
Naime Erkovan, Çağdaş Türk Edebiyatı’nın üretken öykücülerinden. Bayburtlu olan yazarın çocukluğu Berlin’de geçti. Genellikle öykülerinde fantastik tarzı benimseyen yazar ‘Olay Berlin’de Geçiyor.’ adlı öykü kitabında Almanya’ya göçen işçilerimizi gerçekçi bir üslupla ele almıştı. Öykü kitaplarından sonra memleketine vefa borcu ödemek için Bayburt’a gidip bir roman kaleme aldı: Tahta Kapıların Ardında. Bu roman Bayburt’un düşman işgalinden kurtulduğu yıllardan, yetmişli yıllara bir panorama.
Anadolu kadını dediğimiz bereketli, dualı, dirayetli kadını temsil eden Gülhanım bize annelerimizi hatırlatır. Çok çocuklu bir kadın olan Gülhanım, Nurhayat, Gülhayat, İrfan, Mithat ve Zeliha’nın annesidir. Çok çocuk çok dert, çok kaygı, çok hikâye demek. Peş peşe gelen ölümlerden, göçlerden sonra hayatı olduğu gibi kabul etmeyi onunla öğreniriz. Gülhanım büyük bir aile, geniş bir çevre içinde yaşadığı için kitabın karakter sayısı oldukça fazla.
Dönemin ruhunu, alışkanlıklarını, terbiyesini genelde kadınlar üzerinden okuyoruz. Romanın en önemli konusu aşk. Hamam cininin Rus güzele duyduğu aşk, genç kızların kimseye söyleyemeden içinde büyüttüğü aşk, hurafelerle dualarla karşılığı beklenen aşk, sevdiği kadından vazgeçip altına, define yön değiştiren aşk, asker kaçağı yapan divane ettiren aşk… Tüm memleket seviyor, bekliyor gibi. Günümüzde iletişim kaynaklarının çokluğu ve kolaylığının verdiği yakınlıktan doğan uzaklık yok. Santralin bağlayacağı hattı günlerce ahizenin başında beklemek var, yıllarca asker yolu gözlemek var. Bu bekleyişlerin çoğu zaman bir sonucu yok. Mutluluk ya da unutuş da söz konusu da olmuyor.
Yazar fantastiğe olan yakınlığını romanda bırakamıyor. Tarihten, şehri gözlemlerinden yola çıkarak gerçeğin romanını anlatsa da araya fantastik öyküler serpiştiriyor. Bedeni çürümeyen silahını vermeyen şehit, hamamı koruyan cinler, sahipli defineler, sevdiğine kavuşmak için yapılan hurafeler o kadar tanıdık ki yadırgamak mümkün değil.
Bu romanı okumak siyah beyaz bir aile albümünü çevirmek gibi. Tanıdık yüzler, yıllarca duyduğumuz hikayeler gün yüzüne saçılıyor. Bizim memlekette de de böyle bir aşık, böyle bir meczup, böyle bir acı yaşanmıştı diyebiliyoruz. Çünkü küçük şehirlerin, küçük hayatlarında da hikayesi vardır. Küçük şehirlerde kaderler ince bir iple birbirine bağlıdır. Zaman doğum-ölüm, aşk- ayrılık, sevinç-hüzün arasında bir sarkaç gibidir. Büyük acıları içlerinde taşıyan şehir halkı gün geliyor Hababam Sınıfı’nı yaz sinemasında yan yana izleyip güler.

















