
Şiirle Düşünen Bir Yazarın İzinde
Şiir üzerine düşünmek, bazen şiirin kendisini yazmaktan daha incelikli ve daha sancılı olabilir. Hele ki şiiri sadece bir edebiyat türü değil, bir düşünme ve yaşama biçimi olarak gören bir kalem söz konusuysa… Turan Karataş işte böyle bir isim. Onun şiire bakışı, şiirin ne’liğini sorgulayan, dili ve insanı merkeze alan, gelenekle bağını diri tutan derinlikli bir bakıştır. ‘Bir Günün Sonunda Arzu’yla başlayan şiire iştiyakı görevler, mekânlar, zamanlar değişse de hiç değişmedi. Yazdıklarında konuyu illâ ki şiire, adeta büyülü bir kâinata getirdi. Şimdi bu halkaya yeni bir kitap eklendi: Dil Kanatlı Kuş.
Muhit Kitap’tan çıkan Dil Kanatlı Kuş, sadece bir deneme kitabı değil; Türk şiirine, şiirin yazılma biçimlerine ve okuma alışkanlıklarına dair kapsamlı ve cesur bir müdahale. Karataş’ın hem kırgınlığını hem inancını hem de beklentilerini yansıtan bu yazılar, şiiri konuşmak ve korumak isteyen herkes için sarsıcı birer çağrı niteliğinde.
Yazıların hemen hepsi daha önce dergilerde ve kitaplarında yayınlandı. Karataş belli düzenlemeler yaptı, yeni birtakım eklemeler yaptı. Yazarının önsözde verdiği bu bilgiden yazdıklarının kalıcılığını, öngörülerinin isabetli oluşunu da gösteriyor.
Şiir Bir Kâinattır
Az önce kâinattan bahsetmiştim, evet Karataş için şiir, bir kâinattır. Ona göre her iyi şiir dili tazeler, yeniler, diri tutar. Şiirin kudretini anlatırken “eskiden edebiyat denince şiir anlaşılırdı” demesi boşuna değildir. “Türkçenin gücünü en fazla şiirinde görüyorum ve bunun için Türkçenin geleceğine güveniyorum” cümlesiyle hem şiire hem dile olan sarsılmaz inancını dile getirir. Bu bakış, kitabın bütününe sinmiş ana damar gibidir.
Şiir Neden Okunur? Şair Neden Yalnızdır?
Kitap, peş peşe iki denemede günümüz şiirinin karamsar bir tablosunu çizer. “Şairi çok, şiiri az olan bir ülkede neden şiir okuyoruz?” sorusu, Karataş’ın şiire bakışını ve onu okuma gerekçelerini fâş eder. Kendisinin şiiri neden okuduğuna dair verdiği cevaplar ise son derece dikkat çekicidir:
“Yaratılmışların en şereflisi olduğunu unutmamak için, bir gönle/vicdana/sağduyuya sahip olduğunu akılda tutmak için, duyarlılığını kaybetmemek için, kimsenin adamı olmamak ve aklını kiraya vermemek için, insanlık eğilimlerini ve değerlerini tanıyabilmek için, toprağını ve toplumunu, insanı daha iyi anlamak için, kelimelerin büyülü dünyasına adım atarak dilini kirden pastan arındırmak için, sadık bir dost ve vefalı bir yoldaş bulmak için…”
Karataş tüm bunları dile getirirken, Gülten Akın’ın meşhur mısralarını da hatırla(tı)r:
“Âh kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya.”
Bu, şiirin bugünkü yalnızlığını anlatan belki de en çarpıcı ifadedir.
Biçim, Kısalık ve Şiirin Yoğunluğu
Dil Kanatlı Kuş’taki denemelerde şiirin biçim meseleleri de ihmal edilmez. Karataş’a göre kısa şiir, şiirin hakikatine daha yakındır. “Şiirin zirveye ulaştığı 16. yüzyılda en çok gazeller okunur ve sevilirdi, beyit sayısında ortalama 5-7 beyitti” derken kısa şiirin gelenekteki yerini hatırlatır ve Abdülhak Hâmid’in Makber’inin uzunluğu nedeniyle eleştirildiğini, Necip Fazıl’ın Çile’sinin de bölümlere ayrılarak yazıldığını ekler. Karataş, Yaşar Nabi Nayır’ın; “Şiirde gerileme uzun şiirle başlamıştır.” yargısını da benimser.
