Öykü: Sıradan bir muayene | Doğan Görmez

Ağustos 16, 2025

Öykü: Sıradan bir muayene | Doğan Görmez

Tıkış tıkış asansörden zorlukla kendini dışarı attı. Eşarbının ucuyla sıkıca kapattığı ağzından, burnundan elini çekti. Daracık, kapalı bir ortamdan daha geniş başka bir kapalı ortama geçince az da olsa ferahladığını hissetti. Derin bir nefes aldı. Asansörün boğucu havasından kurtulduğuna şükretti. Terlemişti. Çenesinin altındaki düğümü çözdü. Eşarbının ucuyla alnını sildi. Elini hızlı hareketlerle ileri geri sallayarak yüzünü yelledi. Eğreti bir düğüm atıverdi tekrar eşarba. Kızı da hemen arkasından asansörden indi, annesinin koluna girdi.

Anne ve kız, asansörün açıldığı yüksek tavanlı geniş boşluğun bağlandığı koridorlardan birine yöneldiler. Hastanedeki bütün sesler sanki yüksek tavanda toplanıyor sonra da insanların üzerine boca ediliyordu. Biteviye bir uğultu halini alan bu ses sebebiyle insanlar en yakınlarındakiyle bile handiyse bağırarak konuşmak zorunda kalıyordu. Anne ve kız kol kola yürümeye koyuldu. Kızın spor ayakkabıları kaygan zeminden kulak tırmalayıcı gıcırtılar çıkarıyordu. Anne, kızının kolundan aldığı kuvvetle, hantal vücuduyla sağa sola sallanarak ilerliyordu. “Bu zemini niye böyle kaygan yaparlar bilmem ki,” dedi homurdanarak. “Zaten zor yürüyoruz. Hastaneye gelen insanın mecali mi olur? Herkesin bir derdi var ki hastaneye gelmiş. Bir de ayakta durmaya çalışıyoruz.” Kız, gözlerini gidecekleri koridordan ayırmadan annesine cevap verdi: “Abartma anne, seni duyan da seksenine merdiven dayadın sanacak. Daha kırk beş yaşındasın.” Kadın, aksilenmeyi sürdürdü: “Yaş kırk beş ama bak senin kolunda yürüyorum. Bu kilolar benim başıma dert vallahi. Soluk soluğa kaldım. Ter bastı her yanımı.” Bunları söylerken gerçekten de sık sık nefes alıyordu. Göğsü körük gibi şişip iniyordu. O sırada poliklinik koridoruna girdiler. “Geldik bile bak, şurada bir yerde bekleyelim,” dedi kız kafasıyla doktorun odasını işaret ederek. Odanın önü kalabalıktı. İnsanlar düzensiz bir topluluk halinde kapıda bekliyordu. Bekleyenlerin birçoğu kadındı. Kimisinin elinde bazı belgeler, raporlar, siyah beyaz ultrason kâğıtları vardı. Kimisi telefona bakıyor, kimisi çantasının tokasıyla oynuyordu. Hepsi de sıkıntılı bir bekleyişin ortaklığını yaşıyordu. Doktorun odasının hemen yanında, kapısında NST yazan odaya giren kadınlar bir süre sonra ellerinde ince, uzun ve beyaz kâğıtlarla dışarı çıkıyor ve bekleyişini sürdürüyordu. Doktor odasının bir ev kapısına göre oldukça geniş olan kapısının hemen üstündeki duvarda küçük bir ekran vardı. Bu ekranda muayene sırası bekleyen hastaların ismi ve muayene saati yazıyordu. Sırası gelen hastanın ismi en üstte ve diğerlerinden büyük olarak kırmızı bir çerçevenin içinde yanıp sönüyordu. Buna rağmen doktorun sekreteri her seferinde kapıya çıkıyor ve ismi yanıp sönen hastayı bağırarak odaya çağırıyordu. Hatta bazen kapının hemen dibindeki hastanın adını bağırarak söylediğinden bir karış mesafedeki hastanın yüzüne ismini haykırmak komik bir görüntü oluşturuyordu. Hasta mahcup bir ifadeyle “Buradayım,” diyerek sekreterin yanından içeri giriyordu. Sekreter tam kapıyı kapatacakken kapıda bekleyen kalabalıktan bazıları ellerindeki kâğıtları uzatarak muayene için değil de aslında başka bir sebepten beklediklerini  anlatmaya veya hatırlatmaya çalışıyordu. Sekreter bazılarına randevu saatini beklemeleri gerektiğini bazılarına da hastanın ismini sorduktan sonra birazdan çağıracağını, burada beklemelerini söylüyor ve her seferinde birileri konuşmaya devam ederken kapıyı çat diye kapatıyordu. Bütün bunları daima asık suratla ve azarlama tonuyla yapıyordu. Bekleyenler kapı kapanınca eski sıkıntılı hallerine geri dönüyor, kapının açılacağı bir sonraki ânı bekliyordu.

