
Çoğumuz, klasik edebiyat eserlerini zaman buldukça yeniden okuma ihtiyacı duyarız. Kendimizi klasiklerin o derinlikli dünyasına bırakır; güncel yaşamın çelişkili, incitici ve bunaltıcı hallerinden sıyrılıp ruhumuzu klasiklerle şifalandırmaya çalışırız. Klasiklerin içinde zamanın ağır ağır akmasından; kahramanların çoğu zaman erdemle donanmış, ideal ya da idealist kişiler olmasından; dile getirilen aşkların fedakârlıkla, onurlu bir asaletle yaşanmasından etkilenir; çok uzaklarda kalan cenneti yeniden anımsar gibi oluruz. Realist tarzdaki klasiklerin sayfalarında, toplumsal ilişkileri ve insanın iç derinliğini bilinçli bir dikkatle gözlemleriz.
“Klasik, ilk okumada verdiği keşif duygusunu her yeniden okumada veren kitaptır.” diyen Italo Calvino, gençliğimizdeki okumalarda yeterli hayat deneyiminden yoksun olduğumuz için klasiklerin fark etmediğimiz kimi özelliklerini olgunluk çağımızdaki okumalarda görebildiğimizi; gençken klasikleri okuduğumuzda içimize yerleşen değişmez değerleri klasiklerin sayfalarında yeniden keşfettiğimizi belirtir. Ruhumuza tohumlarını bırakan klasik eserin kendine has bir gücü olduğunu söyler.
Günümüzden yüzyıllar önce Goethe’nin yazdığı Genç Werther’in Acıları* da dünya edebiyatı tarihinin en önemli romanlarından biri olduğu gibi, en çok okunan ve en çok etkilenilen klasikler arasında yer alır. 1774’te basılan eser pek çok dile çevrilmiştir; bizde ilk çevirisi hayli geç (1960’larda) gerçekleşmiştir.
Genç Werther’in Acıları’nın kitaplığımda bulunan edisyonunda, kitabın çevirmeni akademisyen Gülperi Sert’in Genç Werther’in Acıları’nadair ilginç bilgiler sunan Önsöz ve Giriş’inin önemini de vurgulamalıyım.
Goethe, o kadar derin etkiler bırakan bir eser kaleme almış ve kahramanı Werther’in genç, güzel ve evli bir kadın olan Lotte’ye duyduğu umutsuz ve marazi aşkı, Werther’in anlatımlarıyla o kadar inandırıcı kılmıştır ki, döneminde birçok gencin iç dünyasını sarsmıştır. Kendilerini Werther’le özdeşleştiren bazı okurların Werther gibi intiharı seçtikleri de kayıtlara geçmiştir.
O nedenle şeytanın tuzağı olarak nitelenen roman 1775’te Leipzig’de; sonra Kopenhag ve Milano’da yasaklanır. Werther’in toplum kurallarına karşı çıkışı; kurallar yerine doğal, sade ve içten bir yaşamı savunması bu yasaklamanın başlıca nedeni olur. Romanda Werther’in o dönem toplumunun dinsel ve geleneksel birçok kuralına yönelik başkaldırısı söz konusudur. Hüzünlü, melankolik, içe dönük Werther, pek çok toplum kuralına, geleneklere ve normlara karşı çıkar. Evli bir kadına duyduğu umutsuz aşkı, bu aşktan vazgeçmeyişi, çektiği aşk acıları, sonunda intiharı seçerek toplumsal ve dinsel kurallara başkaldırışı, cesur ama talihsiz bir adım olarak kendini ortaya koyar.
Werther yasakları aştığı gibi, toplumsal hiyerarşiden hoşlanmadığını da sıklıkla ifade eder. O, ne soylulardan ne burjuvalardandır; kendini toplumsal hiyerarşinin dışında görür. Kentten kaçıp sığındığı köy ortamında çobanlarla, çocuklarla, köylülerle, akıl hastası olduğu için dışlananlarla arkadaşlık eder; toplumun iktidar ilişkilerini anlamsız bulur. Soylu bir sefirin yanında çalıştığı günlerde, bir yemekte Werther soylular tarafından istenmez ve ev sahibi de onu dışarı çıkarır. Bu olay Werther’in soylulara duyduğu nefreti artırır. Werther, sefirin, resmî yazışmalardaki aşırı titizlik ve kuralcılığını da reddederek onun yanından ayrılır. Kenti hiç sevmez; kentler karşı çıktığı ve kurallarına direndiği toplumun simgesi olan mekânlardır. Werther’e, kendine sığınak olan ve yaptıklarını yargılamayan doğa gerekir; sadece doğada, doğal haller içinde mutludur.
