
Kjersti Skomsvold’dan okuduğum ilk kitap Hızlandıkça Azalıyorum’du ve galiba 2010’lu yılların başlarındaydık. Yaşlanmayı, hayatı ve ölümü, yalnızlığı o kadar duru ve etkileyici anlatıyordu ki yazarın bu romanı kaleme alırken yalnızca otuz yaşında olduğuna inanamamıştım. “Geriye kalan azıcık yaşamımı, onunla ne yapacağımı bilene kadar saklayabilmeyi isterdim.”[1] diyen Mathea’nın bir çemberi tamamlar gibi başa dönmesi, çocuklaşması, hep bir şeylerden korku duyuyor olması, insanların artık “görmediği” bir hayalete dönüşmesi, kaslarının bir reçel kavanozunu açamayacak kadar güçsüzleşmesinin etkisini bir müddet atlatamamıştım. Norveç’in en prestijli edebiyat ödülü Tarjei Vesaas İlk Kitap Ödülüne layık görülen bu vurucu roman daha sonra tiyatroya uyarlanıp sahnelenmişti de. İşte bu hayranlık dolu tanışmamızın ardından Skomsvold’u ve yazdıklarını takip etmeye başladım. Eylül 2025’te yine Jaguar Kitap etiketi ve Deniz Canefe çevirisiyle yayımlanan Çocuk’u okuyunca da severek takip ettiğim Skomsvold yazınıyla ilgili bir şeyler söylemek istedim.
Skomsvold, Türkçeye çevrilen son romanında yine hem melankolik hem de ümitvar. Edebiyatta bu ikilinin birbirine refakatini, hayatın bir aynası olduğu için hep çok sevmişimdir. Yazar bu dengeyi öyle iyi kuruyor ki ne hüznü kedere ne de ümidi karamsarlığa tahavvül ediyor. İkinci çocuğu yakın zaman önce doğmuş bir yazarın -biraz da evhamlı- anneliğine eşlik eden geçmiş ve gelecek muhasebesini okuyoruz Çocuk’ta. “Gündüzleri seni taşımam gerekiyor, geceleri de senin yatağın oluyorum.”[2] ,“Çocuk doğurmak çürümeye başlamak demektir, iskelet dağılıyor, leğen kemiği gevşiyor, beden yırtılıyor, bunlar bana un ufak olup toprağa dönüşeceğimi hatırlatıyor, bu süreci hızlandırıyor.”[3], “Seni henüz yıkamadım, yalnızca bezle sildim, böylece içimin bir parçası olmayı sürdürüyorsun.”, “Abinle oynayacak kadar büyümeni iple çekiyorum, bir de yazın gelmesini iple çekiyorum, senin ilk yazın olacak, öksürmeden yaşamanın nasıl bir şey olduğunu göreceksin.”[4] veya “Senin ve abinin yaşayacağı aşk acılarını ve sevinçleri, geçeceğiniz yaya geçitlerini ve okyanusları hayal ediyor ve bu düşüncelerin altında âdeta eziliyorum.” diyen yazar, bir annenin hissedebileceklerini yine çok başarılı şekilde resmediyor. Okur, onun hiç yaşamadığı insanlık hâllerini gerçeğe bu kadar yakın anlatabilmesine bir kez daha hayran oluyor.

Anlatıcı, New Mexico Çölü’nde kendine bir ev yapıp yedi yıllık sessizlik sonrasında yeniden üretmeye başlayan ressam Agnes Martin’i de anıyor kitapta. Bunu, yazmaya vakit bulamasa da ona olan tutkusu ve hasretini -birkaç satır yazmış herkes bu abartılı görünen ifadeye hak verecektir- peşi sıra oradan oraya sürükleyen yeni doğum yapmış bir anne-yazar olarak dillendiriyor. “Yalnız olmak, oturup yazabilmek; benim için bundan daha değerli çok az şey var.”[5] diyor sonra. “Uyuyamamak mı yoksa yazamamak mı, hangisi daha zordu?”[6] diye soruyor.
Skomsvold’un vazgeçilmez temalarından biri olan ölüm, Çocuk’ta da yer buluyor kendine. “O büyük, kapkara sonsuzluğun eşiğinde durmanın nasıl bir şey olduğunu, her şeyi, kendi geçmişini, tüm hayvanları, tüm insanları geride bırakmanın nasıl olacağını düşündüm.”[7] Tabii annenin evlatlarını geride bırakma korkusu da ekleniyor ona. Anlatıcı “Artık en büyük korkum ölüp seninle abini arkamda bırakmak. Gerçi sizin benden önce ölmenizden daha çok korkuyorum. Çocuklarım olduktan sonra ölümüm daha da yaklaştı, yaşam aynı anda hem daha uzun hem daha kısa görünüyor. Daha kısa çünkü sandığım kadar önemli olmadığımı anlıyorum, ben yalnızca sonsuz büyüklükte bir şeyin küçük bir parçasıyım.” diyor mesela.
Anlatıcının teyzesi Edel’den bahsederken “Bir taşa oturmuş giyinmeye çalışan Edel’e el salladım; doksan yaşındaysan külotunu, pantolonunu giymek çok uzun sürüyor, çünkü tek ayak üzerinde durmak olanaksız oluyor.”[8] diye yazıyor Skomsvold ve pek sevdiği bir diğer temayı, yaşlılığı anmayı da ihmal etmiyor böylece. Edel gençken bir çocuğu olsun istememiş, şimdi doksan yaşında ve kararından pişman değil. “Gençken dünyada bir şey bırakmak istemediğini, kendinden geriye bir şey kalsın istemediğini söyledi, insanlar arkalarında çok çöp bırakıyordu ve o bunu istememişti.”[9] diye yazıyor Skomsvold. Kim bilir, belki o da en iyisinin bu olduğunu düşünüyor.
Skomsvold görünen ya da görünmeyen, adlandırılan veya yalnızca duyulan bütün çabanın ve onun ürünü edebiyatın hayatı anlamak, anlamlandırmak ve iyileştirmek için olduğunu çok erken yaşta idrak etmiş bir yazar. İlk kez Hızlandıkça Azalıyorum’da şahit olduğumuz bu bir nevi bilgelik Çocuk’ta da göz kamaştırıyor. Ölümle, ihtiyarlıkla, gururla, saçma’yla, peşin hükümlerle, kör ısrarla yüzleşmiş, onların varlığını kabul etmiş yazar, hayatı da buruk bir sevinçle kucaklıyor; hüznü de ümidi de hep dengede bu yüzden.
[1] Kjersti Skomsvold, Hızlandıkça Azalıyorum, Jaguar Kitap, 2012, s. 12.
[2] Kjersti Skomsvold, Çocuk, Jaguar Kitap, 2025, s. 9.
[3] Age., s.10.
[4] Age., s. 32.
[5] Age., s. 60.
[6] Age., s. 50.
[7] Age., s. 42.
[8] Age., s. 89.
[9] Age., s. 89.


















