olursak olalım, eğer bir ev ortamı varsa yazarken mutfak masalarını kullanmayı tercih ediyor. Yoksa herhangi bir yerde yazar, mekân takıntısı yoktur. Hiç kahve içmeyen Ceren’i romanı üzerinde çalışırken kahve içerken görmek de mümkün. Bu; yazdığı karakterler ve ortamları canlandırmak için kullandığı bir sistem. Bu bilsem de her seferinde “Sen kahve mi içiyorsun?” diye şaşırmadan duramıyorum. Yazarken anlatıcı değiştirdiğinde içeceklerini de değiştirmesi bana çok ilginç geliyor. Önden Üç Bilet’i yazarken kahve, çay, kola ve şarap içti; tüm bunları aynı anda masasında görmek mümkün.
2) Ceren’le yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Dürüst olmak gerekirse okurken benim ilgi alanım fantastik, mitolojik… vb kitaplar. Ceren’in çok daha geniş yelpazesi yanında sönük kalsa da onu etkileyen yeni bir yazar, kitap ve hatta ufacık bir cümle bulduğundaki çocuksu heyecanı ve paylaşma isteği karşısında ilgisiz kalmak mümkün değil. Ceren sayesinde daha önce ilgimi çekmeyen yeni alanlar ile tanıştım ve keyifle keşfettim. Benim de bu niş ilgi alanım ona birşeyler katabildiyse ne mutlu bana.
3)Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Tabii bir yazar ile yaşayınca kitaplar, yazarlar, imza günleri de hayatın büyük bir parçası oluyor. Bir sonraki romanın olası temalarından, yazmakta olduğu bir yazının bir cümlesinin yanlış anlaşılıp anlaşılmayacağına kadar birçok konuyu hayatın neredeyse her anında paylaşıyoruz. Hepsini seviyorum ama daha düşünce aşamasındaki bir hikâyeyi saatlerce tartışmak, üzerine fikirler üretmek, eğip bükmek bunlar arasında en sevdiğim. Bir sonraki eserinin ilk okuru olabilmek de ayrıca çok özel bir duygu.
4)Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Özellikle bazı sahneleri ve karakterleri yazarken müziği çok kullanır. Aklında hikâyesi ve karakterleri ile birleştirdiği bu müzikler sanıyorum ki o mekâna girebilmesini, karakterleri canlı olarak görebilmesini ve bu kadar iyi yazabilmesini sağlıyor. Mesela Önden Üç Bilet‘i yazarken romanın içinde geçen, sözlerini kendi yazdığı şarkıları saatlerce uğraşarak bestelemiştik. Piyano biraz daha baskın olsun, hafif bir klarnet duyulsun diye uğraşırken notalar doğru yerlere oturduğunda bu şarkılar ile akıcı bir şekilde sahnelerini kaleme almıştı. Bir de tabii birbirinden alakasız içeklerini vazgeçemediği ritüeller olarak söyleyebilirim.
5)Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Bu cevap bir sonraki roman hakkında biraz spoiler içerebilir. Kitaplar ile döşenmiş bir evde yaşıyoruz, yeni çıkan kitaplar genelde ilk haftasında bizim evimizde de yerini buluyor ama bu aralar elinde en sık gördüğüm kitap, hem ismi hem içeriği ile benim de ilgimi fazlası ile çeken, Peter Zuckerman ve Amanda Padoan’ın yazdığı Buried in the Sky. Onun dışında bu sıralar yüksek irtifa dağcılarının günlüklerini okuyor. Çok da detay vermeden ikinci romanının bir dağ hikâyesi olduğunu söyleyebilirim.



















