Beyhan Özer’in Necati’nin Kamyonu adlı eseri, çağdaş Türk öykücülüğünün içe dönük, insanın ontolojik kırılmalarını odağa alan damarına ait bir bütünlükle karşımıza çıkar. Kitap, bireyin toplumsal çeperlerle sınırlanmış yalnızlığı, kırılganlığı ve hafızayla kurduğu çok katmanlı ilişkisi üzerinden ilerlerken, öykü türünün imkânlarını hem biçimsel hem de tematik olarak genişletmeyi başaran bir poetika önerir. Bu yönüyle eser, yalnızca bireysel duygu durumlarını yansıtan bir yazın örneği değil; aynı zamanda belleğin, dilin, sessizliğin ve aidiyetsizliğin yazınsal tezahürüdür.
Yazarın kullandığı dil, anlatıdaki zaman ve mekân ilişkisini bozarak durağan gibi görünen anların içini derin bir sezgi ve varoluşsal bir sarsıntıyla doldurur. Beyhan Özer’in anlatımında dil, yalnızca bir taşıyıcı değil; karakterlerin iç dünyasını, suskunluğunu ve bastırılmış arzularını görünür kılan asli bir anlatı aracıdır. Bu nedenle öykülerin yüzeyine bakıldığında sade, gündelik bir anlatı izlenimi doğsa da, alt metinlerde yoğun bir psikanalitik gerilim, çözülmemiş duyguların izleri ve yarım kalmışlığın biçimsel karşılıkları sezilir. Yazar, dilin iç ritmini kurgularken çoğu zaman boşluklara, suskunluklara, kesintilere ve belirsizliklere başvurur. Bu boşluklar metni eksiltili kılmak yerine, okurun sezgisel olarak katılabileceği geniş bir düşünsel alan yaratır.
Eserdeki anlatı kişileri, iç çatışmalarının merkezinde duran, geçmişle hesaplaşmakta zorlanan ve çoğu zaman yüzleşmelerini içselleştirerek yaşayan bireylerden oluşur. Bu bireylerin ortak noktası, geçmişe takılı kalan bir bilinç hâlidir; çocukluk travmaları, anne-baba figürleriyle kurulamayan sağlıklı ilişkiler ve toplumsal rollerin yarattığı içsel tıkanmalar, karakterlerin hem eylemlerinde hem de düşünsel akışlarında kendini gösterir. Özer’in karakterleri konuşmaz, içlerinde konuşur; anlatmaz, ima eder; bağırmaz, sükûnetin içine gizlenmiş bir haykırışla kendini duyurur. Bu, yazarı yer yer modernist anlatı gelenekleriyle buluşturur: Bilinç akışı, iç monolog ve zamanın döngüselliği, anlatı teknikleri arasında belirgin şekilde yer alır.
Anlatı evreni çoğunlukla gündelik hayattan seçilmiş sahnelerle örülmüş olsa da, bu sahneler kendi içinde bir kırılma taşıyan ve durağanlığı bozan mikro çatışmalarla doludur. Beyhan Özer’in bu sahneleri işlemedeki mahareti, gündelik olanın içindeki sıra dışılığı, sarsıcı ve sarsılmayan arasındaki o ince çizgiyi gözeterek yansıtmasından gelir. Edebiyatın, özellikle de öykü türünün şiirselliğe en çok yaklaştığı yerlerden biri olan iç sesin, bu kitapta başlı başına bir karakter gibi işlev gördüğü söylenebilir. Yazar, psikolojik çözümlemeleri doğrudan yapmak yerine, karakterlerin gündelik jestleri, ufak tepkileri ve suskunluk anlarıyla örerek okuru sezgisel bir katılım sürecine davet eder.
Bu bağlamda Necati’nin Kamyonu, yalnızlık, aidiyet, aile içi roller, yaşlılık, ölüm ve affetme temalarını işleyen bir kitap olmanın ötesinde, edebiyatın insan ruhunu anlama ve anlatma çabasına katkıda bulunan bütünlüklü bir yapıttır. Kitabın öne çıkan bir diğer yönü ise, kadınlık ve erkeklik rollerine yüklenen anlamların içeriden ve eleştirel bir gözle aktarılmasıdır. Özer, toplumsal cinsiyetin birey üzerindeki baskısını doğrudan değil, yaşantıların içine gizleyerek gösterir. Bu yaklaşım, metnin ideolojik bir dil kullanmadan, insanî olanı merkeze alan etik bir anlatı kurmasını sağlar.
Sonuç olarak, Necati’nin Kamyonu, sessizliğin, geçmişin, içe bükülen duyguların ve gündelik olanın edebî temsiline dair dikkate değer bir örnektir. Öykü türünün sınırlarını zorlamadan ama onu derinleştirerek; anlatının temposunu düşürmeden ama iç ritmini çoğaltarak, Türk edebiyatına yeni bir içsel ses kazandırır. Bu ses, hem zamansız hem de bugüne aittir; hem bireyin yalnızlığını hem de o yalnızlıktan doğabilecek ortak bir insanlık hâlini duyurur.



