Koridorun genişçe kısmına sıralanmış metal bekleme koltukları tamamen doluydu. Oturanların çoğu hamileydi. Bir kısmında da onlara refakat eden erkekler oturuyordu. Aralarında küçük çocuklarıyla gelenler de vardı. Sabırsız gözlerle duvardaki ekrandan sıralarını takip eden bu insanlar bir yandan da çocukların mızmızlıklarıyla cebelleşiyordu. Sürekli sıkıldığını ve gitmek istediğini söyleyen ağlamaklı çocuklar, yetişkinlerin kucağında ve bacaklarının arasında sürünüyor, şekilden şekile giriyordu. Sabrı tükenen yetişkinlerden bazıları çocuklarını haşlıyor hatta daha da ileri gidenler hırpalıyordu. Fakat bu tutum çözüm olmak bir yana çocukların daha da fazla ağlamasına ve bağırmasına neden oluyordu. Kadın ve kızı ekranı takip edebilecekleri bir konumda bel hizasındaki duvar tutamaklarına yaslanıp beklemeye başladı. Yarı beline kadar açık yeşile, daha yukarısı da beje boyanmış duvarlar koridordaki koca koca camlardan giren gün ışığıyla aydınlanıyordu. Orta yerinden sadece küçük bir kısmı dışarıya doğru açılan camlardan giren hava, koridoru serinletmeye asla yetmiyordu. Koridorun kalabalığı ve yaz sıcağının bungunluğu buna engel oluyordu. Anne ve kız yaslandıkları yerde tam bir tezatlık sergiliyordu. Annenin büyük gövdesinin yanında kız, üniversite öğrencisi gibi değil de bir ilkokul çocuğu gibi duruyordu. Bunda kızın minyonluğunun da etkisi vardı. Ayrıca kadının örtülü başı ve uzun kıyafetlerinin aksine kız, düşük bel bir kot pantolon ve crop bir tişört giymişti. Annesine göre ten rengi daha kavruktu. Onları uzaktan gören biri tesadüfen bir araya gelmiş iki insan olduklarını düşünebilirdi. Fakat kaşlarının biçimi, küçük ve hafif kalkık burunları, ela gözleri ve çenelerinde küçük bir bezelye büyüklüğündeki oyuk tıpatıp aynıydı. Kız saatine bakıp annesine döndü: “Aslında tam saatinde geldik ama içeri giren hasta yarım saat önceki randevunun hastası. Daha bekleyeceğiz yani.” Annesi iç geçirerek “ Evet, gördüm.” dedi. Bir süre ayakta bekledikten sonra hemen yanlarındaki bekleme koltuğundan bir çift kalktı. Kız ve annesi oturdular. “Oh, be,” dedi anne. “Dünya varmış.”

     Kız oturur oturmaz telefonunu çıkardı cebinden. Sosyal medya hesabına girdi. Arkadaşlarının paylaştığı hikayelere bakmaya başladı. Hızlı hızlı akıp giden görüntüler doldurdu telefonun ekranını. Arada sırada kafasını kaldırıp sıranın annesine gelip gelmediğine baktı. Sonra yine döndü ekrana. Anne ise etrafı izlemeye koyuldu kayıtsızca. Koridorda bir o yana bir bu yana giden insanları, karnı burnunda kadınları, kapı yanlarındaki doktor isimliklerini, kolu alçılı veya gözü bandajlı hastaları… Sıkıldı sonra. Kızına döndü. Meraktan değil de hakir gördüğünü belli ederek sordu: “Kızım sen göreve başlayınca da elinden bırakmayacak mısın o telefonu? Böyle bakıp duracak mısın o merete?” Kız, mahcup oldu, yanakları kızardı hemen. “Yok anne, ne ilgisi var,” dedi bocalayarak. “Görev başka bu başka.” dedi telefonu cebine koyarken. Dudak büzdü annesi. “Ne bileyim, elinden düşmüyor da.” Kızı alınmış gibi yaptı. Sesini biraz da incelterek “Abartma anne. Tatildeyiz şurada. İki şeye baktık diye lafı nerelere getirdin!” Anne de biraz ileri gittiğini düşünerek alttan aldı. “Neyse, tamam. Boş ver onu da bir sınav açıklanmadı daha demiştin. Açıklandı mı, baktın  mı hiç?” Kız gülümsedi. “Hah, şöyle ya. Sen bunları sor,” dedi neşeyle. “Bakıyorum sürekli. Daha açıklanmadı. Neymiş, göreve başlayınca da telefonu bırakmayacak mıymışım da elimden düşmüyormuş da.” Anne de tebessüm etti  bu sözler karşısında. Kız soluklandı. “Hem daha birinci sınıf bitti anne. Atanmaya çok var.”  Anne ciddileşti birden. “Öyle deme kızım. Zaman çabuk geçiyor. Ben ne zaman kırk beş oldum anlamadım. Seni doğurduğum gün daha dün gibi. Yirmi yıl geçmiş aradan. Şu hamile kadınları görünce lohusalığımı hatırladım da bunaldım yine. Şimdiki gibi hazır bezler, hazır mamalar her yerde satılmazdı. Evin işi gücü bir yandan, soba yakması, banyo kazanı yakması bir yandan. Neler neler… Biliyorsun işte, babanın pantolonları falan hep boya olurdu. Hep aynı boyalı kıyafetleri giyse olmaz, yenisini almak istese para nerede? Boyacı tulumu desen o zamanlar kim kaybetmiş de sen bulasın? Zordu, çok zor. Aman laf nereden nereye geldi.” Kız da hak verdi annesine. “Hakikaten anne, ben atanmaya çok var diyorum. Sen nerelere daldın.” Anne kızın sözü biter bitmez atıldı. “He ya, onu diyordum. Zamanın nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Bir bakmışsın, öğretmen oluvermişsin.” Kız umutsuzca cevap verdi. “Öyle kolay değil anne hemen, konuştuk bunları. Okul bitecek de tekrar sınava gireceğiz de mülakata  çağıracaklar da… Ölme eşeğim ölme. Hem atama sistemi tekrar değişecekmiş. Ben mezun olana kadar kim bilir ne olur?” Anne iç geçirdi. “Orası da öyle deyiverdi.” İkisinin de gözü ekrana kaydı. Henüz annenin sırası gelmemişti. Oturdular bir iki dakika hiçbir şey konuşmadan. Sonra sessizliği anne bozdu. “Sıkıldım vallahi sıra beklemekten. Her üç ayda bir gel. Bekle, bekle, bekle. Bir de içeri girince o aletin ucuna yapış yapış bir şey sürüyor doktor. Tiksiniyorum. Elime bir peçete sıkıştırıveriyorlar. Üç ay sonra bir daha gel deyiveriyorlar. Üstümü başımı mı düzelteyim, peçeteyle oramı buramı mı sileyim bilemiyorum. Elim ayağıma dolaşıyor.” Kız

