
Söyleşi: Aynur Kulak
İsmet Vural’ın Mona Kitap tarafından yayımlanan ilk romanı Ayna Çıkmazı odağında yapmış olduğum söyleşi insan kendini tam anlamıyla tanıyabilir mi, çok farklı sınıflardan, çok farklı karakterler birbirlerinin hayatını nasıl etkiler, insan yaşamı boyunca kendini gerçek anlamda, bir bütün olarak ne kadar iyi tanıyabilir, mekânlar ve nesneler hikâyeler adına ne derece önemlidir soruları üzerine gerçekleşti. İsmet Vural ile Ayna Çıkmazı odağında gerçekleştirdiğimiz söyleşi için buyurun lütfen.
Sohbetimize edebiyatla olan bağınızı konuşarak başlamak istiyorum. Çocukluğunuzdan itibaren başlayan bir süreç miydi sizin için, yoksa yoğun çalışma temponuzda bir sığınak olarak mı keşfetmiştiniz edebiyatı?
Çocukluğumda edebiyatla güçlü bir bağım olduğunu söyleyemem. Yedi yaşından itibaren oyuncu ve tiyatro yönetmeni olmanın hayalini kuruyordum. Gelgelelim o kadar utangaç bir çocuktum ki, uzun süre buna cüret bile edemedim. Bu sebeple oyunculuk eğitimi alıp konservatuara gitmek istesem de buna dair herhangi bir girişimde bulunmadım ve reklamcılık bölümünü seçtim. O dönemde utangaçlığımı biraz yenmiş olacağım ki üniversitede okurken dışarıdan oyunculuk eğitimi aldım. Vahide Gördüm’den ders almak için hafta sonları İzmir’den İstanbul’a gidiyordum. Tüm bu süreçte kitap okuyordum tabii, ama asıl ilgi alanım sinema ve tiyatroydu. Reklamcılık bölümünü bitirir bitirmez Kadir Has Üniversitesi’nin Film ve Drama programına kaydoldum. Sonrasında tiyatro kariyerim başladı.
Edebiyatla da güçlü bir bağ kurmam bu zamanlara rastlar. Nitelikli ve donanımlı bir sanatçının sadece uğraştığı sanat dalıyla ilgilenmesinin yeterli olmadığını fark etmiştim çünkü. Evet, kitaplarla kurduğum bağ diğer birçok yazarın aksine geç oldu ama güç olmadı. Bu süreçte eğitimlerim ve meşguliyetlerim dışındaki zamanın hemen hemen tamamını kitap okumaya ayırdım. Büyük bir açlık çekiyordum ve kendimi doyurmam lazımdı. Ve bir noktada okumak yetmedi, yazmaya başladım. Öncelerinde film senaryoları ve tiyatro oyunları yazmayı deniyordum ama hiçbiri istediğim gibi olmuyordu. Ne zaman öykü ve roman denemeleri kaleme almaya başladım, işte o an yazıda aradığımı buldum. Artık ömrümün sonuna kadar yazacaktım.
Ayna Çıkmazı ilk kitabınız ve tür olarak romanı tercih ediyorsunuz. Öykü kitapları çok revaçta, bu sebepten romanı tercih etme sebebinizi sorarak devam etmek istiyorum. Baştan beri roman mı vardı kafanızda, hiç öykü ya da kısa bir novella düşünmediniz mi?

Evet, dediğiniz gibi öykü kitapları bu dönem çok revaçta ama ben masanın başına oturduğumda, “Dur bir öykü yazayım,” ya da “Bu fikirden iyi roman olur,” tarzı düşüncelere kapılmıyorum. İlk yaptığım şey, beni yazmaya iten meseleye dair sorgulayıcı fikirler, kendimle tartıştığım denemeler yazmak oluyor. Bu süreçten sonra yazdığımın öyküye mi, yoksa romana mı evrileceği kendiliğinden zuhur ediyor zaten. Ayna Çıkmazı’nı yazma sürecim de bu şekilde ilerledi.
Ayna Çıkmazı için sizi masanızın başına oturtan ana/odak meseleniz neydi? Mesela bireye dair bir yüzleşme hikâyesi miydi anlatmak istediğiniz ya da sistem eleştirisi belki ya da iyi ile kötünün karşılaştırması. Neydi sizi masanızın başına oturtan ana mesele?
Romanın ana meselesi, bireyin kendini bir bütün olarak, içinde saklı gölge benliklerle tanıması. Bu bağlamda Ayna Çıkmazı için bir “yüzleşme hikâyesi” diyebiliriz. Ama sadece karakterlerle ya da kendisiyle değil, tüm insanlıkla. Kişinin kendini derin bir içgörüyle olabildiğince tanıması tüm insanlığı tanımasını kesin kılmaz belki, ama bu uğurda anlamlı bir yol açar. Hepimizin içinde saklı yanlar birbirine benzemez mi?
