
Geçen kış sonları, yağmurlu bir günde, elde çanta ve şemsiye, Feneryolu’ndan Tünel’e geçtim. Bir şiir festivalinin İstanbul ayağında konuk olarak hem bir konuşma yapacak hem de şiir okuyacaktım. Bahçe kapısından girerken görevli, “Hava fena hocam…” deyince gayriihtiyari “İstanbul hafif çığlıklar atıyor…” demişim. Çay-kahve sonrası salona geçildi, konuşmalar yapılıp şiirler okundu. Ben de şiirimi okuyup yerime geçmiştim ki sahnede bir anda çığlık-şiir sesleri geldi. Pelin Özer, yayına hazırladığı kitabından parçalar okuyordu. Pelin’in okuması/çığlığı biter bitmez ayağa kalkıp “Çıktığında bu kitap hakkında ilk yazıyı ben yazacağım.” deyiverdim. Genelde performansvari etkinliklerden pek hazzetmemekle beraber Pelin’in sahicilik kokan bu rap-performansından etkilenmiştim.
O kitap Çığlık (Rap-Rapsodi) adıyla Lando Yayınları arasında çıktı. Bu, kitap hakkındaki ilk yazı mı yoksa başkaları da yazdı mı bilemiyorum. Umarım yazan olmuştur. Bu anlamda ilk olmaktansa kitabı okuyup üzerinde düşünenler olduğunu görmek daha muteberdir.
Pelin Özer’in Çığlık’ı, doğal olarak kitap-şiir… Doğal olarak diyorum çünkü çığlığı bölemezsiniz, çığlık tek seferde atılır, tepkisi de etkisi de tek seferli, anlık, an’ın enerjisine bağlı olmakta gizlidir. Çığlık, sadece tek seferli kitap-şiir olarak değil dize yapılanması açısından da dikkat çekiyor çünkü dizelerin çoğunda tek sözcük var, bazıları da en fazla iki üç sözcüklük cümleciklerden veya sözcelerden oluşuyor: “Ayaklar yalın / Hız azami / İstikamet ters / Koş tempoyu düşünme / Toynak / Adım / Koşum / Fırtına”… (s. 35) “Kara kutu / Gaip / Kuyu / İndi düze / Bozkır / Ova / Yayla / Düzen / Kurdu / Yuvasını” (s. 65) Dizelerin tek sözcüklerden veya ikili üçlü söz gruplarından oluşması sadece çığlığın vuruculuğu açısından değil okumada dizeler arası anlam çokluğu yarat(ıl)ması açısından da önemli. Sözgelimi az önceki alıntıda “Kurdu / Yuvasını” sözcükleri hem kendinden önceki kısımla hem de kendinden sonra gelenlerle bağlantılı okunabiliyor: “Kurdu / Yuvasını / O tek çığlık / Ölüp ölüp dirilen / Avuç içi / Alın yazısı / Hayat ağacı”. Bu bağlam yaratma tekniği, Saussure’ün sözcüklerin cümle içindeki yeri düzleminde söylediklerini hatırlayıp hatırlatarak, kitaba organik bütünlük sağlamada gel-git işlevi görüyor. Metni suyun akışı gibi okuyup bitiremiyor, arada geriye dönüp ifadeyi yeni bağlamında tekrar okuyorsunuz.
Çığlık’taki dizelerde nesne sıralama, nesnelerin özelliklerini vurgulama yanında eylem yönelişli kısımlar çoklukta. Bu kısımlarda emir kipi ağır basıyor. “Bir yerde Dik dur / Sağlam / Sapasağlam / Tekrarla / Düş peşine / Sor soruştur kurcala” (s. 30) derken bir başka yerde “İşle işlen yerleş / Sımsıkı kucakla / Kucaklan / Sar sarıl sarmalan / Tek saniye unutma” (s. 59) diyor şair. Bu kip tercihinin nedeni, en azından ben öyle düşünüyorum, hem muhatabına hem de kendisine seslenmeye olanak tanıması. Bütün bu emirleri şair-özne, performansçı-özne hem karşısında var olduğunu düşündüğü kişi veya kalabalığa hitaben hem de kendisini ikinci tekil şahıs gibi görüp kendisine söylüyor sanki. Kitapta bunun ipuçları var olmakla birlikte yine de büyük ölçüde bunun bir kendine seslenme olduğu düşünülebilir. Tam da bu nedenle “sen-ben” ikiliği ya da tiyatro diliyle söyleyecek olursam “sahne-salon” karşıtlığı ortadan kalkar, tıpkı Brecht’in epik tiyatrosunda olduğu gibi roller değişmez, roller örtüşüp birleşir.
Epik’ten yol alarak söylemek gerekir: Pelin Özer, Çığlık’ta bir de şunu yapıyor: Herkesi her şeyden haberdar ediyor ve bilinç yaratmaya çalışıyor. Birbirinden uzak sayfalardan rastgele seçtiğim ve aralarında en az beş altı sayfa olan şu ifadelere bakalım: “Kına / Kurban / Helva … Gayrimenkul / Gayrisafi / Gayritabii … Bak bas bağla / Bağlan oradan dünyaya … Ye ye doymayan / Şiştikçe acıkan … Ciğer nakli / Akıl sıvası /Kalp pompası”… Bütün bunlara ve elbette kitapta yer alan daha onlarcasına sistem teorisi üzerinden bakıldığında görülen odur ki gündelik hayatta, gündelik dilde, toplumsal hayatta, hayatın her türlü görünümünde bir bütünlük var ve bu bütünlüğü de genellikle birbirinden bağımsız görünen parçalar meydana getiriyor. Burada etkileşim modeli devreye girer ve bu anahtarla baktığımızda Çığlık’taki her bir dizenin ister arka arkaya gelsin isterse farklı sayfalarda yer alsın, birbiriyle etkileşim içinde bulunduğunu, bunun sonucunda da kitaptaki sistemin bütünlük kazandığını görürüz.
Pelin Özer’in Çığlık’ı hem şairinin bizzat işitilen sesiyle hem de şiirin yapay zekâya muhatap kılındığı bu sığ günlerde duygu-tutku-itiraz dolu bir dil üzerinden seslenmesiyle okunmayı hak ediyor.


















