Ali Baba’nın bir çay bahçesi vardı | Metin Celâl

Ağustos 13, 2025

Ali Baba’nın bir çay bahçesi vardı | Metin Celâl

1982 olmalı. Kalamış’taki Köhne yıkılınca buluşacak, takılacak yeni mekan arayışına girmiştik. İlk durağımız Bostancı sahildeki çay bahçesi olmuş, orada birçok arkadaşı bulmuştuk. Ama orada buluşanlar hızlıca dağılıp gözden kaybolmuş, kimseler gelmez olmuştu. 12 Eylül’ün, askeri yönetimin sert zamanları, meğerse çoğu sol örgütlerden gelen, bazıları da siyasi faaliyete devam eden gençler burada buluşurmuş. Bir operasyon düzenlenmiş ya da düzenleneceği haberi alınmış, herkes dağılmış, çay bahçesine gelmez olmuş. Oraya gidip kimseleri bulamayınca olmuştu bizim de haberimiz. Neyse ki keklik gibi avlanmamıştık. 

Moda’ya, Bomonti Çay Bahçesi’ne gidebilirdik. Başta Kadıköy Maarif Liseliler olmak üzere birçok arkadaşımız orada toplanıyordu. Nedense, oldukça uzakta olan Rumelihisarı’na gitmeye karar verdik. Sanırım bazı arkadaşların orada takıldığını duymuştuk. Ben Kızıltoprak’ta, Sadık Türksavaş Kalamış’ta oturuyordu. Kızıltoprak’tan Kadıköy’e yürür, oradan vapurla Karaköy’e geçer, Sarıyer otobüslerine binerdik. Sanıyorum henüz Şehir Hatları’nın Kadıköy – Beşiktaş seferleri başlamamıştı. Bazı günler o kadar geç saatlere kadar kalırdık ki Hisar’da, otobüs seferleri bitmiş olurdu. Beşiktaş’a kadar yürür, oradan motorlarla Üsküdar’a geçerdik.    

Ali Baba’nın çay bahçesi Rumelihisarı vapur iskelesinin hemen çaprazında, setüstünde ince uzun bir mekandı. Ali Baba (Gökboğa), 1951’de buraya küçük bir gecekondu yapmış ve birkaç ağaç dikip sahiplenmiş. Kahveciliğe başlamış. Biz gittiğimizde üzeri muşamba kaplı tahta masalı ve sandalyeli mütevazı bir yerdi. Küçük evinin giriş katını da kışlık mekan olarak kullanır, üst katında ailesi ile yaşardı.

Önceleri Robert Kolej öğrencilerinin mekanı olmuş Ali Baba. 1965’den itibaren ise adı duyulmaya başlamış. 1982’de takılmaya başladığımızda başta Boğaziçi Üniversiteliler olmak üzere öğrenciler, şair ve yazarlar, tiyatrocular, sinemacılar, müzisyenler, birçoğu Mimar Sinan’lı ressam ve heykeltraşların mekanıydı. Tabii ne iş yaptığı belli olmayan bohem tipler ve sonradan ajan olduklarını düşündüğümüz Avrupalı seyyahlar da gelirdi. Bu seyyahlar uzun süre takılır sonra birden buhar olurlar, bir daha görünmezlerdi.   

Bazılarını Köhne’den tanıdığımız arkadaşlar çoktan Ali Baba’nın müdavimi olmuştu. Vecdi Çıracıoğlu, Osman Cavcı, Osman Canik, Seyhan Erözçelik, Rafet Ekiz, Orhan Alkaya, Fuat Onan ve Mahir Öztaş Hisar’dan hemen aklıma gelen isimler. Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan Yavuz Selim Karakışla, Görgün Taner gibi arkadaşlarla da orada tanışacaktık. Yavuz Selim, tek sayılık dergimiz Yeryüzü Konukları’na çevirileri ile katkıda bulunacaktı. 

Ali Baba’nın çay bahçesi müdavim profili olarak Köhne’ye çok benziyordu. Köhne gibi yazarların, sanatçıların buluşma yeriydi. Cengiz Özdemir şöyle yazmış; “Semih Kaplanoğlu “Yusuf” üçlemesinin temelini orada attığını yazmış. Ümit Ünal, “Teyzem”, “Arkadaşım Şeytan”, “Hayallerim Aşkım ve Sen” gibi filmlerin senaryoları orada elle yazmış. Hatta Derviş Zaim’in “Tabutta Rövaşata”sı tamamen bu mekanda geçer. Neredeyse Türk sinemasının bir döneminin temelleri burada atılmış. Bunun dışında İskender Paydaş’ın yazdığına göre Mirkelam ile efsanevi ilk albümünün besteleri burada şekillenmiş. Bu kadar mı? Değil elbette. Rahmetli Seyhan Erözçelik, Kitaplık dergisinde 2006 yılında yazdığı bir yazıda burada ressam Rafet Ekiz’in, karikatürist Kemal Gökhan Gürses’in, Orhan Alkaya’nın, Vecdi Çıracıoğlu’nun, Nilgün Marmara’nın, Enis Batur’un buraya gelip gittiğini, bazılarının bayağı müdavimi olduğunu yazmıştı. Hatta “arıza” deyiminin menbaının Hisar Kahve olduğunu yazmış.” (Cengiz Özdemir yazdı: Rumelihisarı, Ali Baba Kahvesi ve ortak hafıza – Medyascope ).

