Sözün Ardı/Önü: 110 Mine G. Kırıkkanat’ın Anıları  | Feridun Andaç

Eylül 30, 2025

Sözün Ardı/Önü: 110 Mine G. Kırıkkanat’ın Anıları  | Feridun Andaç

Anı yazmak bir bakıma bellek yolculuğuna çıkmaktır. Yazan kişinin çıkış noktası ise, kendi yaşadıklarıyla birlikte içinden geçtiği zamana tanıklıktır diyebiliriz. Öyle ki; o tanıklıkta insanlar, olaylar, yaşanan dönemin gerçeklikleri kaçınılmaz biçimde burada yer alır.

Anıları anlamlı kılan, okur katında da karşılık bulan yanlar bunlardır bence! Kuşkusuz anlatılanlar kadar anlatanın kim olduğu da önem kazanır. Herhangi birinin yaşamına dair yazılanlarla toplumda yer edinmiş, iz bırakmış birinin anılarını aynı kefeye koyamayız!

Burada inandırıcılıkla birlikte neyi, niçin, nasıl yaşadığı; anlattıklarının nelere ışık tuttuğu gerçekliği önemlidir elbette.

Kruşçev’in anılarıyla Luis Buñuel’in anılarını aynı görmesek de, iz bırakan kişiliklerinin yanı sıra belgesel diyebileceğimiz tanıklıkları önemlidir.

Bizim anı edebiyatımızda azımsanmayacak birikimden söz edebiliriz. Birçok tarihsel toplumsal, hatta kültürel gerçekleri anılar aracılığıyla okumuşuzdur. O nedenle yayıncıların bu türden kitaplara yayın dizilerinde ayrı bir başlık açması önemlidir.

Kırmızı Kedi Yayınevi de böylesi bir dizide kayda değer birçok kitap yayımladı. Bunların bir yenisi Mine G. Kırıkkanat’ın anılarıydı.

Okurken Yazmak

“Eğer ömrüm varsa, ‘Barut’un devamını  ‘Ateş’te okursunuz.

Çünkü ‘Kül olana’ kadar yazacağım.”

Mine G. Kırıkkanat’ın okuduğum anılarının yer aldığı  “Barut/Her Şeyin Bir Bedeli Var” kitabı (*) bu iki cümleyle bitiyor.

Onun yaşamında iz bırakan bir sürecin tanıklığını içeren 1968’den 1981’e uzanan öyküsünü okuyoruz bu ilk kitapta. Yaşananlar, kişiler, dönemin siyasi ve toplumsal arka planında olup bitenlerin yer yer anılara serpiştirilerek anlatılması bu anıları değerli kılıyor.  

Bir solukta demesem de, bazı satırları çize çize not ala ala bir günde okudum. Dönem tanıklığını, üslubunu, inandırıcılığını, dikbaşlı duruşunu önemsediğim için araya başka okumalar almadan ilerledim. Okurken hem İstanbul-Paris haritasında gezindim, hem de tanıdığım birçok yüzün öyküsünü dinledim…Üstüne üstlük onun Cağaloğlu/Babıali macerasının, çalıştığı dergi ve gazetelerin mekânlarına uğradım adeta. Semih Balcıoğlu’nun, İlhan Selçuk’u, Çetin Altan’ı, Melih Cevdet Anday’ı, Hıfzı Topuz’u hatırladım. Cumhuriyet Gazetesi’nin Cağaloğlu’ndaki binasını, orada tanıdığım birçok insanı…

Ve elbette onun “cam kırıkları”yla dolu öyküsünün  burukluklarını, iniş çıkışlarını; ama her şeye rağmen kendini inandığı yaşama yolundan sapmadan ilerleyişinin dayanma gücünü kendime de yakın buldum.

Biz, yıllardır aynı gazete yazsak da, sanırım hiç karşılaşmadık. Galiba bir kez kısa bir yazışmamız oldu. Elbette okuduğum, izlediğim biri. İtiraz ettiğim düşünceleri, çıkışları olsa da durduğu yeri önemserim.

Şunu da açıkça yazayım, bu anıları beni Mine Kırıkkanat’a daha da yakınlaştırdı.

Özellikle yazmak konusundaki cesareti, kararlılığı; bu yolda ilerlerken kendine inanması, bunu da açıklıkla anlatabilmesi önemliydi. Üstelik birilerinden icazet alarak değil, kendi aklına zekasına, yapabilme becerisine güvenerek yolunu açmasının öyküsünü açıklıkla dile getirmesi bu arenada çok da olası bir şey değil. Erkek egemen bir mecrada kendini var edebilmek az şey midir?