Gelenekten Kopuş ve Şiir Dili
Sanatın eskiye göre dar kapsamlı anlaşılmasına sitem eden Karataş’ın dikkat çektiği bir diğer husus da şiirle irtibatlı sanatların daraltılması ve şiir dilinin, geleneğin zengin kaynaklarından uzaklaştırılmasıdır. Bu sanatlar hakkında kitapta özlü bilgiler veren yazara göre şiirle müzik arasında derin bir bağ vardır; her ikisi de insanda aynı titreşimleri oluşturur. Ancak modern şiir, bu bağı kaybetmiş görünmektedir. Bugün birçok genç şair, dilin belleğinden habersiz, kelimelerin kökenini, çağrışım gücünü önemsemeden yazmakta ve bu da şiiri zayıflatmaktadır. Onların eski şiiri de şiirin kaidelerini de pek bilmediklerini ve öğrenmeye de istekli görünmediklerinin altını çizer. “Şiirde gerileme uzun şiirle başlamıştır.”
Karataş’ın Eleştirileri ve Sessizlik Duvarı
Dil Kanatlı Kuş’un en çarpıcı bölümleri, bugünün şiirine ve şairine dair yöneltilen sarsıcı eleştirilerle doludur: “Şiirimizde Duygu ve Ses Yitimi”, “Bugünkü Şiirimizin Zaafları”, “Yazdım Demekle Şiir Olur mu?”, “Şiir Yazılmıyor mu, Yoksa Okunmuyor mu?”
Bu yazılarda Karataş, günümüz şiirinde ciddi bir savrulma, sığlaşma, anlam kaybı ve gelenekle bağın kopuşuna dikkat çeker. Ona göre şiirin dili yozlaşmış, şairler şiirsel terbiyeden uzaklaşmış, şiir imge adına anlamdan vazgeçmiştir. “Kelimelerin efendisi” olması gereken şair, artık “bir söz yığını ırgadı”na dönüşmüştür. Bu can yakıcı olduğu kadar yerinde bir nitelemedir de.
Karataş’ın örnek verdiği imge ve kavram örnekleri bu durumu bütün çıplaklığıyla gösterir:
“esmerleşmiş vartalar, kükürtlü şanlar, alnımıza çiğdemler süpürmek, şarkıları seyrelmiş sıvazlanmalar, karkas ayini, kül tablasına güvenin ispatı, avurtlarda güneş kopyaları, tafrasını arayan ırmaklar, şişko gece nazları, çılgın elma…”
Bunlar, şiirsel çağrışım yerine “tuhaflık” peşinde koşmanın, diğer bir deyişle ıkınıp sıkınmanın örnekleridir. Karataş’a göre bu, kelimenin değil “acayipliğin” peşinden koşmaktır. Ama asıl düşündürücü olan, bu eleştiriler karşısında şiir çevrelerinden gelen mutlak sessizliktir. Karataş’ın yazdıkları gündeme gelmemiş, tartışılmamıştır. Şiir dergilerinin birkaç yüz adet, en baba şiir kitabının beş yüz- bin adet sattığı, her iki kişiden üçünün şair olduğu ülkemizde ve kimsenin kimseyi okumadığı aşikkârdır. Aslolan şiir değil, görünme ve gösteriş merakıdır. Bu minvaldeki şikâyetleri Osman Özbahçe gibi mahir ustaların da yaptığını hatırlayıveriyorum bu arada.
