Melis Sena Yılmaz: “Hiçbir hikâyeye varış noktasını düşünerek başlamıyorum. Yalnızca içine gireceğim maceraları ve eğlenceyi düşünüyorum.”

Eylül 30, 2025

Melis Sena Yılmaz: “Hiçbir hikâyeye varış noktasını düşünerek başlamıyorum. Yalnızca içine gireceğim maceraları ve eğlenceyi düşünüyorum.”

Söyleşi: Deniz Sessiz

Yapboz Evi, “Aşağİstanbul Maceraları” adlı dizininizin ikinci kitabı. Dizinin ilk kitabı Aşağİstanbul, 2022’de ilk yayınlandığında, oldukça merak uyandırmıştı. Bir şehri tam anlamıyla “alt-üst” etmek, bambaşka bir şehir kurgulamak oldukça zorlayıcı olmalı… Bursalı bir yazar olarak seni besleyen, İstanbul’la kesişim kümeni oluşturan şeyler neler oldu? 

Ben, sıkı bir fantastik edebiyat okuru olarak büyüdüm. Fantastik edebiyat sizi alternatifi düşünmeye iter, bambaşka dünyaların var olduğuna inandırır. İstanbul’da gezinirken, başka zaman aralıklarında bambaşka gerçekliklerin var olduğunu bilerek yürüyorsunuz zaten, belki de bu yüzden İstanbul, fantastik edebiyat için mükemmel bir atmosfer sağlıyor. Onca gerçekliğin arasında kendi İstanbul’umu kurgulamak bana bir oyun gibi geldi. İki kitabı yazarken de çok eğlendim, zorlandığım anlar olsa da İstanbul’u başka hayal etmenin zihin açıcı yönü daha baskındı.

Galata ve çevresine olan merakını az çok biliyoruz ancak ben biraz onun ötesine gitmek isterim. Bu dünyanın/dizinin ilk kıvılcımları nasıl ortaya çıktı? İstanbul’un senin yazarlığını besleyen yanları neler?

Başta Galata çevresinde geçirdiğim zamanlarda burada bir çocuk olmanın hayalini kurdum. Bu şehrin büyüsüne tanıklık etme, Galata’nın büyülü sokaklarında bir çocuk olarak serüvenlere atılma fikri beni heyecanlandırdı. Küçükken sokaklarda oynayan bir çocuk değildim; o yüzden Aşağİstanbul’u ebeveyn endişelerinden ve gerçek hayat tehlikelerinden uzak; şahsına münhasır bir şehre dönüştürdüm. İstanbul’un bir sokağının kaosken, arka sokağının sahil kasabası sükuneti; bir anının bir anına benzememesi sizi de dikkatli bir gözlemci haline getiriyor. Yolda yürürken duyduğum diyaloglardan tutun, fotoğraflarını çektiğim binalara dek her ayrıntının beni farklı biçimlerde beslediğine inanıyorum. Şehrin iç içe geçen geçmişinin, kültürel ve tarihi zenginliğinin hem fantastik hem gerçek bir yanı var. Aşağİstanbul, fantastik tarafının ağır bastığı bir İstanbul tasviri.

 “Aşağı İstanbul” fikri, bir noktada İstanbul’un görünmeyen yüzünü gösteriyor. Senin için bu yüz sadece bir hayal ürünü mü yoksa gerçek İstanbul’un bastırılmış, gözden kaçırılan taraflarına bir gönderme barındırıyor mu?

İstanbul’da sınırları belli olmayan kültürel zenginliğin yarattığı büyüyü duyumsamak mümkün; ama günlük hayatın keşmekeşinde keşfetmesi gerçekten zor. Aşağİstanbul’da sürekli tekrarlanan bir gerçek var, burası farklı yaratıkların hoşgörü içinde yaşadıkları bir şehir ve bunu korumak için aktif bir çaba harcanıyor. O anlamda Aşağİstanbul hem gözden kaçırdıklarımız hem yok saydıklarımızın uyum içinde var olabildiği masalsı bir şehir ama masal olmak zorunda değil.

