
Külliyatı ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Kenyalı yazar Ngũgĩ wa Thiong’o’yu bu yılın mayıs ayında kaybettik. Afrika Edebiyatı’nın en özgün ve özel yazarlarından olan Thiong’o’ yaşama veda etmeden kısa süre öncesine kadar yazmış bir yazar. Afrika kıtasına ve özellikle Kenya’nın sosyo-politik yapısına dair çok şey öğrendiğimiz romanlar yazan Thiong’o’ gazeteci kimliği ile birçok kez hapse atılmış, sürülmüş ve ülkesini terk ederek Amerika’ya yerleşmek zorunda bırakılmış. Kendi ülkesinden kovulan yazar New York Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat dalında profesörlüğe kadar yükselerek kürsü sahibi olmayı başarmış. Fakat özellikle içinden çıktığı halkının sorunlarını hiç ara vermeksizin yazan Thiong’o’ dünyaya ismini romanlarıyla duyurarak Afrika’ya dair birçok önemli detayı bilmemizi sağlayan önemli yazarlardan.
1980’de Gikuyu dilinde yazdığı Caitaani Mũtharaba-Inĩ — yani Türkçeye Çarmıhtaki Şeytan olarak çevrilen eser — Afrika edebiyatının en çarpıcı politik alegorilerinden biri. Roman, sadece bir edebi metin değil, aynı zamanda yazarın sömürgecilik sonrası Kenya’daki yozlaşma, sınıf eşitsizliği ve kültürel bağımlılığa karşı verdiği ideolojik mücadelenin bir manifestosu. Ngũgĩ bu romanı, hapisteyken tuvalet kâğıtlarına yazmış ve bu bile, eserin taşıdığı direniş ruhunun bir göstergesi haline gelmesi için başlı başına bir sebep.
“Ben, Adalet Peygamberi olan ben bile, ilk başta bu yükün bana ağır geldiğini hissettim ve dedim ki: “Kalbin ormanı hiçbir zaman tüm ağaçlarından arındırılmaz. Evdeki sırlar yabancıların kulakları için değildir. Ilmorog da bizim evimizdir.”
Roman, bir bakıma Ngũgĩ’nin “edebiyat halkın hizmetinde olmalıdır” anlayışının pratiğe dökülmüş hali. İngilizce yerine Gikuyu dilinde yazmayı seçmesi, kültürel sömürgeleşmeye karşı en radikal duruşlardan biri; dil, yalnızca iletişim aracı değil, aynı zamanda direnişin aracıdır. Seçtiği köyler, kasabalar, mekanlarda öyle. Kendi öz dilini kullanan bir yazarın her tercihini yerel olandan yana yapması kaçınılmaz oluyor ve bu tercih onun metinlerini özgün kılıyor.
Romanın merkezinde, Nairobi’de yaşayan genç bir kadın olan Jacinta Wariinga bulunur. Wariinga, Kenya toplumunun sömürge sonrası dönemde yaşadığı ikili yapının — yani dışsal emperyalizmin ve içsel sınıfsal sömürünün — simgesi olarak var. Erkekler tarafından istismar edilmiş, iş yerinde aşağılanmış, ekonomik olarak yoksullaştırılmış ve toplumsal baskılarla ezilmiş bir kadındır o. Ama direnecektir, çıkış yolları arayacak ve ayakta duracaktır. Tıpkı Kenya gibi ve hatta tıpkı Afrika kıtası gibi. Wariinga hem kadınlar, hem ülkesi hem de kıta adına birçok güçlü durumu temsil ederken Ngũgĩ wa Thiong’o’’nun onu betimlerken ne kadar özendiği, onu salt bir edebiyat karakteri olmasının da ötesinde ne kadar severek yazdığı hemen hemen her satırda görülüyor.
“Ne zaman aynaya baksa kendini çok çirkin buluyordu. En nefret ettiği şey siyah teniydi, bu yüzden Ambi ve Snowfire gibi renk açıcı kremlerle vücudunu çirkinleştirir ve şu sözü unuturdu: “Siyah doğan bir şey asla beyaz olmaz.” Şimdi vücudu Gine kuşu gibi hem açık hem koyu lekelerle kaplıydı. Saçları dökülüyordu ve rengi, kızgın demir taraklarla düzleştirildiği için tuhaf bir kahverengiye dönmüştü. Warĩĩnga dişlerinden de nefret ediyordu. Biraz lekelilerdi ve dilediği beyazlıkta değillerdi. Sık sık onları saklamaya çalışır ve nadiren uluorta gülerdi. Eğer yanlışlıkla güler ve sonra dişlerini hatırlarsa aniden susar ya da eliyle dudaklarını kapatırdı. Erkekler bazen onunla alay eder, neredeyse her zaman birbirine sıkıca bastırılmış dudakları yüzünden ona Warĩĩnga, kızgın olan, derlerdi.”