Mahir Öztaş’ın öykülerinde Hisar günlerinden izler bulmak mümkündür. Ama Rumelihisarı’nı en çok, o yıllarda yazarlığını pek belli etmeyen Vecdi Çıracıoğlu yazmıştır. Biz müdavimsek Vecdi demirbaştı. Birçok kitabında Rumelihisarı, Ali Baba’nın çay bahçesi ve müdavimlerinin öyküleri vardır. 

Orhan Alkaya da dergilerde şiirlerini yayınlıyordu. O sıralar tek kanallı televizyonda, TRT’de, Alpounse Daudet’in Jack’ı oynuyordu. Sadık, ne zaman Orhan’ı yolda yürürken görse o dizideki bir tirattan esinlenerek “Şair nereye gidiyorsun!” diye seslenirdi arkasından.  

“Arıza” içki içtikten sonra karakter değiştirip önce gereksiz tartışma, sonra kavga çıkaranlara verilen addı. Rafet Ekiz ise içmeden arıza olabilenlerdendi. Genelde hoş biriydi ama kafası attı mı ne yapacağını, ne söyleyeceğini kestiremezdiniz. Samsun Terme’liydi. Karadeniz gibi dalgalı bir ruh hali vardı. Bir gün Osman Cavcı ve Sadık nereden buldularsa bir olta bulmuşlar, sahilde balık tutmaya çalışıyorlar. Birkaç istavrit de tutmuşlar. Onları gören Rafet yanlarına gitti. “Ne yapıyorsunuz?” diye sormuş. “Balık tutuyoruz” demişler. “Ne yapacaksınız?” diye sormuş. “Yiyeceğiz” demişler. Rafet eğilip su dolu kovadan bir istavrit almış, uzatmış, “Öyleyse yiyin” demiş. Canlı canlı balığı yemek kolay değil.

Bir başka gün, Rafet atölyesinde uzun süre çalıştıktan sonra bir taksiye atlamış, Asmalımescit’e Yakup’a gelecek. Ama resim çizerken giydiği önlüğünü çıkarmayı unutmuş. Önlüğün önü tamamen kırmızı boya sıvalıymış. Taksici tedirgin olmuş. “Abi kasap mısınız?” diye sormuş. Rafet de “Nereden çıkardın?” diye karşılık vermiş. “Önlüğünüzün önü hep kan” demiş şoför. “Haa o mu!Demin birini öldürdüm de!” diye cevaplamış Rafet. Taksici sanırım para bile almadan Rafet’i bırakmış, son sürat kaçmıştı. Polis çağıracak mı diye merak etmiştik ama karakoldan gelen olmamıştı.

Rafet Ekiz iyi bir ressamdı, 80’lerde tanıdığımızda da ünlüydü. 90’lardan itibaren de çok tanınmış bir ressam olmuştu. Yazık ki genç yaşta kaybettik. 14 Temmuz 2003’de araba çarpması sonucu vefat etti. Vecdi Çıracıoğlu, Rafet’in anısına altmışa yakın dostunun anılarını, sanatçı kişiliğini, ilginç anekdotlarını anlattığı  “Rafetçe” (2007) adlı bir derleme yayınladı. 2006’da AKM’de anısına bir retrospektif sergisi açıldığını da anımsıyorum. Ailesi de yaşam öyküsünü ve eserlerini içeren bir kitap yayınlamış. En verimli çağında gitti. 

Ali Baba’nın müdavimleri arasında küçük İskender de sayılır ama biz onu tanıdığımızda Beşiktaş’taki Çello Kafe’ye takılıyordu. Her gününü geçirdiği kafenin duvarına yazdığı şiirleri de astığı söylenirdi. Henüz dergilerde şiirleri çıkmıyordu. Vecdi, İskender’den söz etmişti ve bazı arkadaşlar tanışmak için Çello’ya gitmişti.

Osman Cavcı, genç bir tiyatro artistiydi. Ertem Eğilmez’in Hababam Sınıfı Güle Güle’sinde (1981) canladırdığı tiple meşhur olmuştu. Birçok film ve dizide rol alıyor, aynı zamanda tiyatro oyunculuğuna da devam ediyordu. Ama esas ününü Şener Şen’le oynadıkları Muhsin Bey’de (1987) kazanmıştır. Osman daha sonra Rumelihisar’daki anılarından yola çıkarak Köpeköldüren adlı romanını yazdı (Gendaş yay. 2001).

