Kaan Karacaalp: “Yaşamın siyah ya da beyaz değil grinin tonlarından oluştuğuna inanırım.”

Eylül 19, 2025

Kaan Karacaalp: “Yaşamın siyah ya da beyaz değil grinin tonlarından oluştuğuna inanırım.”

Söyleşi: Nilgün Çelik

Kaan Karacaalp’in Bu Kente Orman Denir adlı romanı Perseus Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarla son romanı üzerine konuştuk.

Olağanüstü canlılar ve olağanüstü varlıklarla bir savaş, bir aşk ve kendin olarak kalma isteğine rağmen mecburen görevler ve bolca aksiyonu olan bir eser Bu Kente Orman Denir. Kitabın adından başlayalım isterseniz bir kent değil dünya coğrafyasında dolaşıyor kurgunuz. Öyleyse bu adın anlamını sormak isterim meraklı okurlarınız için.

Güzel bir soru. Evet kitabım başlangıç olarak önce Afganistan’da başlıyor, ardından Özbekistan’da devam ediyor. Mısır ve İngiltere’de geçen bölümler de var. Ama esas olarak kitabın geçtiği yer İstanbul. Ve tüm büyük kentler gibi İstanbul’da kalbinde onca zenginlik ve güzelliği barındırmasına rağmen aynı zamanda son derece tehlikeli de bir yer. Yaşam ve ölüm iç içe, tıpkı bir orman gibi. Roman kahramanlarım Timur ve İdil, bu beton ormanında öykü boyunca ölümle köşe kapmaca oynuyorlar. O yüzden bu ismi vermeyi tercih ettim.

Türk mitolojisindeki tanrıların savaşı ile başlıyor eseriniz ve aslında kurgu iki tanrının savaşı üzerine temelleniyor: Eserinizi iyiyle kötünün savaşı olarak özetleyebilir miyiz?

Bir nevi. Ancak tarafları, biri mutlak iyi diğeri mutlak kötü olarak keskin çizgilerle ayırmamaya gayret ettim. Çünkü bana göre mutlak iyi, mutlak kötü gibi keskin ayırımlar hatalıdır. Yaşamın siyah ya da beyaz değil (elbette siyah veya beyaz olunacak net ve keskin durumlar ve bu durum için gereken net ve keskin kararlar vardır, ama istisnadır) grinin tonlarından oluştuğuna inanırım. Bu felsefemi, elimden geldiğince yazdığım tüm kitaplarıma da aktarmaya çalıştım.  Umarım becerebilmişimdir.

Ejderanlar öngörüleri olan olağanüstü insan varlıklar. Bu eserde eski Türk Tanrıları da Erlik ve Ülgen Han da ejderhan olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda eski Türk Tanrılarının bilim kurgu kategorisindeki eserinize girme nedeni nedir?

Ejderan ırkı ya da halkı benim yarattığım bir tür. Başta Manas Destanı olmak üzere eski Türk, Moğol, Çin ve Japon efsanelerinden esinlenerek ve içine bolca bizim eski Asya Türk kültüründen de katkı yaparak var ettiğim varlıklar onlar. Ağırlıklı olarak bizim kültürümüzden esinlenerek var ettiğim bu türün büyükleri diyebileceğimiz en güçlü olanlarını da kaleme almayı planlarken Eski Kadim Türk Tanrılarını kullandım. Neden derseniz, şimdiye kadar okuduğum bu tarz her eser ve izlediğim her dizi ve filmde (ki bu tür ağırlıklı olarak Batı edebiyatında gelişti) genelde kendi eski pagan kültürlerindeki tanrı ve benzeri varlıkları kullandıklarını gördüm. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi eserlerindeki eski İrlanda ve Finlandiya mitolojisinden esinlenen elfler, cüceler, orklar, Marvel Comics’in filmi de çekilen Thor ve Loki çizgi roman ve filmlerinde kaynak olarak kullanılan eski İskandinav tanrıları, Neil Gaiman’ın Amerikan Tanrıları adlı eserindeki başta Odin olmak üzere hemen her kültürün efsanevi varlık ve tanrıları ilk aklıma gelen örnekler. Bende bu örneklerden yola çıkarak kendi mitolojimizdeki Tanrıları ve benzer mitolojik varlıkları kullanmaya karar verdim. Güzel de oldu bence.

Ejderanlar diğer kitabınız Kıyamet Virüsü’nde de vardı. Burada da varlar. Gerçek hayatta karşılığı var mı bu kahramanların?

