
O akşam yorgun ve moralsiz gelmişti eve Necati Bey. Hanımı “senin canın mı sıkkın?” diye sordu. “Yok, iyiyim” diye cevapladı hanımının sorusunu. Üstüne gitmedi Asiye Hanım. Kırk yıl yahu! Birlikte geçen kırk yılı boşa mı geçirmişti Asiye Hanım. Kaşından, gözünden, eve adımını attığı ilk andan itibaren kocasının nasıl bir ruh halinde olduğunu hemen anlayıverirdi. Bunun da kokusu çıkardı her nasılsa. Fasulye, pilav, cacıktan oluşan akşam yemeğini yediler usulca. Keyfi yerinde olsaydı mutlaka bir konu bulup sohbet ederdi karısıyla. Ağzını bıçak açmadı. “Eline sağlık, hanım” dedi sofradan kalkarken. “Afiyet olsun” diye mırıldadı Asiye Hanım. Asiye Hanım biraz daha kaldı sofrada. Çok yavaş yediği için yemeği bitirmesi uzun sürerdi. Az bile yerdi ama uzun süre sofrada kalınca insanlar çok yediğini düşünürlerdi. Eskiden olsa çabalardı öyle olmadığını anlatmak için. Yaşı kemale ermişti artık. Kimin ne düşündüğünü çok da umursamıyordu epeydir. Hızlıca masayı topladı. Bulaşıkları akıttıktan sonra makineye yerleştirdi özenle. Yemek masasını, tezgâhı sildi, sildi. Silmelere doyamadı. Necati Bey oturma odasındaki yerini almıştı. Kumanda elinin hemen altındaydı. Bir o kanala, bir bu kanala zıplayıp duruyordu ama kafası karışıktı. Kanallar değişirken ne izlediğinin ayrımına bile varamıyordu. El alışkanlığıydı işte. Adet edinmişti televizyon karşısında böyle oturmaları. İri yarı bir adamdı Necati Bey. İçten ve samimiydi. Çevresinde sevilen, sayılan bir adamdı. Hıyarı olduğunu söyleyenlere tonlarca tuz alıp koşardı. Neşeli ve eğlenceliydi. Dost meclislerinin aranan ismiydi. İçeriden esneme sesi mutfağa Asiye Hanım’a kadar geldi. Asiye Hanım kocasının esneme, hapşırma ve burun temizliği esnasındaki seslerinin kendisine kadar gelmesini onun iri cüssesine bağlardı. Sanki minyon bir adam olsaydı bu sesleri hiç duymayacakmış hissine kapılırdı çoğu kez. Üzerinde “insan” yazan kitabı eline aldı. Yarısına kadar gelmişti kitabın. Gençliğinden beri iyi okurdu, heyecan ile okurdu. Kendince önemli bulduğu cümlelerin altını kurşun kalemle çizerdi. Hoşuna giderdi bu. “Modern yaşamla birlikte insan kapsül içinde bir hayat sürmekte ve gitgide yalnızlaşmaktadır.” “İnsan kendisini diğer canlılardan ayıran insani değerlerinden kopmak suretiyle olumsuz bir değişim içerisine girmiştir.” “İnsan duygusal anlamda tek kişilik yaşamaya başlamıştır artık. Aile ve akrabalık ilişkilerinde bile duygu salt kendisine aittir.” “Merkeze kendisini koyan insan empatiden hızla uzaklaşmaktadır.” “Empatik yoksunluk insan ilişkilerini zarara uğratır.” Ayracın olduğu sayfadan açtı kitabı Asiye Hanım. Okumaya başladı. Elinde kurşun kalemle bir cümlenin altını çizerken Necati Bey oflaya puflaya yanına geldi. Kocaman eliyle kitabın üzerine kapatıp karısının deniz mavisi gözlerine baktı. Az şifa bulmamıştı o gözlerde. Fırtınaya tutulmuş bir balıkçı tekmesinin limana sağ salim ulaştıktan sonraki dinginliği gibiydi karısının gözleri. ”Kapatır mısın kitabını? Seninle konuşmak istediğim bir şey var.” dedi Necati Bey. Endişelenince gözlerinin mavisi daha bir derinleşirdi Asiye Hanım’ın. Kapattı kitabı.
