
“bu da olsa yer yarılır
bu da olsa dünya durur dediğimiz her şey oldu
dünya durmadı”
Seyyidhan Kömürcü
Balkonun ışığını kapattılar. Konuşmadan oturuyorlardı. Sessizliği yalnızca dalgalar bölüyordu. Açtıkları son birayı içiyorlardı sırayla. İlk yudumu yine onun almasını beklemişti. Kadının sigara yakarken görünen yüzüne baktı. Anlamayacağını mı sanıyordu? Yüzünü kadından çevirdi ve önüne döndü. Çivilere geçirilmiş ipteki havlular ve mayolar, önündeki denizi yarım görmesine neden oluyordu. Telefonunu açtı kadın; beyaz ışık yüzünü aydınlattı. Onu görmek için sigaradan nefes alması gerekmiyordu; hep aydınlıktı artık. Telefondan yükselen mesaj bildirim sesleri, dalgalar ile karıştı ve adamın kulağını tırmalamaya başladı. Kalktı ayağa ve denize karşı bir sigara yaktı. Ufuktan sahile kadar daralarak gelen beyaz yola dikkat kesildi. Bir kertenkele geçti önünden. Kimden kaçıyordu? Sigarasını söndürdü, masaya döndü ve konuşmaya başladı.
“Öğlen denize girdiğinde telefonunu karıştırdım.”
Kadın başını kaldırdı ve telefonu kapattı. Beyaz ışığın aydınlattığı yüzü karanlıkta kaldı aniden. Adam karşıya bakıyordu. Sahilin bittiği noktada başlayan zakkumların hışırtısı geliyordu kulağına. Dün merak edip araştırmıştı bu bitkiyi. Sessizliği bozan yine adam oldu.
“Güzel görünüşünün aksine oldukça zehirli ve tehlikeli bir bitkiymiş.”
“Ne dedin?” diye sordu kadın.
Eliyle zakkumları gösterdi. “Pembe olduğuna kanma. Zehirli olabilirmiş. Tabii, fazlası…”
“Onu demedim. Öncesinde ne dedin?”
Adam sustu tekrar; yavaşça ahşap merdivenlerden indi. Eliyle kenara itti zakkumları. Terliğini çıkarıp sahilde yürümeye devam etti. Kumun sabahki sıcaklığının etkisi devam ediyordu. Ayın denizde yaptığı beyaz yolun karşısına oturdu. Ilık bir yaz esintisi vardı. Gün boyu güneşte yanan teni biraz ferahladı. Ne zamandır hayaliydi bunu yapmak. Yalınayak. Tüm sıkıntıları toprağa vererek. Sağında kalan şezlongların önünde iki genç oturuyordu. Belli belirsiz duyuyordu seslerini. Gökyüzüne çevirdi başını, yıldızları gördü. Milyonlarca yıl önceki ışıkları gördüğü için mutluydu. Belki de artık yerlerinde yoklardı. Kutup yıldızını bulmaya çalışırken genç çiftin kavga sesleri geldi sağ yanından. Hiç bakmadı o tarafa. Doğruyu bulmak için yanlışları yaşamaları lazımdı. Çakır keyifti. Kaçıncı birasıydı son içtikleri? Sayamadı. Yıldızlar dönmeye başladı. Her biri dansa kaldırdı yanındakini. Palmiye ağaçlı gömleğinden bir düğme daha açtı. Ellerini kafasının arkasında birleştirip kuma uzandı.
“Sana dedim. Cevap vermeden geldin buraya,” dedi kadın elindeki telefonu sallayarak.
Sağ elini başının arkasından çıkardı adam. “Şu en parlak olan mı kutup yıldızı?”
“Başlatma zakkumuna da yıldızına da. Telefonumu niye karıştırdın, ona cevap ver!”
“Niye o kadar tepki gösterdin ki? Görmemi istemediğin bir şey mi vardı?”
Derin bir iç çekti kadın. Sesini uzandığı yerden duydu adam. Sağ taraflarındaki gençler şezlonga uzanmış, sessizce yıldızları izliyordu. Bir sigara yakmaya çalıştı. Rüzgâr her şeyi engelliyordu.
“Dipsiz bir kuyuya düşmek gibi gözlerimin senden ayrılması. Yüreğim tozlandı. Katledilen ağaçlar gibiyim. Tutsak bir halkın özgürlüğü gibi hapsoldum kendi topraklarımda,” dedi adam tersten kadına bakarak, “ne cevherler varmış sende Fundacığım. Bu şimdi şiirsel metin mi oluyor?”
“Aptal adam. Notlarımı mı okudun yoksa?” Kadın da olduğu yere çöktü. Gözlerini bu sefer denize çevirdi. Karşı kıyıdaki otel, hedef gözetmeden, lazer ışıklarını bir ok gibi fırlatılıyordu etrafa.
“Ferhat’a yazılmış bir not ama. Altı ay öncesine ait. Yani biz beraberken.”
“Sana tanıştığımızda bahsetmiştim. Açık açık konuştuk her şeyi. Ölse de benim için değerini biliyorsun.”