Bu acıklı ve acınası meseleyi birkaç paragrafla kapatıverme durumu içime sinmiyor. Ne bir itiraz, ne bir açıklama, ne bir düşünsel savunma… Karataş bu suskunluğu şiire, şiir düşüncesine ve şiir ciddiyetine inanmamanın alâmeti olarak görüyorr. Genç şairlerin ve şiirle uğraşanların büyük çoğunluğunun, şiir üzerine düşünmekten uzaklaştığını, poetik bir iddiaya sahip olmadığını, yazdıklarının ardında durmadığını vurgular. Dedim ya, bu sessizlik, aslında şiirin düşünceyle bağının kopmuş olduğunu gösteren acı bir işarettir.
Karataş’ın söyledikleri hedef göstermeye yönelik değil; ama şiir adına söylenmiş en sahici uyarılardır. Bu yazılar karşısında susmak değil, düşünmek, tartışmak, gerekirse karşı çıkmak gerekir. Çünkü hakiki şiir ortamı ancak bu tür çatışmalarla canlı kalabilir.
“Bütün dillerden farklı olarak Türkçenin gücünü en fazla şiirinde görüyorum ve bunun için Türkçenin geleceğine güveniyorum.” diyen Karataş’ın Türkçeyle güzel şiir yazılırken, Avrupa’nın ışıltılı ülkelerinde şiir, yer altına çekilen temiz sular gibi günden güne azalması, her iyi şiirin dili yenileyen taze bir kaynak olduğuna dair düşünceleri ile Sezai Karakoç’un şu sözleri de umudumuzu korumamızı sağlamaktadır; “Şiir ve şair ölmeyecektir. Çünkü: insan ölmeyecektir. Çünkü: Hakikat ölmeyecektir. Çünkü: şiir, hakikatin yüzülebilecek bir derisi değil, çıkarıldığında, insan hayatının hayattan yoksun kalacağı kalbidir. Şiir, hakikatin, doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir.”
Metafizik, Mistisizm ve Aşkınlık Arayışı
Kitapta yer alan denemelerden bazıları, şiirin metafizik ve mistik damarına yönelir. Metafizik ve onun dini vecd ile bir inançla boyanmış özel alanı mistizm, Batı uygarlığının edebiyatımızı tesiri altına aldığı 19. Asrın ikinci yarısından itibaren sanki yer altına çekilmiştir. Karataş, klâsik şiirimizdeki metafizik duyarlılığın modern şiirde yeterince temsil edilmediğini düşünür. Halbuki mistisizm şiire yalnızca tema değil, derinlik ve yankı da kazandırır. Batı’dan gelen etkilerle bu damar bastırılmış, şiir içsel yolculuktan uzaklaştırılmıştır.
Sevilen Şairler, Eleştiriye Açık Bir Ufuk
Tüm bu eleştirilerine rağmen Karataş’ın yıkıcı bir tutum takınmadığını, tüm derdinin aşkla bağlı olduğu şiir türü olduğunu tekrarlayayım. Şiirimizin farklı alanlardaki tarihi gelişimini ve teknik bilgilerini verirken takındığı akademik üslûp yanında, şiirin ruhunu samimiyetle kavrayan ve idrak ettiren harikulâde dil ve üslûp da şiir aşkının ve derdinin delilidir zaten.
Kitapta Arif Ay, Cahit Koytak, Haydar Ergülen, Birhan Keskin, Şeref Birsel gibi isimleri dikkatle ve ilgiyle takip ettiğini belirtir Turan Karataş. Birkaçını aktardığımız farklı zihniyetlerdeki birkaç isim bile onun şiire dair eleştirilerini ideolojik değil, estetik ve edebî ölçütlerle yaptığını imler.
Şiirin Onuruna Yazılmış Bir Kitap
Dil Kanatlı Kuş, Turan Karataş’ın şiire, dile, hakikate ve insana olan bağlılığının bir meyvesidir. Kitap boyunca dile getirilen tespitler, uyarılar, öneriler ve eleştiriler; şiirle samimi bir ilişki kurmak isteyen herkesi ilgilendiren, üzerinde durulması gereken meselelerdir.
Şiir, Karataş’a göre bir dil meselesi değil, bir varlık meselesidir. Onun için de dilin kanatlandığı yer şiirdir. Ve bu yüzden kitabın adı boşuna konmamıştır: Dil Kanatlı Kuş.
