Elbette gerçek hayatta ejderan diye bir varlık yok. Tıpkı kurt adam, vampir, iblis, hayalet, elf, cüce, dev ya da körmösün olmadığı gibi. Roman kahramanlarını yaratırken esinlendiğim ve esinlendiğimiz kişiler var mı diyorsanız, elbet var. Yaşam yolculuğum boyunca tanıdığım pek çok kişi; kadın ve erkek elbet bana esin kaynağı oldular.

Mekanlar, efsanevi ve zaman zaman hayal gücünü zorlayan zaman zaman bilimkurgu filmlerindeki sahneler gibi. Kurgunuzu oluştururken nelerden beslendiğiniz? Daha çok kitaplar mı filmler miydi size etkileyen?

Hem okuduğum kitaplar hem de izlediğim onca film ve dizi elbet ister istemez esin kaynağı oldu. Elimden geldiğince okuyup izlediklerimin etkisi altında fazla kalmadan, orijinal bir eser yaratmaya çalıştım. Başardığıma inanıyorum, takdir tabi ki okurun.

Eserinizde yeraltı iblisleri, kara dünya sakinlerinden bahsediyorsunuz bugün bunlara eş olanlar var mı sizce?

Bu eser elbet bir kurgu. Tarih, mitoloji ve efsaneler üzerine araştırmalar yaptıktan sonra yazdım. Gerçek dünyada bu tarz yaratıklar elbet yok. Sorunuz eğer bu yaratıkların, insan ruhunun karanlık, vahşi ve kötü tarafını bize gösteren birer sembol olup olmadığı üstüne ise cevabım evet. Zaten bütün mitlerdeki kahramanlar ve canavarlar içimizdeki iyi ve kötünün birer sembolü değiller mi?

Kahramanınız Ejder Kara (Timur) eserinizde, kendini ayrıcalıklı yapan yüzüğün içinden olağanüstü bir varlığı çağırıyor ve sorular soruyor. Masallardaki Alaaddin’in Sihirli Lambası’nı hatırlatıyor. Masallara ya da bugünkü meditasyonlarla yapılan uygulamalara bir gönderme mi yapıyorsunuz?

Evet. Ancak küçük bir fark ile Alaaddin’in cini lambada hapis ve Alaaddin ile arasındaki ilişki daha çetrefilli. Timur (ya da Ejder Kara) Alaaddin’e göre daha şanslı diyelim. Fazla detay spoiler’a girer.😊

Eserinizle bölüm bölüm maceraya atılıyoruz. Aynı kahramanların oynadığı bir dizi film gibi. Afganistan’da bir merkez basılıyor. İstanbul’da bombalar patlayan bir bar, bir uyuşturucu batağındaki kadını kurtaran ebeveynlere yardım gibi daha nice süre gelen olaylar. Dizi film tadında. Senaryo yazmayı ya da kitabınızın dizi film olmasını düşündünüz mü?

Elbette. Çok ta isterim. Hatta kafamda oyuncu kastını bile kurdum. Tabii kitap iyi bir senaryoya çevrilirse.

Kitapların filme çekilmesini nasıl yaklaşıyorsunuz?

Yukarıda da dediğim gibi elbet isterim. Ama kitap senaryolaştırılırken gerçekten hakkı verilerek senaryolaştırılırsa ancak. Ve oyuncu seçimi iyi yapılmalı. Gerçi çok değerli sinema ve tiyatro sanatçılarımız olduğundan olur da kitabımın dizisi ya da filmi çekilirse kahramanlarımı canlandıracak çok yetenekli oyuncular bulunacağına eminim.

Olağanüstü güçleri olan ejderanlar özellikle Ejder Kara, her türlü zorluğa karşı gelirken bir dönem sigarayı aşırı düşkün ve pis kokudan midesi bulanan insani özelliklerde olan biri. Kahramanınıza bu olağanüstülüğü verirken basit ama insani bu iki detayı neden eklediniz?

Okuyucunun empati kurabilmesi için. Ejder Kara son derece zeki, tecrübeli ve pek çok yeteneği olan kudretli bir ejderan da olsa, kesinlikle bir Süpermen değil. Onun da zayıf yönleri ve zaafları var. Bu zayıf yönler ve zaaflar onu bir insan yapıyor. Bu sayede okuyucu onunla empati kurabilir ve okurken daha keyif alabilir diye düşündüm ve kurguyu ona göre planlayıp kaleme aldım. 

