Sözün Ardı/Önü: 109 Zamansız Denemeler: VI Varolma Yolculuğu imgesel & düşsel yolculuklar | Feridun Andaç

Eylül 23, 2025

Sözün Ardı/Önü: 109 Zamansız Denemeler: VI Varolma Yolculuğu imgesel & düşsel yolculuklar | Feridun Andaç

                                                                                            

-Pablo Neruda’yı anarak

1./yüzün senin

tanıdık gibi gelse de, başka dilin sesiyle yol alırız; bir başlangıçtır bu bazen, bazen de özlenenin imgesi…buluşmadır bu da her durumda. yeniden yaratırız kendimizi yeni bir bakışla. tutuklu kalsak da, tutkulu olana bakışımız değişmez. gene de, içkörlük havuzlarından geçirir bizi aşk. yeniletir, hayatın bir başka boyutunu açar önümüze.

Ötedeki sözler de, tam bu noktada çıkıyor karşıma:

“Aşk, tüm kapılarını körlüğe açmaktır. Savunmasızlıktır. Bir gün çekip giderse, altında kalacağın enkazı ve yaşayacağın tüm depresif an parçacıklarını önceden göze almaktır. Öyle içgüdüsel bir bilmezlikle ona doğru itersin ki kendini, akıl evinden geçen tüm konuşmalarını susturmayı başarırsın.”

biz, şimdi, o “akıl evi”deyiz seninle. duygu oyunundansa, sezgisel yolculuğumuzun bize taşıdığı anlamın ardındayız. uzak-yakın kılmadan bakıyoruz birbirimize. dokunuyor, öpüyor, parmak uçlarımızla içimizin yangınını aktarıyoruz…sınırdayız, başka şeyler konuşmasın diye sözü anlamına dönüyoruz belki de!

2./ ışığın senin

gezinen söz aramızdaydı o akşam. yalnızlığın adı geceydi, ten esrimelerini öteleyen bir dil vardı bakışlarımızda. belki de, bekleyen özlemimizdi bizi bir tınıda buluşturan. anlatan-dinleyen, dokunan-gören, hisseden-hissettiren birer tanık gibiydiler aramızda. gene de bakınca gözlerine, ışığındı senin beni sana taşıyan.

3./ uyanış

gecemdeydin, uyanınca sabahım oldun. düşümdeydin, dokununca yanımda oldun. gözlerdeydin, bakınca gözlerim oldun. esrimelerdeydim, öpünce uyanışım oldun. ayaklandı duygularım, sana doğru yürümenin adını koymaya gerek de yok şimdi.

4./ geçişsizlik burcu

geçitsiz kıldığın doğru. ama gözlerin, gözlerinin anlattığını nasıl saklayacaksın şimdi? onların taşıdığı anlamı, geçit verdiği duyguyu…şimdi burçlandırıyorsun kendini, susup dinliyorsun içinin sesini biliyorum!

5./ gözlerin senin

yitik cenneti hatırlatıyordu gözlerin, unutulan özlenen ne varsa gelip durmuştu karşımda. gözlerin senin iki alev, iki zümrüt pınarı…uyandıran esinti, savuran yel, yakan lav, duru suydu…eğildim içmeye, durdurdu her biri…gene de dokundum uzaktan da olsa. gözlerin senin, çekip içine alandı beni.

6./ sessizlikte

geceyi dinledim sana bakarken, gezinirken gözlerinde. ellerinin sıcaklığının taşıdığı anlamı şimdi daha iyi hissediyorum…içimdeki sessizlikte dinliyorum gözlerinin ezgisini. bakınca dayanamadığım, görünce içinde eridiğim gözlerin senin…

7./ varolma yolculuğu:3

dönünce yazıevime, Danilo Kiš’in Ud ve Yara İzleri’ndeki “Yurtsuz Adam” öyküsüne beni yeniden döndüren, dil/aidiyet/kimlik ekseninde bir metin yazmamın; orada, giderek, kendini yurdunda yurtsuz gören bir insanın yaşadığı içsel yolculuktaki karşılaşmalarının öyküsüydü. asıl yitirilenin ne/ler olduğunu sorgularken, yalnızca dille her zaman varolunamayacağını düşünür.

Kiš’in öyküsünde geçen, “kişinin tek vatanının dili olduğu” gerçeğine farklı bir kıyıdan bakışın metni.. yaşadığımız kent, savrulmalarımız, başka başka yerlere gidip gidip dönmelerimiz ister istemez bize yurtsama duygusunun ne’liği konusunda yeni düşünceler filizlendiriyor.

bunları görerek/düşünerek/hissederek yazmak gerek…

bugün aldığım yeni bir kitabın (Kurmaca Nasıl İşler?, James Wood) satırları arasında gezinmek için kendimi hazırlarken yazmak istedim.

kitaba epigraf yapılmış bir cümle oradan: “Aşçılığın tek püf noktası vardır: büyük bir özenle pişirmek.” (Henry James)

özen her şey için gerekmez mi? yazmak, biraz da yemek pişirmek gibi bir şeydir. peki, kopuş ve uzaklaşış, bir başına yol alırken kendi varoluşunu sorgulamak; oradan yola çıkarak da yazmaya yüzünü dönmek nasıl bir şey sizin için?

