
Sinan Akyüz’ün Fidan Hanım adlı romanı Alfa Kitap tarafından yayımlandı. Yazarla bu etkileyici romanı üzerine konuştuk.
“Bu dünyada en güzel şey, insanın sevdiğiyle vedalaşabilmesidir” diyorsunuz… Bu cümlenin sizin için kişisel bir karşılığı var mı?
Aslında bu cümle, bir hayatın içinden süzülen acı-tatlı bir kabulden doğdu. İnsan en sevdiğiyle vedalaşabildiğinde bir yasın değil, büyük bir sevginin şahitliğini yapmış olur. Çünkü veda etmeyi başarabildiğimiz her şey, ruhumuzda iz bırakan bir değerdir.
Romanınızda vedanın bu kadar güçlü bir metafor olması, sizin ayrılıklara bakışınızı nasıl şekillendiriyor?
Benim için ayrılık, bitişten çok bir tamamlanma hâlidir. Veda edebilmek insanın kalbini büyüten bir eylem. Romanın karakterleri de bunu deneyimlerken aslında kendi içlerindeki yaraları keşfediyorlar.
Okurlar romanı bitirdikten sonra en çok hangi duyguya sarılsın istiyorsunuz?
Cesarete! Bir ilişkiyi sürdürmek de bitirmek de cesaret ister. Ama en büyük cesaret, sevdiğini incitmeden, ona hakkıyla veda edebilmektir. Roman bu cesareti okurun kalbinde hafifçe uyandırmayı amaçlıyor.
Roman kahramanlarının yaşadığı duygusal kırılmalar okurda büyük bir empati yaratıyor. Bu karakterleri oluştururken gerçek hayattan ne kadar beslendiniz?
Her karakter, gerçekte var olan insanların gölgelerinden doğdu. Birinin bakışı, diğerinin sessizliği, bir başkasının içindeki fırtına… İnsan hikâyeleri yazarı her zaman en zengin kaynak hâline getirir. Bu yüzden okurun kendinden bir şey bulması kaçınılmaz oluyor.
Romanda veda eden kişi mi, yoksa veda edilmeyi bekleyen mi daha çok acı çekiyor sizce?

Aslında ikisi de acının farklı yüzleri. Veda eden kişi, bildiği bir dünyanın arkasına bakmadan yürümeye çalışıyor. Veda edilen ise soru işaretlerinin içinde kalıyor. Ama ikisini de iyileştiren ortak nokta, o vedanın bir sevgiyle gerçekleşmiş olması.
Sevdiğiyle vedalaşamayanlar için romanınız bir nevi teselli niteliğinde. Bu insanlara söylemek istediğiniz özel bir söz var mı?
Evet. Her veda gecikmiş bir teşekkürdür! Söylenemeyen sözler, tamamlanamayan hikâyeler zamanla insanın içinde sızılar oluşturur. Ama sevdiğiniz birine kalbinizin içinden bir el sallamak bile, bazen yüz yüze edilen bir vedadan daha etkili olabilir.
Hikâyede vedalar kadar geride kalan umutlu bir yaşam da var. Bu dengeyi nasıl kurdunuz?
Hayat zaten böyle değil mi? Bir yanımız kaybederken diğer yanımız umutla büyüyor. Ben sadece gerçeğin ritmini takip ettim. Veda umudun kapısını kapatmaz; çoğu zaman aralar, araladığı yerden ışık sızar.
Son olarak, okurlarınıza “veda” kavramını yeniden düşündürecek bir cümle bırakacak olsanız bu ne olurdu?
“Bir veda, aslında kalbin birine söylediği son değil; ona verdiği en dürüst hediyedir.”

















