“Savaş ve Barış’ın Görünmez Mimarı” kimdi? | Metin Celâl

Aralık 31, 2025

“Savaş ve Barış’ın Görünmez Mimarı” kimdi? | Metin Celâl

Ölümünün üzerinden yüz yıldan fazla geçse de Tolstoy dünyanın en büyük yazarlarından biri olarak kabul edilmeye devam ediyor, eserleri okunuyor, tartışılıyor. Eşi Sofia Andreevna Tolstaya’yı ise çok az tanıyoruz. Tolstoy’un yaşamında nasıl bir yeri ve rolü vardı pek bilmiyoruz, var olan bilgiler ise olumsuz. Oysa Sofia Andreevna’nın Tolstoy’un hayatında ve yazarlığında önemli bir rol oynamış.

Tolstaya’nın başarılı bir yazar, çevirmen, amatör sanatçı, müzisyen, fotoğrafçı ve yayıncı olduğunu ise pek bilmiyoruz. Üstelik Sofia Andreevna o dönemin büyük ölçüde erkek egemen dünyasında bunları başarmış. O zamanlar Rus edebiyat ve yayıncılık hayatında ise kadınlara hemen hiç rastlanmıyor.  

Sofia Andreevna Behrs, 1844 yılında Moskova’da, saray doktoru olan Alman asıllı Andrey Behrs ve Rus bir anne olan Liubov Islavina’nın üç kızından biri olarak dünyaya gelmiş. Kültürlü ve aristokrat bir aile ortamında yetişen Sofia, iyi bir eğitim almış.

1862 Yılında henüz 18 yaşındayken, kendisinden 16 yaş büyük olan Lev Nikolayeviç Tolstoy ile tanışmış. Tanışmalarından kısa bir süre sonra Tolstoy, Sofia’ya evlenme teklif etmiş. Tolstoy’un günlüklerini okuyup aslında ablasına aşık olduğunu ve kendi inancına göre ahlaksız sayılabilecek hayatına rağmen Tolstoy’la evlenmiş.

Tolstoy eserlerini kaleme alırken, Sofia hem 13 çocuğun (bunlardan 8’i hayatta kalmış) bakımıyla ilgilenmiş hem de Yasnaya Polyana malikanesinin tüm idari ve mali işlerini yönetmiş.

Sofia aynı zamanda Tolstoy’un eserlerinin ilk eleştirmeni ve editörü olmuş. Lev Tolstoy’un el yazısı oldukça karmaşık ve okuması çok güçmüş. Sofia, Savaş ve Barış romanının el yazmalarını yedi kez baştan sona temize çekmiş, sayfaları içerik açısından sıraya koymuş ve Tolstoy’la romanının yapısı hakkında tartışmış, metnin akışına dair önerilerde bulunmuş. Yazım hatalarını düzeltiyor, tarihsel tutarsızlıkları not alıyor ve metnin akışına müdahale ediyormuş. Bu nedenle “Savaş ve Barış’ın Görünmez Mimarı” olarak da anılıyormuş. Katkısı Savaş ve Barış’la sınırlı kalmamış, Tolstoy’un tüm eserlerine destek vermiş, editörlüğünü yapmış ve yayınlanıp yayınlanmamalarında son kararı vermiş. Bugün okuduğumuz Tolstoy külliyatının fiziksel ve edebi bütünlüğü büyük ölçüde Sofia’nın bu “görünmez” editörlük emeğine borçlu olduğu belirtiliyor. 

1880’lerde Lev Tolstoy büyük bir ruhsal kriz yaşayıp mülkiyetin günah olduğuna inanmaya, evliliğe, aileye ve diğer dünyevi işlere karşı çıkmaya başladığında, tüm telif haklarından vazgeçmek istemiş. Sofia  13 çocuğun geleceğini korumak için buna şiddetle karşı çıkmış. Sonuçta uzlaşmaya varılmış ve Tolstoy, 1881 yılından önce yazdığı ( Savaş ve Barış ve Anna Karenina dahil) tüm eserlerin telif ve yayın haklarını Sofia’ya devretmiş.