Bir gün Wariinga, ülkesinde düzenlenen “Şeytanın Yarışması” adlı grotesk bir toplantıya katılır. Bu toplantıda, Kenya’nın yeni zenginleri, politikacıları, iş insanları ve toprak sahipleri, kimin halkı en ustaca sömürdüğünü anlatmak için birbirleriyle övünürler. Bu sahne romanın en önemli sahnesidir ve hikayenin alegorik merkezini oluşturur. Sömürü, tıpkı bir ticaret gibi teşhir edilir; “şeytan” artık görünmeyen bir güç değil, insanın içselleştirdiği bir sistemdir. Bir ülkenin ve bir kıtanın nasıl sömürüldüğü bu sahne ile açık edilir. Romanın sonunda Wariinga, hem kişisel hem politik anlamda bir dönüşüm geçirir. Pasif bir kurbandan aktif bir direniş öznesine dönüşür. Bu dönüşüm, Ngũgĩ’nin özellikle kadın karakterler aracılığıyla sunduğu “yeni halk öznesi” idealinin vücut bulmuş hâlidir.
Ngũgĩ, Çarmıhtaki Şeytan’da bağımsızlık sonrası Kenya’yı “yeni efendilerle” dolu bir ülke olarak gösterir. İngiliz sömürgeciler gitmiştir ama onların ekonomik düzeni ve kültürel hiyerarşisi devam etmektedir. Yeni elitler halkın emeğini sömürmekle övünür, yabancı şirketlerin çıkarlarını korumakla gurur duyar. Ngũgĩ, böylece “bağımsızlık” fikrini sorgular: Eğer bağımsızlık, yalnızca siyasi iktidarın el değiştirmesiyse, halkın kurtuluşu nasıl mümkün olabilir?
Romanın ismindeki “şeytan”, hem bireysel hem toplumsal bir kötülüğün sembolü. Ngũgĩ’ye göre şeytan, artık mitolojik bir varlık değil; ekonomik sömürünün, ahlaki yozlaşmanın ve kapitalist rekabetin içselleştirilmiş hali. Çarmıha gerilen şeytan figürü, yazarın bu düzenin ifşasını ve ters yüz edilmesini temsili.
Ngũgĩ, romanında modernist tekniklerle yerel anlatı geleneklerini birleştiriyor. Özellikle Gikuyu masallarının, halk şarkılarının, atasözlerinin ve mitolojik öğelerin yoğun biçimde kullanılması, esere özgün bir anlatı ritmi kazandırıyor. Bu anlatım tarzı, halk edebiyatını modern politik söylemin taşıyıcısı haline getiriyor. Ayrıca romanın yapısı, klasik Batılı roman kurgusundan farklıdır: çizgisel bir olay örgüsü yerine, döngüsel bir anlatı, parodi ve grotesk unsurlar ön plandadır. Bu, Ngũgĩ’nin bilinçli bir tercihi olarak, “Batılı roman estetiğine karşı” bir estetik duruşu temsil eder.
Ngũgĩ’nin İngilizceyi bırakıp anadilinde yazması, sadece kişisel bir karar değil, ideolojik bir kopuştur. Ona göre dil, sömürgeleştirmenin en derin biçimidir. İngilizceyle yazmak, sömürge efendisinin bakışını yeniden üretmektir. Bu nedenle Çarmıhtaki Şeytan, dilin politik bir silah olarak yeniden işlevlendirilmesinin somut örneğidir.
Bu seçim, eserin içeriğiyle de doğrudan örtüşür: dilin sömürgeleşmesiyle bilincin sömürgeleşmesi arasında sıkı bir bağ vardır. Wariinga’nın bilinç dönüşümü de, bir anlamda “dilsel kurtuluş”un metaforudur.
Ngũgĩ wa Thiong’o, Çarmıhtaki Şeytan ile hem Kenya toplumunun hem de insanlığın sömürgecilik sonrası trajedisini derin bir politik bilinçle işler. Roman, sadece kapitalist sömürünün eleştirisi değil, aynı zamanda halkın dayanışma ve direniş potansiyeline duyulan inancın ifadesidir.
Wariinga’nın bireysel kurtuluşu, halkın kolektif kurtuluşuna bağlanır. Ngũgĩ, burada bir yazar olarak kendi görevini de tanımlar: “şeytanın çarmıha gerildiği” an, halkın kendi sesini, kendi dilinde duyurabildiği andır.
Çarmıhtaki Şeytan, sömürgecilik sonrası Afrika’nın çelişkilerini hem alegorik hem gerçekçi biçimde yansıtan, aynı zamanda dilin, bilincin ve adalet arayışının politik önemini vurgulayan önemli bir yapıt. Ngũgĩ wa Thiong’o, bu eserle edebiyatın yalnızca estetik değil, devrimci bir eylem biçimi olabileceğini de göstermiştir.

