Derviş Zaim, o yıllarda Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciydi. Öyküler yazıyordu. Daha sonra Ali Baba’nın müdavimlerinden birinin, yani gerçek bir kahramanın öyküsünü hem yazdı hem de filme aldı. 1996’da çektiği, Ahmet Uğurlu’nun başrolünde oynadığı Tabutta Rövaşata’da kahramanı Muhsin, otomobil çalarak yaşamını sürdürür. Yaşamındaki tek tutkusu arabalardır. Geceleri çaldığı arabaları sabaha dek gezdikten sonra yerlerine bırakır. Filmde Ali Baba’nın müdavimlerinin de kendilerini canlandırdıkları küçük rolleri vardır. Çirkinlerde Sever, Çiçek Abbas gibi filmlerle meşhur olmuş, oyuncu, yönetmen Fuat Onan da müdavimlerdendi.      

Turgut Özal döneminde kahvehanelerde bira satılmasına izin verilince Ali Baba da bira satmaya başlamıştı ama bizim gibi çok parası olmayanlar için caddeyi geçip deniz kenarında toplanmak daha ucuza gelirdi. İskele Büfe’den bol acı hardallı sosisli sandviç yedikten sonra bira ya da biraz daha paralıysak rakı, votka ya da şarap satın alıp hemen Boğaz kenarındaki banklarda içkilerimizi yudumlayıp sohbeti sürdürürdük. Biraz daha kalabalıksak ve gözlerden ırak olmak istiyorsak iskelenin diğer yanında, balıkçı kayıklarının çekildiği oldukça dar, sahilimsi bir yerde toplanırdık. Oraya “Atina Sahili” diyorlardı yanlış anımsamıyorsam. Galiba Vecdi koymuştu bu adı. Zaten bu tip örgütlenmelerde genellikle o öncü olurdu. Bazen de Aşiyan’a yürür, mezarlıkta manzaralı bir yer bulup sohbetimize devam ederdik.

Gecenin geç saatlerinde ise sohbet yine İskele Büfe’nin yanında gelişirdi. Yaz- kış demeden orada ayakta sohbet ederek içkiler içilirdi. Kafayı iyice bulanlar ya da aşk özlemiyle yananlar gecenin bir saati kendilerini Boğaz’ın soğuk sularına atardı. Bir kış gecesi Seyhan üzerinde çok kalın bir paltoyla kendini Boğaz’ın sularına bırakmıştı. Boğulmadan kurtarılmış olması mucizedir çünkü kalın palto hızla onu denizin derinliklerine çekmişti. Mahir’in de benzer bir şekilde kendini denize attığı söylenirdi ama ben şahit olmamıştım.

Rumelihisar’ında yanyana iki balık lokantası vardı. Çok paralı olduğumuz nadir zamanlarda Karaca’ya giderdik. Burası iki-üç katlı, ikinci katından Boğaz manzarası da görülen bir yerdi. 1959 yılında açılmış. Sahibi Halil Bey kiremitte balığın mucidiymiş ve Sakıp Sabancı’nın balık yediği yer olarak da bilinirmiş. Fiyatları uygun, orta halli ailelerin gelebildiği bir lokantaydı.

80’li yılların ikinci yarısında değişim başladı. Önce, nasıl becerdilerse Şehir Hatları’ndan iskeleyi alıp pahalı bir restoran yaptılar. Sonra da Rumelihisarı’nda peş peşe mekanlar açılmaya başladı. Ali Baba’yı da bilinmedik yüzler doldurdu. Özellikle haftasonları müşteri profili iyice değişmiş ve oturacak yer bulamayacak kadar kalabalıklaşmıştı.

Tabii ki çay bahçesinin gördüğü yoğun ilgi birilerinin dikkatinden kaçmamıştı. Ali Baba’nın çay bahçesi yine de 1995’e kadar dayanabildi ve bir süre sonra da Sütiş’in olduğu söylenen “Lokum” adlı lüks bir mekan haline geldi.

Artık, akşama kadar iki üç çay içip, hesap olarak beş-on lira verip kalkmak mümkün değildi. Ali Baba’nın çay bahçesi hakkında yazılmış nadir yazılardan biri de Cezmi Ersöz’ün, 1996 tarihli veda yazısıdır; “Rumelihisarı’nda Bir Ali Baba Vardı”. (hisar alibaba çay bahçesi | Leylek ve Levrek). Bir güzel veda yazısını da Faruk Şüyün dostumuz yazmış ve Ali Baba’nın çay dolu tepsiyle dolaşrıken “Çocuklarrr, doğal çaylarınız geldi!” diye bağırmasını anımsatmış. (Rumelihisarı’nda… – Faruk ŞÜYÜN – Dünya Gazetesi ). 

Yorum yapın