
Uluç Bora Seven’in kaleme aldığı “Lotus’a Ağıtlar”, yası kabullenişi, kayıplarla yüzleşmeyi ve yeniden doğuşu incelikle harmanlarken, umudun doldurduğu bir tarafla melankoliyi iç içe geçirerek ortaya çağdaş ve bütünlüklü bir eser çıkarıyor.
“Önümde, daha doğrusu altımda, çevremde ve hatta gökyüzünde, İsviçre Dağları, yerkürenin ebedi koruyucuları… Onlar; kahverengi, beyaz ve mavinin yerlisiydiler; griden kaçan yeşilse eteklerine sığınıyordu. En irileri Hasliberg, dağların efendisi; her sabah başıyla Helion’u selamlıyordu. Şimdiyse gözleri olacak zirvesi bana bakıyordu. Avucuna almıştı beni, misafirim ben. Ve bu ziyareti, yaşlı bir çamla beraber genç bir tilkiyle paylaşıyordum. Evet, göklerden bakıyordu ama tepeden bakmıyordu. Bizim gibi değildi o. Kibirle bulanmış aklımızda devasa, gerçekteyse iki metre bile değildik biz. Oysa başıyla bulutları, gönlüyle çiçekleri okşuyordu. Aniden bastıran uğultu dolu rüzgâr, dağın sözlerini taşıyordu. Başta içimi kaplayan korku, sonrasında, merakım tarafından kovuldu. Kulak verdim. Kendimi tabiatın antik diline sundum, lakin anlamıyordum. Çünkü bu lisan maziye gömülmüştü, binalarsa onun mezar taşıydı. Kulak verdim. Elimde kürek, kazdım geçmişi. Ve duyduğumu anlamaya başladım. Kulak verdim. Bilgelik taşıyan sessiz nasihatler, huzuru öğretiyordu…” diyor Uluç Bora Seven, A7 Kitap etiketiyle okuyucuyla buluşan “Lotus’a Ağıtlar” adlı kitabının önsözünde. Ve tıpkı orada anlattığı gibi kulak veriyor geçmişe ve “Yunan mitolojisinde, “yendiğinde insana sonsuz mutluluk ve unutkanlık veren çiçek” Lotus’a. Sözcüklerini, dizeleriyle ulayarak, “zira”lı “kıtalar”da, renklerin cenazesine katılırken, ozanlar ülkesindeki sirenleri dinliyor ayrılık kokan dalgalarla…
Uluç Bora Seven “Lotus’a Ağıtlar”da, okuru içsel bir yolculuğa davet ederek, kişisel hafızanın topraklarında gezdiriyor. “Ağıt”la yüzleştiği kayıplar, değişimler ve dönüşümler, “lotus” etrafında şekillenerek yeniden doğmayı, arınıp yunmayı ve anlamın peşinden gidişine vurgu yapıyor. Şiiri, anlatıyla deneme arasında sallandırarak hayli yoğun kelimelerle emanet eden Uluç Bora, okuru bazen bir yas döneminin, bazen de insanın içinden dolup taşan umudun ellerine bırakıyor. Gözünü daha geniş anlamda varoluşsal bir sorgulamaya diken Seven, fanilikle cebelleşen insanın çaresizliğindeki anlam arayışını, aynı fanilikten yeşeren bir yaşam arayışına çevirirken, günlük hayattan aldığı parça parça sahneleri soyut kavramlarla bir araya getiriyor.
Her şiirini dünyaca ünlü birçok ressamın eserleriyle süsleyen Uluç Bora Seven, “Lotus’a Ağıtlar”da, yası kabullenmenin, kayıplarla yüzleşmenin ve bunlar arasında tekrar tekrar doğuşun inceliğini harmanlıyor. Umut dolu bir tarafla melankolik yanını uç uca getiren Seven, şiirlerinde varoluşun peşinden farklı yolları kullanarak giderken ortaya çağdaş ve bütünlüklü bir eser çıkarıyor.
















