Öğretilemeyen Şeyler: Taş Yazısı | Pelin Özer

Ağustos 22, 2025

Öğretilemeyen Şeyler: Taş Yazısı | Pelin Özer

I.

Adayı adaya bağlayan taşlardan bahsetmek istiyorum. Onlar sayesinde dile gelenlerden. T a ş  y a z ı s ı  dense yeridir. Yazan kim? Nasıl tayin edilir? O taşları ve öznenin, taşların oradaki varlığı sayesinde yaşadıklarını, hakkını vererek yansıtacak bir aktarım hangi ölçütlere göre, nasıl belirlenebilir? Mümkün mü anların mektubunu cümleâleme tek nefeste ulaştırmak.

Düşünmek paranteze alınmış yaşantıyla kurduğumuz diyaloğu sürdürmemizi sağlayacak. En azından manzarayı evimizin ortayerine kondurmaktan —ki elbette mümkün değil— daha kalıcı bir temas olanağı bu. Dönüşüm halinde filizlenen yaratım.

II.

Evet o gün bir adadan bir adaya serilmiş taşlar üstünde yürüyen bizzat bendim. Ama deneyim benliğin ötesindeydi. Akıl uçuran gıdıklayışı yaratım tanrıçalarının. Önce sanatın yer ve gök yüzündeki tüm kıvrımları, oyukları, dipbucağı sessiz ve talepsiz bir beceriyle katedebilecek muhteşem manevralarını duyumsamaya karar verdim. Sonsuz katalogdan seç beğen. Zamanı ve mekânı devredışı bırakan kendindengeçiş. Yaratıcı yeter ki yaşananları duyularının radarına almış, gönül gözünü açmış olsun; kendisi bile şaşırır: Kaç dünya modeli çıkartıyor her an, her andan.

O taşları düşünüyorum da; acaba diyorum; yaşadığım o yoğun haz fotoğrafa tüm oluşuyla-ışığıyla-sesiyle-sessizliğiyle yansır mıydı; resim hangi açıdan yaklaşırdı; renk-ışık enstalasyonunu neye oranlayarak kurardı; dans devinim halindeyken kıvrılışın sertliğe uzanışını bedeniyle ölçüp tartacak vakti bulur muydu; müzik doğadaki sayısız eşlikçinin birlikteliğiyle dile gelen senfoniyi en tiz notaya dek algılar mıydı……. Peki yazı; tahmin etmiş miydi o taşların kendisiyle birlikte daha kimbilir kaç mevsim, kaç yıl, kaç nesil akıp gidecek kudrette olduğunu……

O taşlara, adalara  a ş k l a  açılmış soluğum-kalbim-bedenimle söz alma arzusu bu. Taşın-suyun-adanın-güneşin-kumun-balığın duyumsanışı sayesinde kendiliğinden peşpeşe dizilmiş bazı an(ı) parçacıklarının şiire havale edilmesinden ziyade söze yayılması.

III.

Bir adadan bir adaya gidilmemiştir nihayetinde sadece. Yaşananlar iki kara parçası arasında bir bağlaçtan ibaret değildir. Olamaz. Evrenler değişmiştir. Evreler. Döngüler. Adayı adaya bağlayan taşlar gizli habercisidir yaşanacakların. Bilince su taşıyan emekçi yeryüzü karakterleri. Onların söylediklerini deşifre etmeye niyetlenmiş biri var. Evet, adayı adaya bağlayan taşlardan bahsetmek istiyorum. O halde kim engel olabilir bilincin atılımına.