Sofia ailenin Moskova’daki evini bir yayınevi merkezine dönüştürmüş. Kitapların yayına hazırlanmasının yanı sıra kağıt tedarikinden matbaalarla pazarlığa, ciltlemeden dağıtıma kadar her aşamayla ilgileniyormuş. Kitapların siparişlerini bizzat alıyor, ödemeleri takip ediyor ve muhasebeyi yönetiyormuş. Tolstoy’un eserlerinin birçok farklı edisyonunun editörlüğünü ve  yayına hazırlığını yapmış. Sofia’nın yayıncılıktaki en büyük başarısınınTolstoy’un Toplu Eserleri’ni titizlikle yayımlaması olduğu belirtiliyor. Özellikle 12. edisyon, onun yayıncılık vizyonunun bir kanıtı olarak gösteriliyor. Metinlerin doğruluğunu sağlamak için el yazmalarını defalarca kontrol etmiş, sansürle mücadele etmiş, her satırını titizlikle tashih etmiş, kağıt kalitesinden dizgiye kadar her detayı yönetmiş  ve eserin kitapçılarda satışını organize etmiş.

Tolstoy’un Toplu Eserleri sadece romanları, öyküleri gibi edebi çalışmaları değil, o dönem yasaklı olmayan dini ve felsefi yazılarını da içeriyormuş ve 12 ana ciltten oluşuyormuş. Sonraki yıllarda eklenen günlük ve mektuplarla cilt sayısı 15’e çıkmış. Tolstoy’un Toplu Eserleri’nin yayını satış açısından da bir yayıncılık başarısı olmuş ve Tolstoy’a ve ailesine büyük bir gelir sağlamış.

Sofia, hayatını Tolstoy’a ve eserlerinin yayınına adamış ama kendi yazarlığı ve sanat faaliyetlerini de elden geldiğince yürütmüş. Öyküler yazmış, günlüklerini yayınlanmış. Sofia’nın yaşlılığında kaleme aldığı, çocukluğundan başlayarak tüm hayatını anlattığı kapsamlı otobiyografisi “Yaşamım” çok önemli bir tanıklık olarak kabul ediliyor. 

1.000’den fazla fotoğraf çekerek hem Tolstoy’un günlük yaşamını hem de o dönemin Rusya’sını ölümsüzleştirmiş. Evliliklerinin ilk günlerinden,1862’den 1910’a kadar tuttuğu günlükler, bugün edebiyat tarihçileri için Tolstoy’un yaşamına dair en önemli birincil kaynaklardan biri olarak kabul ediliyor. Bu günlüklerin “bir dâhinin gölgesinde kalmanın” psikolojik ağırlığını tüm çıplaklığıyla yansıttığı belirtiliyor.    

Tolstoy’un ailesini ve sorululuklarını terk edip münzevi ve çileci yaşam tarzına yönelmesi, Sofia’nın ise aristokratik sorumlulukları ve aile bütünlüğünü koruma çabasının aralarındaki bağı kopardığı belirtiliyor.

Tolstoy’un evliliğe ve cinselliğe karşı sert eleştiriler getirdiği “Kreutzer Sonat” Sofia’yı derinden yaralamış. Çünkü metni okuduğunda konunun ilişkilerinden kaynaklandığını ve Tolstoy’un kendini ihanetle suçladığını düşünmüş. Bu romana cevap olarak “Kimin Suçu?” adlı bir novella yazarak kadının evlilikteki konumunu kendi perspektifinden savunmuş.

Tolstoy’la birçok konuda anlaşmazlığa düştükleri ve sözlü ve yazılı olarak şiddetli tartışmalar yaptıkları belirtiliyor. Bunların en yoğunu Tolstoy’un kiliseden aforoz edilmesine kadar varan dini görüş ve inançlarındaki değişim olmuş. Dindar ve kiliseye bağlı bir kadın olan Sofia bu görüşlere karşı çıkmakla kalmamış, Tolstoy’un  bu görüşlerin yer aldığı metinleri de yayınlamayı reddetmiş. Birçoğunu da yayına hazırlarken Tolstoy’un sert ifadelerini yumuşatmış. Bu kitaplardaki görüşlere hiç katılmasa da sansürden geçmeleri için Çar’a kadar uzanan mücadeleler vermiş, bir çoğunun yayıncısı olmuş.   

