“Yarın Konuşuruz”, Bugün Dinliyoruz | Atakan Atabeyoğlu

Ağustos 11, 2025

“Yarın Konuşuruz”, Bugün Dinliyoruz | Atakan Atabeyoğlu

Söyleşi türünde okumayı hep sevmişimdir, hele bir de sevdiğim bir edebiyatçı söz konusu ise sıradan bir okuma değil, tanıklık etme biçimidir benim için; çeşit çeşit söyleşi kitapları hep başucumdadır bu yüzden. Enis Akın’ın ‘Yarın Konuşuruz’u da işte bu halkaya dâhil oldu. Tesadüf değil: Osman Özbahçe kaptanlığında şiir yolculuğuna sessiz, sakin, sahici ve istikrarlı adımlarla devam eden Ebabil’den çıkan söyleşi kitapları yanı başımda epey bir yekûn tutuyor.

Ebabil’den başka hangi söyleşileri almamışım ki; Çevrimiçi Sanat ve Edebiyat Akademisi ÇESA’nın günümüz Türk şiiri üzerine 1990 sonrası şair, yazar, eleştirmen ve dergicileriyle yaptığı söyleşileri içeren ‘21. Yüzyıl Türk Şiiri Şairler Akımlar Sorunlar’, Hüseyin Akın’ın eşlik ettiği ‘Benden Söylemesi’, Özbahçe’nin ‘Görevimiz Tehlike’ ve sonraki söyleşilerinin yer aldığı ‘Edebiyatta Bir Savaş’, dile özel hassasiyetiyle hatırladığımız İbrahim Demirci’yle bugüne değin yapılmış söyleşiler toplamı ‘Kırk Yıldan Kıvılcımlar’, bir zamanların meşhur şiir kalelerinden “Ücra” dergisinde Bülent Keçeli ve Murat Üstübal’ın günümüz şairleriyle söyleşilerini içeren ‘Sorgusual-siz’, Hayriye Ünal’la ‘Hep Tabu.’

Her Şair Bir Kapıdır

Ya Enis Akın, Türk Şiirinin Sessiz Neferi Enis Akın?

O, şiirimizin kıyıda köşede kalmış seslerini gün yüzüne çıkaran bir kâşif, bilinenleri ise ilmek ilmek ördüğü köprülerle kuşaklara hatırlatan bir mimardır. Birazdan değineceğim hayatının önemli duraklarından Avustralya’da geçirdiği yılların ardından Türkiye’ye döndüğünde, değişen memleket manzarasını şiirin diliyle kaydetmeye koyuldu. 

Eserleriyle yalnızca şairlerin değil, bir dönemin ruhunu da muhafaza etti; Ece Ayhan’ın çınarlı sokaklardaki fısıltılarını, İsmet Özel’in isyankâr çıkışlarını, küçük İskender’in varoluşsal çırpınışlarını… bugünlere taşıdı.

Akın’ın kalemi, edebiyatımızın kayıp halkalarını birleştiren bir tutkaldır. Şiiri yalnızca yazmakla kalmadı, yaşadı, yaşattı ve en önemlisi –konuşulmayanı konuşturdu. Bugün Türk şiirinin arka odalarında dolaşırken duyduğumuz o samimi mırıltılar, onun eserlerinde de saklı. Çünkü Enis Akın, “şiirin ertelenmiş etkisi”ne inananlardandı; sözün, yarını bekleyen bir tohum olduğunu bilerek yazdı. Edebiyat tarihimiz, onun bu sessiz ama derin izlerini unutmayacak.

Unutmayacağımız bir Enis Akın mirası da çok emekler verdiği, yaşatmaya çalıştığı ama buna muktedir olamayacağı ‘Natama’ olacak.

Zamanı Tutmak İçin…

168 sayfadan oluşan Yarın Konuşuruz, Enis Akın’ın büyük bölümü aramızdan ayrılmış on bir şairle yaptığı söyleşilerden oluşuyor. Kitabın arka plânı da başlı başına anlamlı: 1991’de Melbourne’e giden ve beş yıl kalan Akın, döndüğünde hem kendisini hem ülkesini değişmiş buldu: 12 Eylül’ün açtığı yaralar kabuk bağlamış, pop kültür ortalığı sarmıştı. Bu değişimle hesaplaşmak isteyen şair, önce memleketi gezip gözlemledi, hatırlayacaklarını hatırladı, hatırda tutacaklarını aklının bir köşesine yazdı; ardından Yarın Konuşuruz’da vücut bulan söyleşi serisine girişti. İlk söyleşi 2001’de Ece Ayhan’la… Dolu dolu bir hatıralar bahçesiyle!..