“Ben şimdi yanındayım ya anne, telaşlanma,” dedi. “Ne güzel üç ayda bir çağırıyor, ultrasonla bakıyor. Büyümüş mü kist diye inceliyor. Daha ne istiyorsun?” Anne de hak verdi kızına. “Doğru aslında. Takip edilsin tabii de yoruluyorum her seferinde. Ne illet bir şeymiş bu kist! Söyleyemiyorum da, dilim dönmüyor. Neydi adı?” Kız hafifçe tebessüm ederek “Hemorajik kist,” dedi. “Tamam işte, her neyse,” dedi annesi de. “Bak bunaldım yine. Sıcak bastı. Terleyip duruyorum oturduğum yerde.” Annenin suratı hakikaten de kıpkırmızı olmuş, bluzunun koltuk altı terden koyulaşmıştı. “Menopoza giriyorum kesin.” Kız şaşırdı. “Erken değil mi daha anne,” diye sordu merakla. “Aslında erken sayılır ama anneannen de erken girmişti. Ona çektim herhâlde.” dedi kadın.      “Dilim damağım kurudu kızım. Bir su al da gel.” Kızı itiraz edecek oldu. “Sıramız çok yanaştı anne, birlikte girelim içeri.” Anne oralı olmadı. “Sen gelene kadar gelmez sıra. Hem gelse ne olacak. Her seferinde aynı şey zaten. Bakacak, gün verecek, gönderecek. Hadi sen su al da gel. Yandım.” Kız daha fazla itiraz edemedi. Su almak için kalktı, uzaklaştı.

     Kız geri döndüğünde annesi oturduğu koltukta yoktu. Hemen ekrana baktı. Annesinin adını en üstte gördü. Demek ki ben yokken içeri girmiş diye düşündü. Elinde soğuk bir su şişesiyle doktorun odasına yöneldi. Tam o sırada annesi odadan çıktı. Kadın elinde peçete, suratında şaşkın bir ifadeyle kapıda kalakaldı. Kızı bir şeylerin ters gittiğini anladı. Kalabalığı yararak annesinin yanına ulaştı. Kadının yüzü kireç gibi bembeyazdı. Boş gözlerle bakıyordu. “Anne ne oldu,” diye sordu kız telaşla. Kadın, kızının sesini duyunca gözlerini ona çevirdi ama sanki kızına değil de bir boşluğa bakıyordu. Kız sesini biraz daha yükselterek sabırsızca sordu tekrar. “Anne kötü bir şey mi oldu, söylesene.” Etraftaki insanlar da tanık oldukları bu durum karşısında sessizliğe büründü. Kadın zorlukla “Yok, kötü bir şey değil ama iyi de değil.” diyebildi. Kız da annesinin kolunu tutup hafifçe sarsarak “Ne oldu o zaman? Bu hâlin ne, doktor ne söyledi?” diye üsteledi. Kapının önündeki herkes kadının gözlerinin içine bakıyordu. Çıt çıkmıyordu. Kadının ağzından tek bir kelime çıktı:

    “Hamileymişim.”

Yorum yapın