Romanın ilk etabı itibariyle Adem, Rabia ve Musa karakterleriyle tanışıyoruz. Düşünceleri, yaşam biçimleri, mensup oldukları sınıfları, aile yapıları, hayatla kurdukları bağ adına birbirinden çok farklı karakterlerle karşı karşıyayız. Bu kadar farklı karakterleri neden bir araya getirmek istediniz? Ortak dertlerini, dışlanmışlıklarını, günlük rutinleri içerisinde verdikleri ortak mücadeleleri görmemiz için mi?
Romana ilk başladığımda tek ana karakter Adem’di aslında. Adem’in Ayna Çıkmazı Sokağı’nda Rabia ve Musa’yla tanışma hikâyesi olacaktı. Ben romana başlamadan evvel ana ve yan karakterleri yaratmayı tercih ediyorum. Bu süreçte Rabia ve Musa’yı kurarken, bu iki karakter de kendiliğinden derinleşti ve bu derinlik de açıkçası hoşuma gitti. Onların da sahneye böyle çıkmasına engel olmak, onları baskılamak istemedim. Yazım sürecinde kurduğum planı aşan sürprizleri seviyorum ve buna izin veriyorum. Rabia ile Musa’yı yaratırken de beni şaşırtan bu gelişimi serbest bıraktım.
İsmet Bey acaba hangi karakteri yazarken zorlandı ya da şöyle sorayım; hangi karakter onu çok uğraştırdı? Karakterlerin yazımı bittiğinde, bir çerçeveye oturduklarında hangisi daha çok iz bıraktı? Bunları merak ettim. Çünkü üçünün arasında dolaşan bir gölge, onları birbirlerine çok yabancı olmalarına rağmen görünmeyen bir bağ ile bağlıyor. Musa gibi geldi bana bu karakter, ne dersiniz? Belki de Adem cevabı gelecek sizden ama Musa’daki katmanlar ve değişim diğer iki karaktere göre daha derin sanki, ne dersiniz?
Hayır, ikisi de değil. J Elbette bu iki karakteri yazmak da kolay değildi ama beni en çok zorlayan Rabia oldu. Yirmi yaşındaki bu genç kızın dilini bulmakta epey güçlük çektim. Bu anlamda birlikte çalıştığım editörüm Fatma Aktaş’ın bana büyük katkısı oldu. Onun verdiği notlar ışığında Rabia’nın tüm bölümlerini sil baştan kaleme aldım.
Musa’ya gelecek olursak… Sizi bu düşünceye sevk edenin Musa’nın diğer iki karaktere nazaran daha sarsıcı bir geçmişi olmasıdır diye tahmin ediyorum, ki evet, bu durum karaktere kendiliğinden bir derinlik katıyor.
Kendi adıma her üç karaktere bir derinlik katabildiğimi düşünüyorum. Ama dediğim gibi Rabia kardeşim beni epey zorladı.
Rabia’yı konuşmak istiyorum elbet. Onda son yirmi, yirmi beş yılda oluşan hem bireysel, hem toplumsal açmazları hem nitelik hem nicelik adına daha net görüyoruz. Başörtülü olması, ailesinin alt sınıfa mensup olması, bir kız çocuğu veya kadın olarak değerinin olmayışı diğer karakterlere nazaran farklı bir yere konumluyor onu. Toplumun hiçbir zaman düzelemeyecek olan taraflarını, çıkmazlarını Rabia ile mi anlatmak istediniz?
Rabia ismini ilk duyunca çoğu kişi “Belli yerlere gönderme mi var?” diye düşünecektir. Ancak benim asıl amacım, dediğiniz gibi son yıllarda yaşadığımız bireysel ve toplumsal açmazlara sosyolojik bir bakış atmaktı. Şunu da ayrıca vurgulamak isterim: Rabia’nın hikâyesindeki açmaz “kendi arzusu dışında” tesettüre büründürülmesinde yatıyor. Bir genç kız elbette “kendi isteğiyle” tesettüre girebilir, bu gayet doğal bir durum… Ama böyle bir durumda bir yazar olarak benim anlatabileceğim herhangi bir hikâye olmaz zaten.
Rabia’nın açmazı aslında başı örtülmeden önce, doğumdan itibaren, hatta ondan da evvel başlıyor. Toplumda izlerini hâlâ, belki de artarak gördüğümüz erkek çocuğu ile kız çocuğunun yetiştirilişindeki farklılıklar bunun en büyük göstergesi. Ne kadar modernleştiğimizi iddia edersek edelim, bu durum böyle gittiği sürece toplumsal olarak bırakın ileri gitmeyi, yerimizde saymayı, hatta geri gitmeyi sürdüreceğiz diye düşünüyorum.
Karakterler kadar hikâyenin mekânsal unsurları da çok önemli, ki romana, romanda geçen sokağın ismini veriyorsunuz: Ayna Çıkmazı. Ve üç karakterimizin bir araya geldiği bir Ayna Köşkü var. Öncelikle “Ayna” ister istemez çok güçlü bir metafor olarak yansıyor metne elbette, bunu konuşmak isterim sizinle fakat aynı zamanda mekânları bir bütünlük oluşturması adına mı tek bir mekân ve tek bir sokak üzerinden metinde yer vermek istediniz?