Bu noktada kitabın ismine bakalım: Yarın Konuşuruz. Kitabın adı bile başlı başına bir manifesto,  önsözde not aldığım şu sözler bunun teyididir: “Yarın konuşuruz demek, bugün konuşamayız demenin bir türüdür. ‘Yarın konuşuruz’ bir gün daha yaşıyor olacağımızın sahte garantisidir.”

Ne güzel bir ironi değil mi bu aziz okur…

 Söyleşilenlerin birçoğu artık aramızda değil. O hâlde bu kitap, yalnızca bir sohbet derlemesi değil, aynı zamanda bir edebi hafıza kitabıdır.

Edebiyatın Fotoğrafı

Kitapta söyleşilen isimler: Ece Ayhan, İlhan Berk, Hüseyin Cöntürk, küçük İskender, Enis Akın (durun hemen şaşırmayın; kendiyle değil, Mehmet Öztek’in soruları aracılığıyla), Ahmet Oktay, İsmet Özel, Necmiye Alpay, Orhan Koçak, Murat Belge ve Güven Turan. Aralarından üçü yaşıyor. Söyleşiler yapılma sırasına göre düzenlenmiş.

Kitabın güzel  özelliklerinden biri de şu: Bazen bir söyleşide hakkında bahsi geçen isim, bir sonraki bölümde bizzat söyleşi konuğu oluyor. Bu da esere bir kurgu roman havası katıyor; sürükleyici ve çarpıcı.

“Bu Kitapta Anlatılanlar Gerçektir”

Ece Ayhan söyleşisiyle başlıyoruz; sarsıcı, fırtınalı, dolambaçlı. Hafızası kadar dili de keskin. Hüseyin Cöntürk için “iyi niyetli biri, genç şairlere adamış her şeyini, ama edebiyat çevresi yok” diyor. Ahmet Arif için söyledikleriyse kelimenin tam manasıyla yol kazası: “yeteneksiz, şiiri bıraksın!” fena bir cevap alıyor, üstüne bir de  Cemal Süreya devreye giriyor, azarlanıyor!

Ayhan’ın Çengelköy Çınaraltı’nda İsmet Özel’le karşılaştığı o günkü diyaloğu okuduğunuzda ise bir kuşağın zihinsel iklimine tanık oluyorsunuz.

Çınaraltı’nda Rüzgâr

Çengelköy’deki Çınaraltı Çay Bahçesi… Boğaz’ın hemen kıyısında, zamanın akışına direnen birkaç yerden biri. Masalar eski ama sağlam, çay ince belli bardakta, martılar gürültülü ama hoş, ağaçlar tarihe tanıklık etmiş gibi durmakta. Tam da böyle bir atmosferde karşılaşır Ece Ayhan ve İsmet Özel. Ayhan’ın o meşhur yalnızlığıyla, Özel’in içe doğru patlayan öfkesi yan yana gelir. Özel, “Türkiye’de her şey yalan, başbakan yalan söylüyor, cumhurbaşkanı, anne baba hep yalan söylüyor,” der. Ayhan ise bir yerlerde okuduğu Özel’in “İyiler taifesinin yanındayım” sözünü hatırlar, ardından İsmet Özel  varken Sezai Karakoç’un kendisine yüz vermediğini söyleyerek içini döker. Gözlerimizi kapayalım ve hayal edelim birlikte: İki şair, bir Boğaz manzarasına karşı ülkenin ahvalini tartışır. Sanki çınarın dalları bile kulak kesilmiştir o konuşmaya.

Sürprizli Sorular, Beklenmedik Cevaplar

Ece Ayhan’ın hangi şairi “antipatik” bulduğunu, hangi şairin ne şartla cumhurbaşkanı olup hangi siyasetçinin hapis yatmaktan kurtulduğunu vb. merak edenler için yol belli!. Bu sorular ve fazlası yalnızca popülerlik olarak değil; edebi karakterlerin altını çizen bir mizah ve eleştiri tonu katıyor. Şairlerin birbirine dair söyledikleri, hem samimi, ilgi çekici, hem de öğretici.

İlhan Berk ve Cöntürk: Kısa, Keskin, Kalıcı

İlhan Berk’le yapılan kısa ama tesiri yüksek söyleşi iki detayla damga vuruyor zihinlere… Necatigil ve kendisinin şiirlerinin (Berk’in ifadesiyle)”solcu dergilerce” basılmamasının sebebi oldukça düşündürücü. İsmet Özel hakkındaki yorumuysa, bir dönemin şiirsel-politik dönüşümünü ortaya koyuyor: “İsmet Özel seviliyor. Cins bir şair, din onu geliştirmedi maalesef. Bir Yusuf Masalı’nın yarısına kadar geldim. İsmet Özel’e “niye yazmıyorsun?” dedim. Ev hayatı iyi değilmiş. Gittikçe misyon adamı oldu.”