”Hayırdır? Kötü bir şey yok değil mi?”
”Ölümcül bir şey değil belki ama çok üzüldüm. Neden bütün bunlar benim başıma geliyor? Hak edecek ne yapıyorum bilmiyorum.”
“Konuyu anlatırsan belki bir yorumum olabilir.”
”Ali!”
“Şu çok sevdiğin, oğlun yerine koyduğun Ali mi?”
”Evet.”
Necati Bey’in eli ayağı titremeye başlamıştı. Asiye Hanım, kocasına bir şey olacak endişesini ona hissettirmeksizin “Sakin ol Necati. Derin bir nefes alıp gevşe biraz bakalım. Ölüm dışında her şeyin bir çaresi vardır. Ama önce bir rahatla.” İki cümleyle rahatlatmıştı kocasını. El-ayak titremesi azalmış, solan yüzünün rengi de yavaş yavaş normale dönmeye başlamıştı. ”Hadi, şimdi anlat bakalım. Ne oldu da bu kadar üzüldün?” diye sordu Asiye Hanım. ”Bundan aşağı yukarı 7-8 ay önceydi.” diye anlatmaya başladı Necati Bey. ”Bizim dükkânın önünde oturuyorduk. Oradan buradan laflarken bir adam geldi yanımıza. ”Sen nasıl bir adamsın yahu?” diyerek Ali’yi tartaklamaya başladı.
“Ali ne yaptı peki?”
“Şaşırmıştı. Hiç beklemediği bir anda böyle bir tepkiyle karşılaşması… Kocaman Ali küçüldü, küçüldü. Sindi, pustu.”
”Hey, dur bakalım.” diyerek araya girdim.
”Ne duracağım yahu? Bu Ali adam değil.”
“Ali gibi adamları etrafında tutma, ticaretle uğraşıyorsun, işine zeval gelir.” dedi. “Sen etrafında kimi tutup tutmayacağımı boş ver de, niye bu kadar kızgın olduğunu anlat.” dedim.
Adam hışımla Ali’yi gösterirken Ali sıçradı pustuğu yerde. “Benden borç para istedi. İki ay sonra öderim dedi. Sonra izini kaybettirdi. Arkadaş sırdaş olduğumuzu sanırdım. Değilmişiz meğer.” “Ne kadar para vermiş Ali’ye?” diye sordu Asiye Hanım.
“Beş, beş bin lira.”
“Dur, devamını ben anlatayım.” dedi Asiye Hanım. “Ali’yi çok sevdiğini bilirim. Dayanamadın ve Ali’nin borcunu sen ödedin adama.”
“Evet, aynen dediğin gibi yaptım.
“Peki sonra?”
“Yakında bir ödemem vardı. Ali’deki paraya güvendim. Bir haftadır arıyorum onu. Telefonlarıma cevap vermiyor.”
“Mesaj yazsaydın.”
“Yazdım. Bu aralar kimseyle görüşmek istemediğini yazdı.”
“Ödemen olduğunu mesajında belirtseydin ve parayı getirmesini söyleseydin.”
Söyledim.”
“Ne yazdı peki?”
“Bana borcu olmadığını söyledi. Telefonla ya da mesajla beni rahatsız etme dedi.”
Evlilikleri boyunca o kadar sık olmuştu ki bu tür olaylar. Saflık derecesindeydi belki ama iyi bir adamdı Necati Bey. İnsanlara koşulsuz şartsız güveniyordu. Hiçbir olay, hiçbir kişi, hiçbir kayıp, insanın kötücül yanını ona öğretemiyordu bir türlü. Asiye Hanım ne diyeceğini bilemedi. Bir el çabukluğu ile kitabın arasındaki ayracı alıp sert bir şekilde masaya koydu. Kitabı kapatıp Necati Bey’in kolunun arasına sıkıştırdı. Nerede kaldığı umurunda bile değildi. “Yaşayarak öğrenemiyorsan, oku!” dedi.


