8./ varolma yolculuğu:2

sözcüklerinizin tınısını hissedip, neler yazabileceğinizi gösteren cümlelerinizi okuyunca size yazmadan edemedim.

akşam, yazıevime döndüğümde, Pessoa defterlerimi aldım önüme; okuma notlarıma göz attım. Pessoa’nın Dilleri adını verdiğim yazımı süren denememi okudum. Huzursuzluğun Kitabı’na göz attım. yayın yönetmenliğim zamanında yayımladığım Düşsel ve Gerçek kitabındaki şiirleri arasında gezindim. “Denize Övgü” şiirini okumanızı, düşündüklerinizi bir yere yazmanızı, hatta hissettirdiklerini metne dökmenizi düşündüm nedense!

sonra, bakamadığım gözlerinize döndüm, ve yazdım kısaca size.

bugün yazdığınız ise, yazı yolculuğunuzun tutkuyla süreceğinin, merakla yol alacağınızın bir işareti. “öğretmenlik” yapmadığımı bilmenizi isterim. okur, yazar-okur olarak söylüyorum. 

hüzün yazdırır, keder ve acı da öyle. yaşamımızdaki kırılmalar ise bize olagelenlerin arkasındaki sırlı yanları görmemizi sağlar. evet, kendimizi yazının içine koyarak yazarız… biz’den değil, ben’den söz ederek yazarım kimi zaman…bu da, bir kıyı yaratmak için iyidir. belki de, pessoa’nın dünyasını çağrıştıran, onun kırılgan dünyasına neden olan Ophélia’ya benzettim sizi bir an!

9./ bir sesin yolculuğunda

adsızlaştırmak en iyisi sözcükleri. yitik zaman güncesi gibi de unutmak biriktirilenleri. koygun bir bakış, örselenen bir dil her zaman sığlar gözlerimizi. yad elde bir yaban gibi geziniriz. iyisi mi toparlamalı zamansız bakışları, çevirmeli sözü kibir yolundan. dili örselemeden yol almalı. kendince ses, kendince bakış, kendince dil olmak…eksilerek yaşamak bazen. yangınsa dildir bazen, sestir, buluşturmaktır kendini… hadi öyleyse yeni bir sese hazırla kendini. yolunun yolcusu olmakla eştir bazen bir sesin yolculuğuna katılmak.

10./ örseleyen dil

imge yakar bazen, ne denli içselleştirirseniz içselleştirin; kıyıcıdır. bundandır sakınımlı bakış, kıyıda durmak. akıp gitmesini engellemek sözün, düşü ertelemek, acıya ters düşmek, melankoliyi silmek, zamanı kendine dönüştürmek…hadi öyleyse, kendi zamanına çıkar bakışlarını, göster yolculuğunun izlerini, yansılarını…

11./ yokluğun senin!

“yokluğun senin,” demeden başlayacağım söze elbet; “gözlerin şimdi”yi unutacağım. gene de bakışlarımı çelecek sözcüklerin; nerelerde gezindirdiğine bakacağım, anlamını, yazma arzunu besleyen çabanı izleyeceğim…varlığına oralardan bakacağım yalnızca…

12./ karşı söz

gelmeden gitmek değil bu, dindirilmiş duygularla bakmak anlamak seni.  o alevin ipiltisindeyken söz, dönmek ve kaybolmak…düşündüm bunu da, karşı bir söz edebilmek adına değil, kendini hissizleştirmenin dilini anlamak için döndürdüm bakışlarımı bir süre rilke’ye… duino ağıtları’nı okudum. dilim ağdalandı neredeyse, soldu bakışlarım…sünüp duran bir alevin koruna bakmanın yorucu bir dil olduğunu düşündürttü.

13./ geçit

sana, “neden geçitsiz kıldın” diye başlayan sözler de etmeyeceğim. orada, ilk günkü gibi her şey duracak. kapanacak yalnızca bakışlarım bakışlarına. yüz örtüsü gibi değil ama… dili örtülemektir asıl acı olan…şimdi o kıyıda değilim. yazıyorsam eğer; yazmanı istediğim içindir, oradaki parıltına bakmak için…

14./ uyandığımda

Gözlerimdeydiniz uyandığımda, tenimin esrimelerinde. Bahar kokularını taşımıştınız, dağ esintilerini. “imkânsızın dilini şimdi konuşmayalım,” dercesine; korkularınızı imlemiştiniz.

Ve, bana dokunuyorsunuz bu halinizle de. Şimdi ummanlardayım; baktığınız her yerde, dokunduğunuz her şeyde.

I5./ imgen senin

dokunan bakışlarındı. duruşundaki anlam…sonra teninin alevi…

esrime nöbetleri geçirten bir bakıştı o. sonra, dokununca gözlerine; ısısını alınca teninin her bir sözcükle gelen anlamın yolculuğuna çıktım. sordum kendime de: sahi kimdin sen?

çağıran neydi; bir alevin parıltısı mı, yoksa yaşanmak istenen arzu mu, ertelenen düşler miydi? imgen senin, yarım kalanları anlatıyordu bana; bir de imkânsızı.    

Yorum yapın