Hüseyin Cöntürk ise didaktik bir entelektüel gibi. Söyleşide genç şairlere dönük nasihatlerle dolu bir dil var. “Deneyciliğin firesi fazladır” derken bugünün şiirini hatırlayıvermemek mümkün mü?

Şairlik Sirk mi? küçük İskender Sahneye Çıkıyor

küçük İskender, söyleşi boyunca en açık sözlü isimlerden. “Şair olmak senin için ne ifade ediyor?” sorusuna verdiği cevaba dikkat kesilelim lütfen; “İnsanlar ailesinde birinin dansöz olmasını istemez ama dansöz seyretmeyi sever. İnsanlar beni seyretmekten hoşlanıyorlar, okumaktan da değil. Varoluşum, ama dışarda varoluşum onların hoşuna gidiyor. Beni daha çok sokakta kabul ediyorlar. Hanelerinde değil. Ama soytarı da olmayacağımı bildikleri için çok da fazla iletişim kurmuyorlar. Bir renk olarak görüyorlar. Beni yok etmiyorlar, üstüme ilaç sıkmıyorlar, ama beslemiyorlar da.”

Toplumun şaire duyduğu çelişkili ilgi ve uzaklık duygusunu bu kadar iyi ifade eden çok az kişi vardır.

Kitapta Enis Akın’ın İskender’e sorusu; “Şair olmak senin için anlam ifade ediyor?” sorusunda ‘ne’ soru takısı gözden kaçmış, kitapta buna benzer küçük nazar boncuklarının bulunduğunu söylemem icap eder.

Hatırlama Hüznü…

küçük İskender’in anlattıkları arasında yer alan Memet Fuat’la tanışıklıklarının hikâyesi çok özeldir kendi adıma! Anlatmalıyım…

1998’deki o telefon konuşması hâlâ taptaze zihnimde… Tuşları çevirmeden önce heyecan içindeydim. Çünkü Memet Fuat, benim için sadece bir eleştirmen, yayıncı değil, adeta bir idoldü. Neyle karşılaşacağımı bilmemenin merakı da cabası. Telefonda  sesini ilk duyduğumda içimdeki o yoğun heyecan yerini hafif bir mahcupluğa bıraktı. Gür, genç bir sesti karşımdaki. Ama o gür sesin ardında yorgun bir beden, hasta bir adam vardı. Yorulmasın diye konuşmayı kısa tuttum. İçim burkulmuştu. Hakkında hazırladığım belki de hala ilk tezi ona ulaştıramadan veda ettiğime bugün bile yanarım. O telefon görüşmesi, yalnızca bir akademik hatıra değil; bir edebi vicdandı benim için. Çok hasta olduğunu ama bana her konuda yardımcı olacağını söyleyerek Turgay Fişekçi’ye yönlendirmesi: ’Gölgede Kalan Yıllar”

Ders Gibi Söyleşiler: Necmiye Alpay ve Diğerleri

Necmiye Alpay’ın Ece Ayhan’a dair değerlendirmesi sadece şairi değil, onu okuyan bir kuşağın zihnini de açıyor. “Ece Ayhan külliyen reddin şairi.” Alpay, Ayhan’ın “bir projesi olmadığını”, şiirinin somut tarihselcilik barındırdığını söylüyor. Peki, nedir bu “somut tarihselcilik”?

Somut tarihselcilik, bir sanatçının ya da düşünürün tarihi yalnızca kronolojik bir olaylar dizisi olarak değil, doğrudan şiire ya da düşünceye içkin bir zaman bilinciyle işlemesi anlamına gelir. Ayhan’ın şiirindeki tarih unsurları; soyut kavramlar ya da simgelerle değil, maddi gerçeklik ve toplumsal bağlam üzerinden görünür olur. Şiir, yalnızca “geçmiş”le değil, geçmişin bugünle olan gerilimli ilişkisiyledir orada. Alpay’ın kastı da bu olsa gerek: Ayhan, tarihsel olanı somutlaştırır, retoriğe değil gerçekliğe yaslanır. Bu yüzden şiiri hem anarşisttir(!), hem öğretici…

“Yarın Yoktur”

Yazıyı önsözle bitireyim .Enis Akın’ın şu sözleri kitaba da, yazıya da damga vuruyor:

“Okuduğunuz bir cümleyi belki cebinizde gezdirirsiniz… ama belki bir gün bir yerde aklınıza gelir. Ertelenmiş bir etkisi olur. Edebiyat ertelenmiş etkiden başka nedir ki?”

Bu cümleye imza atmadan önce bir edebiyatçının geçmesi gereken durakların özetidir bu kitap. Anılar, tartışmalar, ironiler, küskünlükler, dostluklar ve en önemlisi: Şiirin sahici sesi…

(Enis Akın, Yarın Konuşuruz, Ebabil, Ankara 2020, 168 sayfa)

Yorum yapın