Jale Sancak’tan toplumcu-gerçekçi bir öykü seçkisi | Selva Trak Ulupınar

Aralık 27, 2016

Jale Sancak’tan toplumcu-gerçekçi bir öykü seçkisi | Selva Trak Ulupınar

belkiyarin_jalesancak1“Oraya getirip zorla bırakmıştı anası. Acemi bir dilenciydi henüz… İçeriye girenler hemen bir mum yakıyordu… Günahlar yığılıyor, biri orgun tuşlarında serserice geziniyordu. Çıkanların hemen hepsinde nurlu bir eda. Bir el ansızın uzanıp kolunu kavramış, hoyratça içeriye çekmişti. Karanlık koridorda sürükleniyordu hızla. Gene de içini bir umut yalayıp geçmiş, yakarmıştı yavaşça. Bir nur da bana insin ne olur! Sonunda alnını örten kâkülleriyle uzun siyah cüppesini fark etmişti; az sonra da büyüyen erkekliği, küçücük, şamdanlarla bezeli, is kokan bir odada.”

Belki Yarın” toplumsal temalardan oluşan realist öyküler okumak isteyenler için ideal bir öykü seçkisi. Yeni bir yayınevi olan “hep kitap” ile yeni bir esere imza atan Jale Sancak, satır aralarındaki salt gerçeklikle okuyucuyu sarsmayı başarıyor.

On bir öyküden oluşan kitapta çizilen karanlık tablolar, çoğumuzun istemeden de olsa görmeyi reddettiği yaşamları yansıtıyor. Kentin görünen aydınlık yüzünün dışında diplerde, hayatın karanlık tünellerinde yaşananlar tıpkı birer film sahnesi gibi seriliyor gözlerinizin önüne. Bu öykülerin içinde yaşayan sokak serserileri, eşcinseller, hayat kadınları, dilenciler… âdeta kalabalık bir film kadrosunu andırıyor.

Toplumsal konulara ve sorunlara duyarlılığıyla tanınan yazarın bu konudaki hassasiyetini anlamamak ve öykülerindeki izdüşümlerini görmemek mümkün değil. Son derece sıradan kahramanların sıradan yaşamlarındaki acı tatlara ortak olduğunuzda, yer yer sizi irkilten satırlarla göz göze gelmeniz kaçınılmaz. Dolayısıyla bu öykülerdeki yaşamlar siyah beyaz bir filmin akıcı ve sürükleyici anlatımı misali kitabı âdeta nefes almadan okumanıza neden oluyor.

Aynı zamanda tiyatro oyuncusu da olan ödüllü yazar Jale Sancak’ın, zaman zaman kendi yazdığı ve oynadığı oyunlardaki tecrübelerinin öykülerine de yansımış olması dikkat çekiyor.

Sade ve akıcı üslûbunun yanı sıra alışılmış anlatım tarzının dışına çıkmalarını sağlayan ve bir orkestra misali çok sesliliğin hâkim olduğu öyküler, içerik bakımından farklılık yaratıyor. Bu bağlamda, anlatıcı olarak başkahramanla birlikte diğer kahramanların da anlatıma dahil edildiğini görüyoruz.

Öykülerdeki realite gereği kahramanların kimi zaman iki zıt duyguyu dahi aynı anda yaşamalarına şahit oluyoruz: “Devrile savrula, bitirimlerle, berduşlarla itişe kakışa, belayı teğet geçerek ulaşmışlardı eve… Aslı, Ömer’in üzerinde, içine alırken onu, kösnü değil umarsızlıktı kuşatan… Hazla keder iç içeydi o an. Aslı’nın dinlerken ağlamaya başladığı konçerto, o hazin ezgi, annesinin öldüğü o puslu yaz sabahını hatırlatmıştı Ömer’e. (Sıradan Hayatlar)

Öykülerde betimlemelere eşlik eden psikolojik tahliller de dikkat çekiyor:

“Namuslu kısmı her zamanki gibi evine çekilmiş, namusu çoktan defetmiş hatunlar şıkır şıkır, işe hazır, yavaş yavaş sokağa dökülmekte. Müdavimler köşe başını tutmuşlar. Manzara tamam. Pezevenk Nasuh antenleri açmış, müşteri kollamakta, itler on dört numaranın sahanlığında ufak ufak demleniyorlar, kırıtkan oğlanlar kaldırım muhabbetinde.”(Geçkaldı Şermin Meyhanesi)

Kimi zaman da misal; Mihri ile İmranur’un acılarının yankılandığı masalsı anlatıma sahip bir öyküyle karşılaşabiliyorsunuz. Karanlık bir masalı okumak, acının dile getiriliş yollarına şahit olmak, sizi farklı duyguların eşiğine sürüklüyor: “İmranur’un çığlıkları kuşları azdırmaktan başka bir işe yaramadı. Bir kanat, tokat misali yüzüne çarpıp geçti. Ardından etraflarını saran, çarpan, vuran, acıtan kanatlar çoğaldı. Isıran, kanatan sayısız gaga. Obur, acımasız…Mihri, anasıyla babasını yara bere içinde, didiklenmiş, kanatılmış halde bulunca durdu, yarına baktı, çok uzaktı.”(Yaban)

Ve sayfaların birinde arka sokaklardan çok uzaklarda bir ada hikâyesi karşınıza çıkabiliyor.  Elbette Türkiye’nin mozaik ruhundan bir parçayı yansıtarak… Kozmopolit bir ülkenin, küçük bir kara parçasında yaşayan kozmopolit insanları canlandırılıyor bu kez okuyucunun gözünde. Ada’yla, ada ruhuyla bütünleştirilmiş kahramanlar ve farklı iklimden esen bir anlatım: “Eski tayfa bilirdi ki adalılar esip savurana dayanıklıdır. Sonradan gelenler boz toprağın tabiatından habersizler. Hem sen ateşini alsın diye başından anlaşmıştın uğultusu çılgınla. Estikçe hırçınlaşacaktı.”(Ada)

Yazar, yaşamlarını arka sokakların gecelerine sığdıran insanları anlattığı satırlarla okuyucuda bir iz daha bırakıyor: “Gün onlar için üvey zaman. Gün masumlarla aptalların. Gün kilit, lal kapı gün, caddeler, sokaklar gündüzleri dar geçit. Gün ile tün, birinde çırılçıplaksın, ötekinde kendini biçimlersin…” (Zehirli Masal)

Toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla yazılan ve okurken farklı sokakların farklı sakinleriyle birlikte olacağınız seçki, bir yandan hüzne sürüklerken bir yandan da gizli bir umudu serpiştiriyor sokakların köşelerine, sayfaların satır aralarına…

Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (27 Aralık 2016)

Yorum yapın