Werther, sanatçı ruhlu bir gençtir, boş kaldığı anlarda resim yapmaya çalışır. Bence Werther, romanda sanatçının boyun eğmez, direnişçi, aylak ve özgür ruhunu temsil eder. Werther, Lotte’nin resmini yapmaya çalışırsa da duygularının yoğunluğu nedeniyle tamamlayamaz; ama duygularını söze dökmede ve mektuplarda dile getirmede ustadır; o bir söz sanatçısıdır.
Roman, Werther’in arkadaşı Wilhelm’e gönderdiği mektuplardan oluşur. Metin içindeki “kurmaca yayıncı”nın, Werther’den kalanlarla onun hazin hikâyesini tamamladığı 3. kişi anlatımları da önem taşır. Mektuplarını okurken Werther’in cephesinden görür, olayları ona göre değerlendiririz; romanda başkalarının mektupları yoktur. Yazarın bu yöntemi seçmesi, olaylarla ilgili yargıları okura bırakma isteğinden; okura geniş bir yorum alanı bırakmayı önemsemesinden kaynaklanır. Wilhelm’in mektupları da romanda yer almaz; sadece Werther’in sözlerinden anlarız Wilhelm’in düşüncelerini. Romanda Werther’in Lotte’ye yazdığı birkaç mektup da yer alır.
Bütün mektuplarda, değişken ruh hallerindeki Werther’in cümleleriyle karşılaşırız. Werther hüzünlü, mutsuz, yalnız hisseder kendini; bazen aşkın verdiği yoğun duygularla mutluluktan uçtuğu da olur. Duygusal açıdan uç noktalara gidip gelen, salınımlı bir kişilik sergiler. Romanda coşku ve duygular, akıl ve mantığın yerini almış; rasyonalite, coşku içinde erimiştir. Eserin romantizme dâhil edilmesinin asıl nedeni bu niteliğidir.
Werther bir çocuk gibi, bir doğa insanı gibi saf halde yaşamayı; toplumun insana giydirdiği elbiseleri reddetmeyi, sahtelik maskelerini takmamayı yeğler. Kurallar ve beklentilerin dışında kalır. Onun kişiliğinde toplum karşısında bireyin varlığı öncelenir. Gülperi Sert’in yorumuna göre Werther adı, nehir adası anlamına gelen Wert sözcüğünden türetilmiştir; ada gibi tek başına yaşayan izole bir varlığı simgeler. Werther, yalnız kalma, anlaşılamama, dışlanma gibi bedellerle öder birey olma çabasını. İntihar ettiği için dinsel yasalara karşı çıkmıştır; cenazesinde hiçbir din adamının olmaması Werther’in trajedisine ayrı bir boyut ekler.
Werther iyilik ve güzelliğin timsali gibidir; Lotte de öyle. Werther, babasını yitirmiş olduğu için otorite temsillerine uzaktır. Lotte’nin de annesi ölmüştür; kardeşlerine sevecenlikle bakar. Piyano çalan zarif bir kızdır Lotte; nişanlısı Albert dürüst ve nitelikli bir insandır. Birlikte uçsuz bucaksız kırlarda gezintiye çıkan üçlü, dostluğun mutluluğunu yaşarken; Werther içten içe acılar içinde kıvranır. Gün gelip Lotte ile Albert evlendiğinde acıları dayanılmaz hal alır. Albert, Werther’in sıkça yaptığı ziyaretlerden hoşlanmadığını ima eder Lotte’ye; genç kadın Werther’i kendinden uzak tutmaya çalışır. Bu durum Werther’in kederini doruğa tırmandırır. Lotte, Werther’e merhamet dışında bir duyguyla yaklaşmamaya dikkat eder.
Werther’in acıları artınca ona ne yazık ki ölüm karanlığı görünecektir. Ancak metinde genç adamın sadece Lotte yüzünden değil, kendi hassas ve melankolik kişiliği yüzünden canına kıydığı sezdirilir. Onun, Lotte’yi tanımadan önce de intihar fikrine zihnini yorduğu dikkatimizi çeker. Romanın sonlarına doğru Werther, Lotte’ye Ossian’ın şarkılarını okur. Bu metinler gencin ölüm özlemine, derin kederine eşlik eder; duygular şiirsellik üzerinden ifade edilerek roman metni başka edebi metinlerle buluşturulur böylece.
Genç Werther’in Acıları’nı yeniden okuduğunuzda, klasiklerin içinizde bıraktığı o değişmez değerleri ve derinlikleri keşfedecek; Werther’in hazin ve melankolik sevdasında, günümüzün gelip geçici, iz bırakmayan aşk ilişkilerini farklı bir gözle değerlendirme fırsatı bulacaksınız.
___________
*Johann Wolfgang Von Goethe, Genç Werther’in Acıları, Çeviren: Gülperi Sert, Doğu Batı Yayınları.

















