
Fernand Braudel’in İtalyan Modeli adlı kitabı Alfa Yayınları tarafından Levent Başaran çevirisiyle yayımlandı.
Tanıtım bülteninden:
ALFA Yayınları, Annales Okulu‘nun öncü tarihçisi Fernand Braudel‘in İtalyan Modeli adlı eserini Levent Başaran’ın çevirisiyle okurlarla buluşturuyor. Braudel, bu çalışmasında 1450-1650 yılları arasındaki iki asırlık dönemi mercek altına alarak, İtalya’nın bir “model” olarak Avrupa ve dünya sahnesindeki göz kamaştırıcı yükselişini ve etkilerini inceliyor. Yazar, İtalya’nın bu dönemde kültürel, sanatsal ve ekonomik alanlarda nasıl bir ışık saçtığını ve bu etkinin sınırlarının çok ötesine nasıl yayıldığını derinlemesine bir analizle ortaya koyuyor.
Eser, İtalya’nın Rönesans’tan Barok’un zaferine uzanan süreçteki büyüklük dönemlerini çok boyutlu bir tarih anlayışıyla ele alıyor.Braudel, İtalya’nın maddi zenginlikten doğan gücünü, Cenevizli bankerlerin finansal dehasını, Venedik, Floransa ve Milano gibi kent devletlerinin dinamizmini ve tüm bu unsurların Yarımada dışına nasıl yayıldığını detaylandırıyor. Kitap, İtalya’nın sınırları ötesindeki bu yayılımı sadece değerli ürünlerin ve lüks mesleklerin ihracı olarak değil, aynı zamanda karmaşık bir maceraperestlik, kültür ve para cambazlığı bileşimi olarak tanımlıyor.
Braudel, okuru İtalyan Modeli‘nde yalnızca bir başarı öyküsüyle baş başa bırakmıyor; aynı zamanda bu parlak dönemin sonunu getiren gerileme sürecinin izlerini de sürüyor. İtalya‘nın içindeki ve dışındaki etkenlerin diyalektiğini ustalıkla işleyen yazar, bu büyüklük döneminin neden kaçınılmaz olarak bir “çöküşle” sonlandığını sorguluyor. Yazar, 1450-1650 arasını üç farklı döneme ayırarak inceler: barış ve refahın yaşandığı 1454-1494 arası, dışarıdan dayatılan savaşların yıktığı 1494-1559 periyodu ve Cateau-Cambrésis Antlaşması sonrası başlayan uzun barış ve durgunluk dönemi.
Editörlüğünü Helin Çakır‘ın üstlendiği İtalyan Modeli, okurlara yalnızca bir ülkenin tarihini değil, aynı zamanda “büyüklük” kavramının kendisini ve medeniyetlerin yükseliş ve çöküş dinamiklerini anlama imkânı sunuyor. Fernand Braudel‘in zengin arşivi ve bütüncül bakış açısıyla kaleme aldığı bu eser, tarihin sadece olaylar dizisi olmadığını, aynı zamanda derinlikli yapılar ve uzun süreli döngülerden oluştuğunu bir kez daha kanıtlıyor. Kitap, tarih meraklıları için vazgeçilmez bir kaynak niteliği taşıyor.
ALFA Yayınları olarak, okurlarımıza Fernand Braudel eserlerini sunmaktan gurur duyuyoruz. Yakın zamanda yine Levent Başaran‘ın titiz çevirisiyle yayımladığımız Fransa’nın Kimliği eseri de raflardaki yerini aldı. İtalyan Modeli ile Avrupa tarihinin bir dönemine damga vuran İtalyan medeniyetini incelerken, Fransa’nın Kimliği ile de Braudel’in kendi ülkesinin tarihsel derinliklerine yaptığı eşsiz yolculuğa tanıklık edebilirsiniz. Bu iki eser, büyük ustanın tarih yazımındaki dehasını ve bütüncül vizyonunu anlamak için birbirini tamamlayan iki başyapıt olarak öne çıkıyor.
1450-1650 yılları arasında İtalya tüm Avrupa ve Akdeniz üzerinde muazzam bir etkiye sahipti. Kurduğu kültürel, ekonomik ve politik hakimiyet dönemin sanat anlayışını, yönetim sistemini ve toplumsal yapılarını etkiledi. Bu iki yüzyıl boyunca İtalya, sanat tarihindeki üç büyük akıma öncülük etti: Rönesans, Maniyerizm ve Barok. Dünya tarihinde tamamen şaşırtıcı ve benzersiz olan bu “altın çağı” bugünün merceğinden incelemek; parçalanmış, çok yönlü ve ilk bakışta çelişkili bir tarihi, belirli bir tarihsel döneme olduğu kadar mevcut gerçekliğimize de hitap eden tek bir birleştirici anlatıda toplamamızı sağlar. Fernand Braudel’in İtalyan Modeli’nde başardığı şey budur. Braudel, İtalya’nın olağanüstü kültürel gelişimi sırasında sanat, bilim, politika ve ticaret arasındaki karmaşık etkileşimi inceliyor; İtalyan toplumlarının siyasal karmaşıklığı ve yaşanan muazzam kapitalist yayılmanın mantığı içinde, bu sürecin nüanslarını titiz ve özgün bir yöntemle aktararak, sanat tarihindeki büyük anların nasıl ortaya çıktığını, yayıldığını ve kaybolduğunu anlamaya çalışıyor. İtalyan Modeli, İtalya’nın 1450’den 1650’ye kadar süregelen ihtişamını ve çöküşünü gözler önüne seriyor.
“Bunu bir kez daha söylemeyeceğim: Fransa’yı Jules Michelet ile aynı titiz ve karmaşık tutkuyla seviyorum. Erdemleriyle kusurları, yeğlediklerimle kabul etmeye zorlandıklarım arasında ayrım gözetmeden. Ama bu tutku bu kitabın sayfaları arasına pek sızmayacaktır. Onu özenle uzakta tutacağım. Beni tuzağa düşürebilir, şaşırtabilir, bu yüzden onu yakın göz hapsine alacağım. Ve yolumda ilerlerken olası zaaflarıma da işaret edeceğim. Çünkü Fransa’dan sanki başka bir ülke, başka bir yurt, başka bir ulusmuş gibi söz etmeye kararlıyım.
Elinden geldiğince tarafsız bir “gözlemci” olması gereken tarihçi kendisini bir çeşit kişisel suskunluğa mahkûm etmek zorundadır. Daha önceki çalışmalarımdan dolayı böyle bir çaba benim için belki daha kolay olacaktır. Akdeniz ya da kapitalizm üzerine kitaplarımda Fransa’yı uzaktan, bazen çok uzaktan, ama ötekilerin arasında, ötekilere benzer bir gerçeklik olarak süzdüm. Böylece bana çok yakın olan bu çevreye geç ama apaçık bir zevkle vardım: Tarihçi, gerçekte yalnız kendi ülkesinin tarihiyle rahat ilişkiler içindedir, bu tarihin dönemeçlerini, değişimlerini, özgünlüklerini, zayıflıklarını neredeyse içgüdüsel olarak kavrar. Başka yerde kamp kurduğu zaman, ne kadar derin bilgi sahibi olursa olsun, asla böylesine kozları yoktur.”
–Fernand Braudel



