Romanın meselesini, insanı kendini bir bütün olarak tanıma açmazını işlemeyi yaklaşık bir on sene önce düşünmeye başladım. Gelgelelim bunu somut bir zemine oturtmakta çok zorlandım. Sonra birdenbire Almanya’dan dönüş uçağında zihnimde Ayna Çıkmazı Sokağı, ardından Ayna Köşkü belirmeye başladı. Uzun zamandır aradığım çözüm yanı başımda, her sabah baktığım aynadaymış da farkında değilmişim. Yıllarca zihnimin gerilerinde düşündüklerim bir anda saklandıkları yerden çıkıverdi. Daha sonrasında güçlü bir metafor olan “ayna”yı bir sokağa ve onun içindeki köşke dönüştürmenin tam aradığım çözüm olduğuna kanaat getirdim.
Ayna Çıkmazı, karakterlerimizin bir buluşma noktası. Hem birbirleriyle hem de kendileriyle. Bu bağlamda evet, dediğiniz üzere mekânsal açıdan bir bütünlük oluşturmak istedim.
Aslında bu roman karakterlerin kendilerine doğru yaptıkları bir yolculuk hikâyesi, öyle değil mi? Asum, Meda ve Aibar karakterleri karşımıza çıkınca bunu daha iyi anlıyoruz. Karakterlerin birbirlerine zamansal düzlemde el vermesi de diyebiliriz tabii ama Asum, Meda ve Aibar bizi farklı bir boyuta, yani daha kadim, daha mitsel, daha mistik, hatta masalsı bir boyuta taşıyorlar.
Evet, kendilerine ve içlerinde saklı öteki benliklere dair yaptıkları içsel bir yolculuğun hikâyesi Ayna Çıkmazı. Asum, Meda ve Aibar karakterleri de hem işlemek istediğim meseleye, hem de romanın mitsel, masalsı boyutuna geçiş aşamasında bana can yoldaşı oldular. Bu üç karakterle ilgili aslında dile getirmek istediğim çok şey var lakin okuyucularıma hazırladığım sürprizi bozmaktan korkuyorum.
Hikâyenin bilinçaltı, bilinçdışı diyebileceğimiz psikolojik yönünü de konuşmak istiyorum sizinle, çünkü baştan sona çok belirleyici bir unsur olarak ilerliyor. Hikâye kafanızda oluşmaya başladığında veya yazmak için masanızın başına oturduğunuzda hikâyenin gelişme sürecinin psikolojiyi bu denli kapsayacağını düşünmüş müydünüz?
Sadece bu romanda değil, sonraki yazacağım her eserde psikolojik unsurlar ana etmen olacak, bundan eminim. Eminim çünkü beni yazmaya iten her çıkış noktasının psikoloji alanıyla doğrudan ilişkisi var. Psikoloji eğitimi almadım ama bu alana dair okumalar ve araştırmalar ışığında derin açılımlar yapabildiğimi ve bundan sonra da yapabileceğimi düşünüyorum. Buradaki özgüvenimin altında yatan sebep psikolojiden çok iyi anlamaktan ziyade, psikolojik açıdan sorunlu bir insan olmam ve bunlarla korkusuzca yüzleşebilmem.
Anlatımda lineer zaman kullanımına ve buna bağlı kurgu yapısına ve diyaloglara, anlatının türleri (çağdaş, mitsel, masalsı) gibi unsurlara önem vermişsiniz. Bütün bu anlatı yapısı kendiliğinden mi oluştu yoksa, mesela diyaloglar metnin orasına çok denk düştü ve kendiliğinden mi geldi? Benim düşüncem, çok titizlendiğiniz bir anlatı yapısı kurmak istediğiniz yönünde.
Doğrudur, anlatı yapısı benim için yazındaki en önemli husus. Hatta hikâyenin bile önünde diyebilirim. Bu anlamda üstat Bilge Karasu’nun, “Yazmak sadece hikâye yazmak değildir, belli bir dilde yazmak, onu biçimlendirmek, o dili yoğurmaktır,” sözünü kendime düstur edindim. Elbette hikâyenin rolü de meselemi anlatmam açısından çok mühim, ancak onu nasıl anlatacağım en önem verdiğim husus.
Buradan yola çıkarak Ayna Çıkmazı’ndaki anlatı yapısının ana hatlarını, üslubumdaki çağdaş ve mitsel öğeleri önceden planladığımı söyleyebilirim. Ama söylediğiniz gibi bazı diyaloglar ya da o an plan dahilinde olmayan bir cümle halihazırda kurguladığım bu anlatım biçimine hattı zenginleşmesine yol açtı.
Roman yazmaya devam edecek misiniz? Bundan sonraki çalışmanız ne olacak?
Evet, ömrümün sonuna kadar roman yazmaya devam edeceğim. Halihazırda ikinci romanımın ilk taslağını yazdım ancak konu itibarıyla zorlu bir işe kalkıştığım için üzerinde çok daha fazla çalışmam gerek. Birçok birikmiş öyküm var, ufak tefek rötüşlarla onları yayıma hazır hale getirebilirim. Ama belli olmaz, her an her şey olabilir.

