48 yıllık evliliğin ardından, 1910 yılının sonbaharında, 82 yaşındaki Tolstoy, eşiyle yaşadığı şiddetli tartışmalardan sonra evden kaçmış. Astapovo tren istasyonunda hastalanarak öldüğünde, Sofia yanına ancak son anlarında girebilmiş. Evliliklerinin son yıllarında yaşanan kopmadan olsa gerek uzun yıllar  edebiyat çevreleri, Sofia’yı “huysuz ve maddiyatçı bir eş” olarak değerlendirmiş ve Tolstoy’un edebi başarısındaki rolünü görmezden gelmişler. Ancak son 30 yılda yayımlanan kaynaklar, Sofia’nın aslında dev bir mirası koruyan ve kocasının edebi başarısında merkezi bir rol oynayan bir kahraman olduğunu kanıtlamış.

Lev Tolstoy ile Sofya Tolstoya’nın birbirlerine yazdıkları 644 mektuptan geniş bir seçmeyle hazırlanan “Tolstoy ve Tolstaya Mektuplarla Bir Hayatın Portresi” bu çok boyutlu ilişkinin sonut örneği oluyor. Bu derleme, 1862’deki evlilik teklifinden 1910’da Astapovo İstasyonu’ndaki sona kadar uzanan yarım asırlık bir süreci kapsıyor. Mektuplar öncelikle Tolstoy’un karakterini, bir koca ve baba olarak niteliklerini ve kusurlarını daha iyi anlamamızı sağlıyor. Ama bence o kadar önemli bir şey de Sofia Andreevna Tolstaya’yı tanımamız ve Tolstoy’un yaşamında ne kadar önemli işlevi olduğunu anlamamız.

“Tolstoy ve Tolstaya Mektuplarla Bir Hayatın Portresi” Tolstoy’u sadece büyük bir yazar olarak değil, bir eş, baba ve insan olarak da tanımamızı sağlıyor. Tolstoy’un düşünsel evrimini, fikirlerini, psikolojik iniş-çıkışlarını eşine yazdığı mektuplar üzerinden öğreniyoruz. Sofia Andreevna Tolstaya’nın cevapları, karşı çıkış ve eleştirileri de ilgiye değer. Kitapta yer alan mektuplar kronolojik olarak sıralandığı için, tutkulu bir aşkın nasıl yavaş yavaş bir “ideolojik savaşa” dönüştüğünü de izliyoruz.

Mektuplarda Tolstoy, manevi dünyaya önem veren, kararsız, suçluluk duygusu yüksek, sürekli kendini yargılayan bir figür olarak beliriyor. Sofya’nın dirayetli ve ayakları yere basan biri olarak yalnızca Tolstoy’un karısı değil edebi üretimin görünmeyen ortağı olduğu anlaşılıyor. Aslında aileyi yöneten de, toprakları işletip, yayıncılık yaparak gelir sağlayan da o. Tolstoy genellikle evden, aile sorunlarından uzak, kendi düşünce aleminde ve eserlerini ürtemekle meşgul. Bu ortamı Tolstoy’a sağlayan da Sofya olmuş.

Bir eleştirmen bu derlemeyi “o devasa eserlerin hangi acıların, hangi uykusuz gecelerin ve hangi evlilik içi pazarlıkların ürünü olduğunu görmek istiyorsanız, bu kitap sizin için bir başyapıttır” diye değerlendirmiş. Gerçekten de Tolstoy ve Tolstaya’nın çok boyutlu birlikteliği, ilişkilerinin sıradan bir evlilikten öte taşıdığı anlam, sadece aile yaşamının değil, Tolstoy’un edebi ve düşünsel hayatındaki değişimi, o yılların Rusya’sındaki siyasi ve entelektüel durumu, ilişkiler ağını anlamak açısından da önemli bir derleme. Andrew Dunskow mektupları derlemekle kalmamış kronolojiyi, yazışmaların arka planını anlayabilmemiz ve aradaki boşlukları doldurabilmemiz için notlarla desteklemiş. Kitabın başındaki “Ayrı Fikirlere Sahip Benzer İki Ruhun Diyaloğu” başlıklı sunuş yazısı ve her bölümün başında Donskov’un o dönemin tarihsel ve kişisel arka planını özetleyen girişleri de çok yararlı.

* Tolstoy ve Tolstaya Mektuplarla Bir Hayatın Portresi, Lev Tolstoy – Sofya Tolstoya, der.  Andrew Dunskow, çev Özge Özdemir, İletişim yay. 2025.

Yorum yapın