
1./ bir sesin yolculuğunda
adsızlaştırmak en iyisi sözcükleri. yitik zaman güncesi gibi de unutmak biriktirilenleri. koygun bir bakış, örselenen bir dil her zaman sığlar gözlerimizi. yad elde bir yaban gibi geziniriz. iyisi mi toparlamalı zamansız bakışları, çevirmeli sözü kibir yolundan. dili örselemeden yol almalı. kendince ses, kendince bakış, kendince dil olmak…eksilerek yaşamak bazen. yangınsa dildir bazen, sestir, buluşturmaktır kendini… hadi öyleyse yeni bir sese hazırla kendini. yolunun yolcusu olmakla eştir bazen bir sesin yolculuğuna katılmak.
2./ örseleyen dil
imge yakar bazen, ne denli içselleştirirseniz içselleştirin; kıyıcıdır. bundandır sakınımlı bakış, kıyıda durmak. akıp gitmesini engellemek sözün, düşü ertelemek, acıya ters düşmek, melankoliyi silmek, zamanı kendine dönüştürmek…hadi öyleyse, kendi zamanına çıkar bakışlarını, göster yolculuğunun izlerini, yansılarını…
3./ yokluğun senin!
“yokluğun senin,” demeden başlayacağım söze elbet; “gözlerin şimdi”yi unutacağım. gene de bakışlarımı çelecek sözcüklerin; nerelerde gezindirdiğine bakacağım, anlamını, yazma arzunu besleyen çabanı izleyeceğim…varlığına oralardan bakacağım yalnızca…
4./ karşı söz
gelmeden gitmek değil bu, dindirilmiş duygularla bakmak anlamak seni. o alevin ipiltisindeyken söz, dönmek ve kaybolmak…düşündüm bunu da, karşı bir söz edebilmek adına değil, kendini hissizleştirmenin dilini anlamak için döndürdüm bakışlarımı bir süre rilke’ye… duino ağıtları’nı okudum. dilim ağdalandı neredeyse, soldu bakışlarım…sünüp duran bir alevin koruna bakmanın yorucu bir dil olduğunu düşündürttü.
5. geçit
sana, “neden geçitsiz kıldın” diye başlayan sözler de etmeyeceğim. orada, ilk günkü gibi her şey duracak. kapanacak yalnızca bakışlarım bakışlarına. yüz örtüsü gibi değil ama… dili örtülemektir asıl acı olan…şimdi o kıyıda değilim. yazıyorsam eğer; yazmanı istediğim içindir, oradaki parıltına bakmak için…
6./ rüzgârın senin
canımın ılgınında sesin, bakışın. değişmeceli bir yolculuğun esintisinde bakıyorum sana.
gezindiriyorum bakışlarımı her yerde: insan yüzlerinde, mekânlarda, yaşanmışlıklarda, dilde, sözcüklerde…
beni aleve kesen sözün karşısında duralıyorum. gene karşılıyor beni Rilke. bu kez, söz avuntusuna düşmeden, Malte Laudris Brigge’nin Notları’ndaki içsesinin de ötesine geçerek, tutunduruyorum duygularımı onun ezgili/yakıcı sözlerine:
“Kim, bağırsam duyardı çığlığımı melek
saflarından? Tut ki biri yüreğine aldı beni
apansız. Yokolur giderdim daha güçlü varlığının
önünde. Evet, güzel dediğin yalnız başlangıcıdır
korkunç olanın, anca dayandığımız;
tansırız onu, çünkü hor görür, umursamaz
bizi yerle bir etmeli. Her bir melek korkunçtur.
İşte böyle kendimi tutuyorum, karanlık
hıçkırışın çağrısını içime atıp. Ah kimden,kimden bize hayır var? Ne melekten, ne insandan,
ne de bilmiş hayvanların gözünden kaçıyor
bizim pek güvenilir olmadığımız
İmlenen dünyada. Belki de bize kalan
yamaçta bir ağaçtır, her gün onu yeniden
görelim diye, dünkü sokaktır belki,
ya da kötü büyütülmüş bağlılığıdır bir alışkanlığın,
hoşlanmıştır yanımızdan, gitmemiştir, kalmıştır.” (çev.:can alkor)
işte böyle, rüzgârın senin düşüyor önüme, gezindiriyor beni duygu barınaklarında.