“İki yıl oldu biz tanışalı değil mi? İki yıl önce bugün… Yine bir tatil beldesinde… Güzel yazmışsın ama. Tutsak halk benzetmesi özellikle. Ne imge be.” Yan taraftaki gençlerin duyacağı şekilde kahkaha attı adam. Birden ciddileşti. “Dışarıdan bakınca salağa mı benziyorum ben?”
Ayağa kalktı kadın. Pantolonunu çırptı. Kumlar tane tane döküldü yere. Aya çevirdi başını. Giderek azalan ayak seslerini duydu. Tatlı bir sıcaklık yayıldı vücuduna. Rüzgâr azaldı. Gözleri kapandı zevkten. Feyza’dan da bahsetse miydi? Uzandığı yerden doğruldu. Sigarasını ilk seferde yakabildi bu kez. Yandaki gençler sessizce sohbete devam ediyordu. Ayağa kalkıp ellerindeki kumu çırptı. Bu şekilde bitemezdi. Bungalovun ışıkları açıktı. Acelesi yoktu. Yarın bu anı da özleyecekti. Umursamadı. Yaş almanın en güzel yanlarından bir tanesi de buydu. Sigarayı kumda söndürüp cebine koydu. Arkasına aldı ay ışığını, odaya doğru yürüdü.
Kapının anahtarı üstündeydi. Yerdeki valize hızlıca eşyalarını koyuyordu kadın.
“Katledilen ağaçlar gibiyim derken ne kastettin?” diye bıyık altından güldü.
“Git başımdan Salih. Senin geyiklerinle uğraşamam.”
Odaya giren sinek, lambaya çarpıp duruyordu. Hedefe ulaşmaya çalışıp her seferinde hüsran… Adam bir süre onu izledi. Belki de alışmıştı hep aynı yere vurmaya. İçerideki ışığı kapatıp balkonunkini yaktı, konuşmaya devam etti.
“Ferhat trafik kazasında mı ölmüştü?”
Kadın elindeki şortlarla bir an durakladı. Loş ışıkta belli belirsiz göründü yüzü. Anlamış mıydı? Cevap gelmeyince tekrar başladı.
“Mezarı nerede? Hiç ziyaret ettiğini görmedim. Bir gün beraber gidelim, bir Fatiha da ben okuyayım.” Kadın kafasını kaldırıp baktı, gözlerindeki kızgınlık yerini kaygıya bırakmıştı.
İstediği olmuştu nihayet. Devam etse miydi? Elindeki kıyafetleri yatağa fırlatıp balkona çıktı kadın. Bir sigara yaktı. Adam içeride dikiliyordu. Bir iki adımla o da balkona geldi. Aynı sinek dışarıdaki ışığa çarpıyordu.
“Nereye gitse aynı engele çarpıyor,” dedi adam, “bazen tüm ışıkları kapatmak gerekir.”
Balkonun ışığını da kapattı. Diğer sandalyeye geçti. Masadaki yarım şişeden bir yudum aldı. Kadının yüzü karanlıktaydı ilk defa.
“Tüm notları okudun galiba,” dedi kadın. Bir yudum da o aldı biradan.
“Sadece notlar değil,” dedi. Karanlıkta tekrar göz göze geldiler. Ayın denizdeki yansımasını gördüler birbirlerinde. “Feyza diye bir arkadaşın olduğunu hiç bilmiyordum.”
Kadın sustu. Gecenin gölgesi yüzüne düştü. Tekrar denize döndüler yüzlerini.
“İki aydır her gece konuşmuşsun.”
(…)
“Öğlen de sen denizdeyken mesaj attı. Günaydın demeyi unutmuşsun. Denizi görünce onu unutacaksın diye kaygılanıyormuş.” Yüzündeki alaycı gülümseme yerini kayıtsızlığa bıraktı. Tırnak etlerini dişleriyle koparıyordu kadın. Adam devam etti. “Yüzünden tanıdım. Profil fotoğrafını da gizleseymiş keşke. Sadece adı değişmiş.”
“Anlatacaktım,” dedi kadın. Cümle yarım kaldı. Kafası dizlerinin arasındaydı. Telefona bildirim geldi, cılız bir ışık belirdi masada. Sadece ekrana baktı kadın. Işık söndü. Yüzü karanlıkta kaldı tekrar.
Odanın anahtarını masaya bıraktı adam. Sahile doğru yavaş adımlarla yürüdü. Yan taraftaki gençler el ele dönüyordu odalarına. Başıyla selam verdi çocuğa. Kumlara uzandı. Gökyüzünü izlerken boğuk bir martı sesi geldi uzaklardan; hatırlamadığı bir rüyanın içinden çıkmış gibiydi.
Yıldızların dansı devam ediyordu yukarıda. Cebinden çıkardığı yarım sigarayı yaktı. Tatlı bir sıcaklık yayıldı vücuduna. Gözleri kapandı. Martı ve dalga sesleri birbirine karıştı. Kendi nefesini duyabiliyordu artık. Tüm sesler yavaşça uzaklaştı.
Bu koku da neydi? Günlerdir fark etmemişti. Gözlerini açmadan gülümsedi. Zakkumlar hep böyle güzel mi kokardı?


