Yine aynı konudan gidersek, eserde Kadıköy’de bir kafede fal baktıran kahramanınız bir ejderan. Ejderanların öngörüleri yüksekken bu fal sahnesinin kurguya giriş sebebini merak ettim, burada başka bir şeye mi dikkat çekmek istediniz?

Ejderanlar tüm güç ve yeteneklerine rağmen birer tanrı değiller. Sahip oldukları kudretin sınırları var. Kafede fal baktıran roman kahramanımız bir ejderan olsa da parapsikolojik ya da duyu ötesi algılama dediğimiz tarz telepati, duyu görü, geleceği görme gibi yeteneklere sahip değil. Fal sahnesi kurgu gereği yazıldı, başka bir sebebi yok.

Eserinizle bir sahne var, Albız’ların ifritleri ölünce öte alem varlıkları, ifritlerin insan bedeninde kontrolü ele geçiriyor. Bu bir gerilim romanı, filmi kadar ürkütücü. Bu bölümü yazarken duygularınızı merak ediyorum nasıl yazdınız?

Açıkçası biraz sıkıntı çektim. Korku ve gerilim türüne yabancı değilim, ancak böyle bir sahneyi yazmak açıkçası zorladı. Birkaç kez kafamda kurguladım, her kurguyu kaleme aldım. Çoğunu beğenmeyip sildim, sonunda şu an kitapta yer alan versiyonunda karar kıldım. Aslında bu sahneyi yazarken biraz korku ve gerilim türünün sınırlarına girmiş oldum. Bir Stephen King ya da Dean R.Koontz benden çok daha iyi yazardı o sahneyi, umarım becerebilmişimdir.

Ejderanlar hem insan hem değiller ama aynı zamanda naif bir insan kadar da duygusallar. Çatışmada adam öldürüp üzülüyorlar. Idil bu kahramanlarımızdan biri. Bu duygusallığa neden kurguya kattınız?

Onların da bizler gibi insan olduklarını göstermek için. Onlar öldürmeye programlanmış birer makine değiller ya da şiddetten zevk alan psikopat hiç değiller. Aslında Timur ve İdil ejderan olmaları hariç, normal diyebileceğimiz yaşamları olan iki insan. Sıra dışı bir geçmişleri var ve şiddet yaşamlarının, aslında eski yaşamlarının bir parçası. Bundan zerrece zevk almasalar da hayatta kalmak adına yapılması gerekeni yapıyorlar. Ve yapılması gereken, bazen ruhlarda derin yaralara sebep olabiliyor.

“İnsanlar daha fazla güç için ölümsüz olup tanrılaşmak için her şeyi yaparlar,” diyen kahramanınız var. Dünyadaki her gün dozu artan bu karmaşa bu stres “tanrılaşmak” için mi?

İnsan doğası gereği doyumsuz ve güce tapan bir varlık. Bizi bugün bulunduğumuz seviyeye getiren aslında bu özelliklerimiz. Maalesef bizi büyüyüp geliştiren bu özellikler aynı zamanda beraberinde pek çok sorunu da getiriyor. Büyümenin bedeli diyelim.

Mehmet Fuat Atalayer ile yazdığınız Kıyamet Virüsü kitabınız da bulunmakta. Okurlarınız ilk olarak hangisini okumalı bir sıralama var mı?

İki eser aynı yazım türü ve aynı ırktan kahramanlara (yani ejderanlar) sahip olsalar da zaman ve konu açısından birbirinden farklı eserler. Aslında aynı evrende, farklı zaman dilimlerinde farklı olayları anlatan iki ayrı eser. O yüzden ikisini de istedikleri sıra ile okuyabilirler.

Ama illa bir kronolojik sıra ile okumak istiyorum diyen okurlarımız varsa, o zaman önce Bu Kente Orman Denir sonra Kıyamet Virüsü’nü okumalarını tavsiye ederim. 

Kitabınızın sonunda tüm yaşananların başlangıç olduğunu söylüyor kahramanınız. O zaman yeni cilt ne zaman okura sunulacak?

 Yazımı bitti, şu an edit aşamasındayız. Tahminen bu yıl sonuna doğru ya da en geç 2026 başında piyasaya çıkacaktır diye düşünüyorum.

Tüm cevaplarınız için teşekkür ederim.

 Rica ederim.

Saygılarımla;

Yorum yapın