7./ sağanak
nisan sağanağı gibi geldin. adım adım, yudum yudum hissettirerek…bakınca yandığımı sandım. tutuşan neydi düşünmedim. o sarsıntı yetmişti bana…orada ıslanıp kalmak yerine, buğulanıp yürümeyi seçtim.
şimdi, biliyorum ki; sözün önünü açmamızın anlamı da burada. ürkütmeden duyguları yol almak. beklentisizlik çarşısında gezinmek, önyargı havuzlarından geçmek…
8./ ayrı yer
ayrı yer, ayrı zamandayız biliyorum. bakınca sana, gözlerimin taşıdığı zamandan çıkıyorum. duyguları(mızı)n gözeneklerinde geziniyorum o an…seni bana yakın düşüren söz’ünün anlamıyla baş başayken de; ötelere düşüyor bakışım.
sanki, o alevin de rüzgârıyla, sana dokunarak konuşmayı seviyorum. işte o ân kapanıyor aramızdaki uzaklık.
9./buluşan, buluşturan
çok şey gelip buluyor beni hayata, yazmaya, yaşamaya dair. tek bir ses olarak oralarda varolmaya çalışıyorum…öylesine sürükleyici, kendince yol almak
haliydi bu; başımı kaldırıp bakınca sana, ne çok şeyin sıradanlaşarak aktığını gördüm.
buluşan, buluşturan neydi onu düşündüm. belki de yazarak sana, düşündüğümü hissettirdim…dokununca da; seninle yol alabilmenin (her anlamda) zenginleştirebileceğini gördüm.
aramızdaki söz bundan güzel belki de!
10./ kavrayış
ten nöbetinden geçirdim bakışlarımı. esrime avlularının serinliğine bıraktım gözlerimi. bana hissettirdiklerin neydi, bunu düşündüm duygularımın ara sokaklarında. kadın kokusu, kadın sıcaklığının bir başına yetmezliğini bilen ellerim aradı kavrayışın dilini dokunuşlarda…sözlerinle bana dokunduğun kesin, bir de incelikle kavrayışınla.
11./ o değişken duruş
o can ezinci, diye bir söze döndüm izlerken Tavşan Yuvası filmini.
acı, unutma, hatırlama, paylaşma, keder üzerine bir film…
anne, ölen oğul-kardeş; karı-koca,ölen çocukları…yaşadıkları hayatın değişken duruşlarının anlamı/anlatımı…
“Hayat böyle değil mi, seni değiştiriyor…bu şekilde alışıyorsun…”
daha birçok söz, diyalog gelip buluyor beni. bakışların bakışlarımda.
ama o debelenme sürecinde neler/in yaşandığı, iç dünyadaki fırtınalı ezinçli yolculuk sarsalıyor insanı.
sinemayı bu görsel bakış/duyuş gösterimi için seviyorum.
bizi düşte/düşüncede farklı kıyılara taşıması, ruhumuzu alevlendirip ezinç barınaklarından geçirmesini her zaman zenginleştirici bulmuşumdur.
tıpkı, senden bana, ruhuma yansıyan ışık gibi.
12./ sezgiselleştirmek
sözü aramızda sezgiselleştirirken, oradan sana bakmanın, sende olmanın, düşüncelerinle buluşmanın beni taşıdığı boyuta bakıyorum şimdi…
okuduklarımla yazdıklarıma taşınanların izindeyken yanıbaşımdasın.
bir düş oyunu değil bu, gerçek.
yol alma seyrim öylesine duru, verili, dingin ki; sana bakma biçimini öğreniyorum önümdeki okumalarda.
sahi, söyle; bakışsızlık nasıl bir şey?

















