Sözün Ardı/Önü: 100 Yazdıkça Görülen: (42) Günsüz Günceler: XV Geceden Geçiyorum | Feridun Andaç

Temmuz 22, 2025

Sözün Ardı/Önü: 100 Yazdıkça Görülen: (42) Günsüz Günceler: XV Geceden Geçiyorum | Feridun Andaç

ÖTEDE duranın sanrısına dönüyorum zaman zaman. Gecelerine uğruyor yolum. Sonra bir ezgiye gidiyorum, yer yer iç burkan neşelendiren  bir Stephane Grappelli yorumunu (“How High The Moon”) dinliyorum.

İnsanı insana taşıyan nedir, karanlık yanları mı; yoksa birbirine iyi gelen duygu durumları mı? Hani onun bütünüyle kavramak, anlamak; o sizin dediğiniz “bir parçam” da bu aslında. Onsuzluk aklınızın ucundan geçmez hiç. Düşünün gözünüzün biri, elinizin diğerini yok düşünür müsünüz? Tıpkı bunun gibi bir şey bu da.

“Öyle ağırım ki kendime sen benden gitti gideli, tenim küs olmuş tenime, sen benden gittin gideli.”

Böyle bir cümleyi her hangi bir anlatıda da kurabiliriz. Özleyişi  ve ayrılığı böyle güzel ne anlatabilir.

Ama şimdi sırası değil bunların. Biraz önce Gombrowiz üzerine yazdığım yazıyı (“Witold Gombrowicz: Gönülsüz Sürgün”) sonlandırdım. Üç yıldır her ay yazdığım “Arka Kapak” dergisi için. Yeniden onun yazdıklarına dönerken, fotoğraflarına da baktım. Eşi Rita ile fotoğrafını sevdim, sıcak olmasa da, anlamlı bir duruşları var. Ama yazdıklarına bakılırsa Rita ona düşkün…Sürgünlükte aşk…Göçmenlikte sevmek… Belki de insanı bir yerde yaşama tutunduran bir şey. İstanbul’a geldiğimde kendimi bir “göçmen”dense, içsürgünlüğü/nü yaşayan biri olarak görmüştüm. Yani kendi yurdunda sürgün… Kanbağı olan her şeyi reddetmiştim. Kendi ayaklarımın üzerinde duracaktım. Öyle de oldu. Belki bunların bir bölümünü “Benim İstanbul Çağım”da anlatırım.

Ama Gombrowicz daha farklı şeyler düşündürttü. Özellikle bizde yeni çıkan Günlük’ünde yazdıkları. Gerçi romanları da öyle. O nedenle seminer programıma almıştım. Üzerinde konuşurken insanların da ufku açıldı sanki!

Birçok kavrama (milliyetçilik/din/tutuculuk/göçmenlik/birey olmak/varoluş bilinci, vb) farklı bakmalarına kapı araladı diyebilirim Gombrowicz okumaları.

Sözü değişken kılan aslında duygudur, düşünce bunu ortaya çıkarır. İnsanı insana taşıyan da içgözün bunları görmesiyle başlar.

Yolculuk seyrim, buna dair yazdıklarım adeta gölgem gibi… Sonra ardından güne başlarken ki kendime dönme halim, kentin uğultusuna karışmam… 

Evet, duygu yoğunluğu olmadan yazılamayacağını söylerim. Bu da insanın yolculuklarıyla başlar. İnsana gitmek, bir yere gitmek, bir düşünceye gitmek, bir duyguya gitmek…

Duygu yoğunluğunu insan salt yazmak için istemez. Önce kendisi, benliği için istemeli. Bir insanla birlikte nasıl bir enerji yaratılabileceğini görmeli, anlayıp keşfetmeli. Özenle bunu var etmeli.

Böylesi gönül yakınlıkları olmadan sürüklenilerek bir duyguyu yaşıyorum sanmak… Bana, sanki, duygu oyalamacası gibi geliyor. Yani günübirlik avuntu. İnsan insanı bir yere taşıyamıyor, kesintilerle karanlıkta yürüyor varsayın siz. Ruhunun gözeneklerini kapatarak yaşamak yaşamak mıdır?

Kaç zamandır ötemde olana bakıyor, onu gözlüyor, onu anlamaya keşfetmeye çalışıyorum. Anlayacağınız onun gözlemcisi kesildim. yolculuk dönüşümün taşıdığı  enerjiyi, o süreçte okuma/yazmalarımı düşününce; her yolculuğun taşıdığı magmayı ancak yazarak anlatabileceğimi görüyorum.

Odaklanma ve çalışma gerektiriyor biriktirilenleri ortaya çıkarabilmek için. Ve elbette  heyecan duyma, sorumluk hissetme…Yazmayı insanın kendine dönüşü olarak görüyorum.

Yarın Bursa. Sevgi Soysal seminerine  devam edeceğim. Bu ara Meltem’e (Arıkan) bir Mektup yazmam gerekiyor. Ama önce bir iki yazı, soruşturma ve söyleşi yanıtları var; onları da çıkarmam gerek. Sonra aylık dergi yazıları…

Bütünüyle bunlara odaklanınca kendime zaman ayırmam mümkün değil. Neyse geçeyim bunları.

Şimdi Asiya Cabbar’ı okuyorum: “Baba Evinde Bana Yer Yok”. Galatasaray Üniversitesi’ndeki bir toplantıda tanışmıştık. Onu her okuduğumda;

  • Kimlik
  • Aidiyet
  • Ülke
  •  Cinsiyet
  • Ötekileştirme
  • (Kişinin) Geldiği yerle uyumu/uyumsuzluğu
  • Geride bıraktığı ülke/yer/insanlar> dönüş düşüncesi
  • Ve daha birçok konu/soru başlığı çıkıyor karşıma.…

Belki bir çizelge yapıp önce bunları karşılaştırma yapabilmek için orada görmeli. Bileşenler, ayrışanlar gibi…Sanırım bunu yaparken, Abdulrazak Gurnah’a da sıklıkla dönmeli. “Günü Kavuşturan Söz”ü yazmaya yönelebilirim artık…

 Ocak 2018                                                                    

Yorum yapın