Aidiyet, arkadaşlık ve aile… Bu üç temanın, kitaplarınızın temelini oluşturduğu görüşündeyim. Özellikle “aile” temasının oldukça özel bir yeri var gibi… Aile, neden senin ve romanların için bu kadar değerli? Bu konu senin ve kurguların için ne ifade ediyor biraz konuşalım isterim.

Bir çocuk için dünya, önce evinde, çoğu zaman ailesinde başlıyor. Aile de bir nevi yapboz gibi, kendine ait parçalardan oluşuyor. Bu parçalar aidiyet, güven, sevgi, bazense uzaklık, özlem ve mesafe olabiliyor. Her bir parça anlatılmaya değer hikâyeler sunsa da ben ailenin birleştiren, koşulsuz sevgi kaynağı haline odaklanmak istiyorum sanırım. Benim hikâyelerimde aile, hiçbir zaman arka plan unsuru olarak kalmıyor, karakterlerin yolculuklarını şekillendiriyor; sıklıkla o yolculuğun merkezinde duruyor. Tıpkı bir yapbozun eksik parçasının dikkati üzerine çekmesi gibi, “Aşağİstanbul Maceraları”nın ikisinde de ailenin eksikliği bir şekilde hikâyeyinin yapı taşı olarak karşımıza çıkıyor.

Yapboz Hilmi’den dökülen parçalar aslında yalnızca özlemi değil, tamamlanma arayışını da simgeliyor. Yapboz metaforunu kurguya dahil etme fikri nasıl ortaya çıktı?

Hiçbir hikâyeye varış noktasını düşünerek başlamıyorum. Yalnızca içine gireceğim maceraları ve eğlenceyi düşünüyorum. Üzerinden parçalar dökülen bir komşu ve önüne çıkan bu gizemi çözmeye hevesli bir kız çocuğu, bu hikâyenin kalbini oluşturdu. Ne var ki bir yerde, hikâye kendinden daha büyük bir amacı doğuruyor sanki. Bunu her kitabım için söyleyebilirim Yapboz Evi de bir istisna değil. Nasıl Mayısın Üçüncü Haftası’nda yola, denize girip yavaş yavaş canavara dönüşen bir çocuğu anlatmak için başladıysam, Yapboz Evi’ne de üzerinden parçalar dökülen bir adamı kurtarmak isteyen bir kız çocuğunu anlatmak için başladım. Yapbozların içine girebilme fikri beni çok heyecanlandırmıştı. Elbette Aşağı’yı çok özlemiştim ve hikâyenin o evrende geçme ihtimali de içimi kıpır kıpır etmişti. Bunun hangi noktada bir metafora dönüştüğünü inanın bilmiyorum, hepsi sürecin bir parçası olarak gelişiyor.

Zeynep; meraklı, arkadaş canlısı, yardımsever ve bıcır bıcır bir kız çocuğu. Her kitap yazarından iz taşır şüphesiz. Peki sizin kitaplarınızdaki karakterler sizden hangi izleri taşıyor?

Zeynep, gerek tez canlılığı, gerek içinde fokurdayan merakla, bugüne dek yazdığım karakterler arasında bana en çok benzeyeni, ya da çocukken, büyüyünce olmak istediğim kişiye en çok benzeyeni, bana kalırsa. Küçükken hep benzersiz maceralara atılacağımı, o maceraların gelmesi için yalnızca büyümem gerektiğini düşünürdüm. Bir dedektif, ajan ve benzeri bir mesleğe sahip olacağım; saydıklarım olmasa bile başka büyük şeyler başaracağım işten bile değildi. Zeynep de aynı inancı taşıyor, kendine ve yapabileceklerine güveniyor. Benim aksime Zeynep, maceralara atılmak için büyümeyi beklemiyor. Bu yüzden ona özenmemek imkânsız.

Yorum yapın