Kalemi tutan ya da tuşları tıklatan eller-parmaklar şartlanmalardan muafsa; sözcükler ancak o zaman birbiri ardına ahenkle eklenerek neşeli ve hafif uçurtmalar misali süzülür gökte; konar göçer taşlardan adalara, sıçrayıp tüner dallarına görünür-görünmez ağaçların. Özne her koşulda kendisi üretiyor yaratımın hammaddesini. Evren işbirlikçi. O insan ki bir görü kalbine-zihnine düşmeyegörsün…….. Eylem halinde ya da durağan; farketmez. Derininden bakışma yaşandıysa ergeç meyvesini düşürüyor dalından toprağ(ın)a. Sonunda malzeme deyyu hücrelerine zerkettikleriyle birlikte kendi hasatıdır toplayacağı. Yaratımın sonsuzluğuna ânında uyanmıştır uyanmasına ya ilk tamamladığı ürünle birlikte önünde müthiş bir kudret alanı açılacaktır: Gök parsellerinden yeraltı koridorlarına artık arşınlayamayacağı düzlem kalmaz.

IV.

Taşların üstündeki yürüyüşüm yarım saat sürmemiştir. Ama biliyorum: Kısacık bir yaşantı denip geçilemez. Yaşantının kıratını etki belirliyor. Birkaç saniyelik nefes kitaba varana dek uzayıp gidebilir. Beklenmedik tutulmalar. Enerji yaratma kabiliyeti yüklenmiş donakalışlar. Kimse muaf değil bunlardan. Olamaz. Güneşin yakıcılığını esirgemediği, denizin kendini munis, ferah ve berrak sükûnetiyle yumuşacık serdiği esirgenmiş zaman dilimi.

O halde yeniden başa saralım. Adayı adaya bağlayan taşlardan bahsetmek istiyorum. O adaların ismini anmadan, taşların niteliğine-bileşenlerine uğramadan, pusuladan medet ummadan, coğrafi verilerden feragat ederek, zamanın buyurganlığını es geçip referans külliyatına belbağlamadan……..

Hareketsizmiş gibi bir ifade taşısa da yerinde durup durmayan o taşlardan bana taşınanları ancak yazmaya oturunca netlikle gördüm. Manzarada varolmayanların da kendini cömertçe sergilediği bambaşka bir görüntüydü. Hareket edip seslerle de halelenmeseydi yakalayıp yakalanmam daha kolay olacaktı sanki. Ama sonunda duyumsayışın tüm katmanlarıyla zengin bir sunum hediye ettiler bana. Benden onlara kimbilir neler…….. Oyunlarına beni de çektiklerinden, sahnelerinde bana da rol verdiklerinden, kâtibelikten payıma düşeni o sırada almam olanaksızdı. Beklemem gerektiğini bilmeden beklemişim.

Şimdi yerleştirdim bir kez daha kendimi o an oraya. Işınlanmak da yaratıcı alanın hediyelerinden. Bahsetmek istediklerim aktarma hızıma denk bir ahenkle, adeta kurgulanmışçasına, birbiri ardına, uyumla sökün ediyor. Durduramıyorum. Parmaklarım bu dansın ritmini kapmakta zorlanmıyor. Hikâyenin başladığı andaki adımlarım gibi. O halde kulak verip dokunuşu hissederek, halkalanan renklerin arasındaki ışıktan gözlerimin kamaşmasına izin vererek açılıyorum o andan sızıp yeni yaşantılarına doğanlara. Bana eklendikleri ilk halleriyle okuyorum: Taşları…….. Kaygan yüzeylerinin insanı, tabanları yağlarcasına uçmaya hazırladığını…… Yumuşacık okşayıp severek, sezdirmeden apansız bir aktarımda bulunduklarını……. Sıçrayan yavru balıkların tene çizdiği boncuk boncuk damlacıkları……… Güneş ışıklarının suya delikler açmak marifetiyle işlediği oyuncu, zarif nakışları……… Akıntının yüzeyden dibe, dipten yüzeye iç çekişleriyle bedeni saran buz ve ateş hissini……. Temasın giderek dansa dönüşen sevecen sessizliğini……. Uyumun şefkatle örüldüğünü duyumsatan kırılgan ve bir o kadar güçlü aurasını……

İçimden bir ses nokta koymadan evvel, kimbilir diyor; belki de bütün bunlar o taşlara çoktan işlenmişti. Tabanlarımdan yol bularak bedenime sızan, sonra beklenmedik biçimde ansızın parmaklarımdan harf harf dökülen  t a ş   y a z ı s ı  .

Yorum yapın