Anılarda Kalan

Yazılan anıları okuduğumuzda ya abartı, ya benlik sanrısı, ya da üstünkörülük gözleriz.  Hatta bazen de “neden yazılmış” diye de bir soru sorarız kendimize. Yani anlayacağınız suya sabuna dokunmayan anılardır bunlar.

Oysa Mine Kırıkkanat kendisini her ne kadar anılarının odağına yerleştirse de; yaşadığı dönem, karşılaştığı kişiler/olaylar “Babıali’de kadın olmak” gerçeğinin ne anlama gelebildiğini göstermesi açısından da önemli bence.

Örneğin; Çetin Emeç’le karşılaşması, onun bu mesleğe adım atmasındaki inceliğini okuduğumda, Peride Celal’in genç bir kız olarak eniştesi Ali Naci Karacan’ın önerisiyle yazdıklarını Peyami Safa’ya götürdüğünde başına geldiklerini bana anlatmasını düşündüm ister istemez. Dönem, kuşak, zihniyet farklılığı, ve daha birçok şey…

Düşünsenize, oradaki erkekler dünyasına adım atan, “Türkiye’nin ilk kadın mizah yazarı” olarak “Çarşaf” mizah dergisinin ekibine katılır…

Kitabın neredeyse yarısı Çetin Altan’a ayrılmış. Kırıkkanat belki de kitabını bir üçleme veya dörtleme olarak düşünmeliydi. Böylece ilkinde kendi yaşama ve yazarlığa başlama öyküsünde değinip geçtiği yerleri ayrıntılı yazma olanağını öncelerdi. İkinci kitap Çetin Altan ekseninde bir dönemin ve bir yazarın portresinden önemli bir kesiti de bize aktarmış olurdu.

Özcesi, değinip geçmek, satır başlarıyla aktarmak yerine daha derinlikli yazılabilirdi anılar. Çünkü öylesi bir malzeme, ve anlatıcı var karşımızda. Üstelik onun ironisi de işin içine girince, daha özgün anılar demeti çıkabilirdi karşımıza.

Bu denli “acele”ye getirmeden yazması gerekirdi. Öyle ki, kitabın finaline doğru bu koşaradımlığı hemen gözlüyorsunuz. Yazarın telaşesini anlıyorum; ama böylesi anıları bir kalemde anlatıp geçemezsiniz. Üstelik basın yayın dünyasının önemli dönemeçlerinden geçmiş birinin anıları…Kendini bununla dünyaya taşımış birçok kişiyle karşılaşmış röportajlar yapmış, haber kayda geçmiş, yazılar kaleme almış birinin yazacakları okurda beklenti oluşturur.

Anı Yazmak Zordur

Gerçekten de anı yazmak zordur. Aklıma esti hadi bende yazayım diyemezsiniz. Biriktirdikleriniz size anılarınızı yazdırabilir ancak. Her anlamda biriktirmekten söz ediyorum. Öncelikle iyi bir zaman arşivi, görseli ve yazıyı içeren. Söz ettiğiniz bir anıya o anının belgesini de koymanız gerekir. Bu aynı zamanda “ciddi” bir editörlük hizmeti gerektirir. Her kitaba editör olan birinin anı kitaplarına da el atabilmesi uygun değildir bana göre.

Yayınevine bir öneri: Böylesi anı kitapları mutlaka dizin ister. Kişi/yapıt adları dizininin gerekli görür. Bir de kitabın içinde kullanılan fotoğrafların/görsellerin özenlice seçilip uygun dipnotlarla sıralanması kaçınılmaz bence. Ayrıca açıklayıcı dipnotlar ise  “kim kimdir” gibisinden gerekli, bunların editörel özen gerektirdiğini de hatırlatmak isterim. Bir başka önemli yan ise anı kitaplarını eğer bir içinde yayımlıyorsanız özgün kapak tasarımı olmalı. Diğer dizelerden ayrılmalı. Yazarın fotoğrafını film afişi gibi kapağa taşımak çok da uygun değil. Bunu iyi bir tasarımla diziyi de öne çıkaran biçimde yapabilirlerdi.

Mine Kırıkkanat’ı okurken hem derin bir hafıza yolculuğuna çıkıyorsunuz hem de ironik bir anlatı okuyorsunuz demeliyim. Buruk olduğu kadar neşeli, solgun olduğu kadar capcanlı anılar demeti. Elbette ardından gelecek iki kitabı da bekliyoruz.

(*) Barut/Her Şeyin Bedeli Var, Mine Kırıkkanat; 2025, kırmızı Kedi Yay., 311 s.

Yorum yapın